Av. Arno Kalaycı
Yazının ilk bölümünde bugüne nasıl geldiğimizi, Anayasa Mahkemesinin ortaya koyduğu ilkeleri ve yönetmeliğin hazırlanma sürecinin neden sorunlu olduğunu açıklamaya çalışmıştım. Yazının bu ikinci bölümünde yeni yönetmeliğin sorunlu düzenlemelerini ihtiyaç ve talepler ışığında olabildiğince karşılaştırmalı bir şekilde ele almaya çalışacağım. Sonrasındaysa bazı çözüm önerilerimi paylaşacağım.
Yeni yönetmelikte seçim çevresi
Bahsettiğim üzere eski yönetmeliğin 29. Maddesine göre azınlık vakıflarının seçim çevresi, vakfın bulunduğu ilçe olarak belirlenmişti. Ancak ilgili vakfın talebi üzerine, ilgili Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yapılacak araştırma sonucunda seçim çevresi olan ilçede yeterli sayıda toplum mensubu bulunmaması halinde vakfın bulunduğu il ve burada da yeterli sayı sağlanamaması halinde azınlık mensubu en fazla olan çevre il Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından seçim çevresi olarak ilan edilebilmekteydi. Böylece, her ne kadar yine Vakıflar Genel Müdürlüğünün keyfiyetine bağlı olsa da, azınlık vakıfları için il genelinde seçim imkanı mevcuttu. Fakat seçmenler bu talebi ileri sürme imkanından yoksundu. Dolayısıyla, il genelinde seçim hem önce mevcut yönetim kurulunun hem de sonrasında Bölge Müdürlüğünün keyfiyetine kaldığından bu düzenleme demokratik ve katılımcı bir seçimi mümkün kılmıyordu.
18 Haziran 2022 tarih ve 31870 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Cemaat Vakıfları Seçim Yönetmeliğinin (“Yeni yönetmelik”) 6. maddesinde seçim çevresi yeniden düzenlendi. Buna göre, seçim çevresi ilgili vakfın bulunduğu il olarak belirlendi. Fakat, İstanbul ili için seçim çevresinin, milletvekili seçim bölgeleri esas alınarak belirleneceği düzenlendi. Yani azınlıkların çok uzun zamandır ısrarla talepte bulunduğu il genelinde seçim talebi reddedilerek bölgesel seçim düzenlemesine gidildi. Öncekinden farklı olarak İstanbul’da değil seçmenler, herhangi bir vakıf tarafından dahi il genelinde seçim yapılması yönünde talepte bulunma imkanı da kaldırıldı. ‘Yaptım oldu’ dışında bir gerekçeyle bunu açıklamak mümkün değil. Milyonlarca insanın yaşadığı bir şehir için öngörülmüş bölgesel milletvekili seçim sisteminin, İstanbul’da azınlıklar için uygulanmasının yerinde olmadığı açık.
Diğer taraftan İstanbul dışındaki vakıflar, seçim çevresi değişikliği için Vakıflar Genel Müdürlüğünden talepte bulunabilecekler. Fakat idarenin hangi objektif kriterleri esas alarak bu talepleri karara bağlayacağı hususunda bir netlik bulunmuyor.
Seçmenler, adaylar, ağırlaşan ikamet şartı
Yeni yönetmeliğin 8 ve 9. maddelerine göre hem seçmenler hem de adaylar yönünden seçim çevresinde ikamet şartı ağırlaştırıldı. Eski yönetmelikte seçim çevresinde ikamet etmek yeterliyken, yeni yönetmeliğe göre oy kullanabilmek ve aday olabilmek için artık en az altı aydan beri ilgili seçim çevresinde ikamet etme şartı bulunuyor. Bu madde, daha önce ‘seçmen taşıma’ gibi ‘usulsüzlüklerin’ ortadan kaldırılması için getirilmiş gibi gözüküyor. Fakat aslında sorun temelde seçimlerin il genelinde yapılmamasından ve bu nedenle bazı vakıfların az sayıda seçmen ve göstermelik bir seçimle yeniden yönetimi ele geçirmesine engel olma arzusundan kaynaklanmaktaydı. İstanbul’da birçok insan farklı sebeplerle ama özellikle de ekonomik sebeplerle vakıfların bulunduğu, geleneksel olarak yaşadıkları yerlerden daha farklı ilçe ve bölgelerde yaşıyor. Dolayısıyla, İstanbul’da seçim çevresinin bölgesel olarak belirleneceğini göz önünde bulundurursak, bunun sayıca daha da az olan azınlık toplumları için ve Adalar ilçesinde bulunan vakıflar için ikamet şartı nedeniyle yönetici adayı bulma konusunda çeşitli sorunlara sebep olacağına şüphe yok. Bunun gibi, örneğin, seçmenler de çoğu zaman mezunu oldukları, manevi bağlarla bağlı oldukları okulların ve dolayısıyla bu vakıfların bulunduğu yerlerden farklı bir seçim bölgesinde ikamet ettikleri için oy kullanamayacaklar. Dolayısıyla, tekrar etmek gerekirse, ikamet şartıyla birlikte İstanbul’da bölgesel seçim sisteminin uygulanması ciddi sorunlara sebep olacak. Üstelik adayı ve seçmeniyle aşağı yukarı bir stadyum dolusu insandan bahsediyoruz. Kaldı ki, seçimlerin yıl sonuna kadar tamamlanması öngörüldüğünden, bugün itibariyle adaylık veya seçmenlik için değiştirilen ikametler de tartışma konusu olacak. Üstelik kolayca ifade ettiğim ikamet değişikliğinin, nihayetinde gerçek bir yer değişikliği, yani taşınma gerektirdiğini ifade etmek gerekir. Yönetim kurullarının daha çok insanın katılımıyla, daha demokratik bir irade tecellisiyle belirlenmesi imkanı varken bunun dışlanmasının izah edilebilir bir tarafı yok.
Eskisinden farklı olarak yeni yönetmeliğin 9. maddesiyle yönetim kurulunda birinci derece kan bağı olan en fazla iki kişinin görev yapabileceği ve bir kişinin en fazla üç cemaat vakfında yönetim kurulu olabileceği düzenlendi. Bu, çoğulculuğun ve çok sesliliğin sağlanması adına olumlu bir gelişme olarak yorumlanabilir. Öte yandan, nüfusu sayıca az olan ve yönetici bulmakta zorlanan bazı azınlık grupları için bu düzenlemenin yönetim krizlerine sebep olma ihtimali gözardı edildi.
Seçim tertip heyeti, tarafsızlık ve seçim güvenliği
Bahsettiğim üzere seçim tertip heyetlerinin mevcut yönetim kurulları tarafından belirlenmesi azınlıklar için şikayet konusuydu. Her bir azınlık toplumu için ayrı ayrı bütün vakıfların seçimini tertip edebilecek, tarafsızlığı güvence altına alınmış ortak bir seçim kurulu oluşturulması talep ediliyordu. Yeni yönetmeliğin 10. maddesine göre, her bir seçim için seçim tertip heyeti yine mevcut yönetim kurulu tarafından belirlenecek. İdarenin neden bu düzenlemede ısrar ettiğini anlamak güç. Öte yandan bunun azınlık vakıfları için büyük bir zaman kaybı ve iş yükü getireceğini de söylemek lazım.
Mevcut yönetim kurulu, 10. Maddeye göre seçmen listesi ve seçim tertip heyetini belirleyip, ilgili bölge müdürlüğüne bildirecek. Seçim işlerine devam etmek için eski yönetmelikte bu bildirim yeterli görülürken, yeni yönetmelikte seçim işlemlerinin devamı, ilgili Vakıflar Bölge Müdürlüğünün vereceği yetki belgesine, yani onayına bağlandı. Sonrasında seçim tertip heyeti ise 12. maddeye göre, seçmen ve adayların yönetmeliğe uygunluğunu denetleyerek oluşturduğu nihai listeyi ilgili Bölge Müdürlüğüne bildirecek. Bölge Müdürlüğü ikinci bir değerlendirme yaptıktan sonra kesin aday listesini geri tertip heyetine teslim edecek ve bu liste heyet tarafından ilan edilecek. Aşağıda tekrar değineceğim fakat bu iki düzenleme, vakıfların özgürce yönetim kurulu seçimleri yapmasını engelleyen, azınlık vakıfları üzerinde vesayet oluşturan bir düzenleme.
Tertip heyeti, ilan tarihinden itibaren 7 gün gibi kısa bir süre içerisinde ilanda yer alan hususlara itirazları alacak ve bunları yine kendisi karara bağlayacak. Ayrıca geçmişte olduğu gibi sandık görevlileri ve seçim tasnif heyeti de seçim tertip heyeti tarafından belirlenecek ve tertip heyeti veya mevcut yönetim kurulu üyelerinin sandık görevlisi olması önünde bir engel bulunmuyor. Bu düzenleme, tıpkı eski dönemde olduğu gibi mevcut yönetimler tarafından muhalif aday ve gruplara karşı demokratik süreçleri ortadan kaldıran uygulama ve sorunlara kapı açacak. Kaldı ki, bu yetkilerin tamamının mevcut yönetim ve onun belirlediği seçim tertip heyetince kullanılması karşısında, seçim tertip heyetinin tarafsızlığından bahsedilemez. Haliyle tarafsızlığı güvence altına alınmamış bir seçim tertip heyetinin idare ettiği seçimin de demokratik olduğu iddia edilemez. Bunun da gerek azınlık toplumlarının ihtiyaç ve taleplerine gerekse de seçimlerin doğasına aykırı olduğu açık.
Eski yönetmelikte bulunmayan bir diğer yenilik ise yeni yönetmeliğin 11. maddesinde düzenleniyor. Buna göre, tertip heyetinin asıl ve yedek üyelerinin en fazla ikisi mevcut yönetim kurulu üyelerinden olabilir ve bu kişiler, yapılacak seçimde yönetim kuruluna aday olamazlar. Her ne kadar ilk bakışta kulağa hoş gelse de, seçim tertip heyeti mevcut yönetim kurulu tarafından belirlendiğinden tarafsızlığın sağlanması adına gerçek bir güvence teşkil etmiyor. Öngörülen sınırlandırmaların ulaşılmak istenen amaca elverişli olmadığı açık, zira bu düzenleme seçim tertip heyetinin tarafsızlığını sağlamaktan uzak. Daha katılımcı, şeffaf ve demokratik bir seçim süreci tertip edebilecek ortak seçim kurulu önerisi karşısında nasıl bir zorunlu ihtiyaç devletin bu yönlü dayatmasının gerekçesini oluşturuyor anlamak mümkün değil.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, azınlık vakıfları üzerinde bir vesayet makamı olarak düzenlendi
Bir başka yenilik ise, yeni yönetmeliğin 10. maddesinde yer alıyor. Buna göre, ilgili vakfın seçime ilişkin yönetim kurulu kararını, seçim çevresini, seçmen listesini, seçim tertip heyetinin kimlerden oluştuğunu bildirme yükümlülüğünü takiben işlemlere devam edilmesi ve seçim yapılabilmesi için ilgili bölge müdürlüğü tarafından mevcut yönetim kuruluna yetki belgesi verilmesi şartı düzenlenmiştir. Dolayısıyla seçim tertip heyetinin kimlerden oluştuğu dahil birçok işlem idarenin onayına bağlandı. Eski yönetmelik döneminde bildirim ile seçim işlemlerine devam etmek yeterli görülürken, bu yönde yapılan değişikliğin Vakıflar Genel Müdürlüğüne ve genel olarak idareye daha fazla müdahale alanı açacağına şüphe yok. İdareye daha fazla müdahale alanı açan bir başka değişiklik ise yeni yönetmeliğin 12. maddesinde mevcut. Buna göre, seçim tertip heyeti tarafından isimleri iletilen adaylardan ilgili bölge müdürlüğünün kesin onayını almamış bir kişinin seçimlere aday olması mümkün değil. Bölge müdürlüğünün adaylık denetimi, adaylık için yönetmelikte öngörülen gerekli koşulların taşınıp taşınmadığıyla sınırlanmış gözükse de, eski yönetmelikte bulunmayan bu düzenleme hangi ihtiyacın sonucu? Üstelik adaylıklarla ilgili itirazlar, seçim öncesinde yine seçim tertip heyetince karara bağlanacak.
Sonuç olarak, diğer birçok şeyin yanı sıra seçim tertip heyetini oluşturan kişiler ve yönetim kurulu adayları Vakıflar Genel Müdürlüğünün onayına tabi kılınmış oldu. Böylece Vakıflar Genel Müdürlüğü, azınlık vakıfları üzerinde bir vesayet makamı olarak düzenlenmiş oldu. Bunun gerek seçim tertip heyeti, gerekse idare tarafından aday ve aday listeleri üzerinde herhangi bir baskı veya pazarlık amacıyla kullanılabileceğine dair endişeler şimdiden konuşulmaya başlandı. Öyle ya, bir benzeri Türkiye Ermenileri Patriği seçim sürecinde de yaşanmıştı. Peki ya idare, yoğunluk ve benzeri nedenlerle seçim için gerekli yetki belgesini düzenleyip mevcut yönetim kuruluna tebliğ etmeyi ihmal ederse? Bu ihtimalde seçimler bir süre için daha ertelenebilir. Olmayacak iş değil, zira böylesi bir yönetmelik için bile 9 yıl beklendi.
Eski yönetmelikte, yönetim kurulunun yedi üyeden oluşması düzenlenmişti. Fakat yönetim kurulu üye sayısının yetersizlik nedeniyle en az üç olmak üzere daha az üyeyle veya vakfın işleyişi için duyulan ihtiyaç nedeniyle daha çok üyeyle belirlenmesi mümkündü. Yeni yönetmelikte bu düzenlemede önemli bir değişikliğe gidildi. Yeni yönetmeliğe göre yönetim kurulunun yedi üyeden oluşturulmasının esas olduğu düzenlendi. Böylece azınlık vakıflarının yönetim kurulu üye sayısının daha az sayıyla oluşturulmasına yönelik taleplerin VGM tarafından reddi yolu açılmış oldu. Bunun da yukarıda bahsettiğim diğer sorunlarla birlikte bazı azınlık toplumları için ciddi yönetim krizlerine sebep olabileceğini düşünüyorum.
Yönetim kurulunun artan görev süresi
Bir diğer değişiklik ise seçilen yönetim kurulunun görev süresi. Yeni yönetmeliğin 7. maddesine göre görev süresi dört yıldan beş yıla çıkartıldı. Muhtemelen başkanlık sisteminin bir yansıması olarak girdi hayatımıza. Sayıları günden güne azalan azınlıklar için seçim sürecinin yaratabileceği yorgunluğu azaltması yönünden olumlu olabilir. Fakat azınlık vakıfları seçimleri, ilgili yönetim kurullarının denetlendiği, kötü yönetimlerin uzaklaştırıldığı, yönetimlerin hukuk içinde ve toplum yararına hareket etmesinin sağlandığı yegane araçlar. Yıllardır seçim yapılmadığını ve bunun yarattığı kutuplaşmayı göz önünde bulundurduğumuzda bu sürenin dört yıl olarak bırakılması daha uygun olurdu.
Hastanesi bulunan vakıfların seçimleri ertelendi
İlk yazıda da bahsettiğim üzere hastanesi bulunan vakıfların yönetim kurulu seçimleri ertelendi. Yeni yönetmeliğin İstisna başlıklı 15. maddesine göre, hastanesi olan azınlık vakıflarının seçimleri, bir yıl içerisinde Sağlık Bakanlığının olumlu görüşü doğrultusunda hazırlanacak yeni bir yönetmelikle gerçekleştirilecek. Oysa hastanesi olsun veya olmasın, azınlık vakıfları arasında hukuki statü yönünden herhangi bir farklılık bulunmuyor. Üstelik vakıf yönetim kurulunun seçim usulünün Sağlık Bakanlığı görüşüyle belirlenmesini gerektirir bir hukuki zorunluluk da mevcut değil. Dolayısıyla seçimlerin ertelenmesiyle azınlıkların örgütlenme, seçme ve seçilme haklarına gerçekleştirilen sınırlandırmanın herhangi bir yasal dayanağı yok.
Öte yandan yönetmeliğe göre seçimlerin 2023 yılı sonuna kadar gerçekleştirilmesinin esas olduğu düzenlenmiş. Fakat bu düzenlemenin bir kesinlik içermediğinin altını çizmek gerekiyor. Türlü gerekçeler ile anılan yönetmelik hazırlanmayabilir ve mevcut düzenleme bunun için bir alternatif sunmuyor. Neden bu şekilde bir düzenleme yapıldığı yönünde herhangi bir açıklama olmadığından ilk yazıda bahsetmiştim. Bu da Ohannes Kılıçdağı’nın dün Agos Gazetesi’nde yayınlanan “Yeni yönetmeliğin anatomisi” başlıklı yazısında işaret ettiği gibi birtakım karanlık pazarlıklar ihtimalini akla getiriyor.
Seçim sürecindeki hukuka aykırılıklara karşı seçimlerden sonra çeşitli itiraz ve dava yolları mevcutsa da, esas olan muhtemel aykırılıkların meydana gelmesinin engellenmesi. Bunun öncelikli yolu da, seçim sürecinin demokratik güvencelerle donatılmasıydı. Ayrıca insanlar çeşitli motivasyonlar ve hayal kırıklıklarıyla itiraz haklarını kullanmayabilir. Bunun başında da itiraz ve dava süreçlerinin makul bir sürede sonuçlanmıyor olması ve zaten sonuç alınamayacağı endişesi geliyor. Doğru, böyle olmamalı, yurttaşlar endişelerini bir kenara bırakıp haklarını kullanmalı. Fakat, yönetmeliğin kendisi de, hazırlanma süreci de insanların endişelerinde haksız olmadığını ortaya koyuyor.
Bazı çözüm önerileri
Bunlar benim ilk bakışta gözlemleyebildiğim sorunlar. En hızlı ve acil çözüm olarak şunları sıralayabilirim: Yönetmelikte yer alan istisna kaldırılarak İstanbul’daki vakıfların seçimlerinin de il geneline açılması gerekmektedir. Bu halde ağırlaştırılan ikamet şartı da büyük ölçüde anlamını yitireceğinden dolaylı sorunların önüne geçilebilir. Her bir azınlık toplumu için ayrı ayrı tarafsız bir ortak seçim tertip heyeti kurulmasını sağlayacak bir düzenleme yapılmalıdır. Adaylığı ve seçim işlemlerine devam edilmesini idarenin kesin onayına, vereceği yetki belgesine bağlayan vesayet düzenlemelerinin yürürlükten kaldırılması ve yukarıda bahsettiğim endişelerin giderilmesi gerekmektedir. Böylece en azından vakıf seçimleriyle sınırlı olsa dahi, azınlıklar ile devlet arasındaki ilişkinin temeli güvene dayalı olarak tesis edilmiş olur. Son olarak, azınlık toplumları için sahip oldukları önem gözetilerek hastane vakıflarını seçim sürecinden dışlayan yönetmelik hükümleri iptal edilerek bu vakıflar seçim sürecine dahil edilmelidir.
Biz ne yapmalıyız? Bence, yaşadığımız sorunların temelinde azınlık toplumlarının kendi içlerinde ve birbirleriyle güçlü bir dayanışma ağının olmaması, toplumların örgütsüz ve kendilerini görünür bir şekilde ifade etmiyor olması yatıyor. Birçok endişeyle yasal hakların kullanılmaması, örneğin, geçtiğimiz bu dokuz yıl içerisinde vakıf seçimleri için son ana kadar hiçbir dava açılmamış olması; devlet ile kurulan ilişkinin ilgili dönemde iktidar ile iyi ilişkilere sahip kişilerce kurulmasına yeterince itiraz edilmemesi, çok sesli bir temsiliyet inşa edilememesi önemli sorunlar. Öyle gözüküyor ki artık sorunlarımızı eskisinden daha ikna edici, daha yüksek bir sesle ifade etmek, yönetmeliğin değişmesini talep etmek ve fakat yine kimse duymayacakmış gibi önümüzdeki seçimlere hazırlanmamız gerekiyor.