Birgün Gazetesi
Adnan Genç
BİRLİKTE ŞARKI SÖYLEMENİN KEYFİ YAŞAMIN KENDİSİ KADAR
Sayılı günler çabuk geçiyor… Konserler, fotoğraf sergileri ve bilimsel toplantılar derken zaman akıp gitti. Yeni yüzlerle karşılaştık. Onlarca dostumuzla kalıcı ilişkiler kurduk… Ülke kadar büyük başkentte adım basmadığımız toprak kalmadı. Girdiğimiz çıktığımız her kapıda, her sokakta bizi duyanlar; bizlerle konuşma çabasına girişti. Sevindik, yadırgadık ama ilerleyen günlerde şaşırmadık. Kardeşlerimizle olan buluşmamız çok özel muhabbetlerle gelişiyor ve karşılıklılık gerekiyordu. Bunları da konuştuk.
Bizleri Erivan’a davet eden Naregatsi Art Enstitute, bir sivil toplum kuruluşu… Amerika’da bir yönetim merkezleri (2001), Erivan (2004) ve Karabağlar (2006)’da da şubeleri var. Etkin yer başkentteki merkez. Karabağlar’daki şubede yoksul çocuklara ücretsiz olarak; müzik, dikiş, halk oyunları, el sanatları, plastik sanatlar öğretiliyor. Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde İş Yönetimi okuyan (Gaziantepli) merkezin kurucusu Nareg Hartounian’la konuşuyoruz…Din bilgesi Grigor Naregatsi adını verdikleri merkezin (sorularımız üzerine) fonlama kabul etmediğini ve proje bazındaki işleri yakın çevresiyle çözümlediğini söylüyor… Erivan’daki merkezde 200 kişilik birçok amaçlı etkinlik salonu, bir sergi salonu, bir sahne ve pek çok atölye odası var. Profesyonel olarak yönetimini sürdüren gençlerle de konuşuyoruz. Hepsi, Ermenistan gençliğinin kültür ve sanat gereksinimleri için bir şeyler yapmanın yoğun çabasından büyük keyif duyduklarını söylüyor. Buna tanık oluyoruz. Halk oyunları provasına yüze yakın genç geliyor. Müzik çalışması ve sonrasındaki konseri de 200 kadar insan izliyor. Tamamen katılımcılık esaslı bir program uygulaması var. Türkiye’den Hemşin’e ilişkin mimari ve portrelerden oluşan bir fotoğraf sergisi yollamıştık. Hemen ardından yağlı boya bir sergi başladı. Her nedense bir yayın yapmayı tasarlamadıklarını; işlerinin öğrenmek ve sunmak olduğunu; ‘kirlenmeyelim istiyoruz’ diyerek, açıklıyor.
***
Araştırmalar sürdükçe gerçekler ortaya çıkar…
Ermenİstan’a birlikte gitme keyfi ve deneyimini yaşadığımız çok değerli meslektaşımız, ahparikimiz Agos yöneticisi ve yazarı Sarkis Seropyan (ağabeyimiz) ile de konuşalım, dedik… Sözü ustaya bırakmak doğrusu: “Gençler açısından çok yeni bir bilgilenme düzeyi olabilir. Onun için anlatmalıyım… 15-16 yıl önce bir dostum Hemşin Ermenileri adlı bir makale getirmişti. Türkçe’ye çevirirsen, kültür hizmeti yapmış olursun, demişti. Agos henüz yokken, zaten çeviriler yapıyordum. Bilimsel bir makaleydi. Fotokopiyi önüme aldım ve hazırlanan önsözü de koyma ricasını dikkate almamı rica ettiği, çeviriye başladım. Çeviri bitti, yayınevi çalışmamı genişletmemi istedi. Vartavar da olmak üzere kimi kültür aidiyetleri, sözcükleri vs. için eklemeler yaptım. Bağdik Avedisyan müstear ismiyle Hemşin Gizemi adlı (Belge Yayınları; Levon Haçikyan’ın) kitabı yapmış olduk. Paruyr Muradyan isimi Ermenistanlı bir profesörün hazırladığı değerli önsözlü kitap yıllar içinde çok ilgi gördü ve referans kitapların başında geldi. Makale halinde Ermenistan’da bir dergide yayımlanmıştı. Ulusal Bilimler Akademisi’nin bülteninde Sovyetler zamanında yayımlanmıştı.
Gençlerin yeni yeni ilgilenmesinin nedeni; aynen Hıristiyan Türklerin var oluşunun öğrenilmesi gibi bir öğrenme durumudur. Romanya’da, Moldavya’da var biliyorsunuz. Müslümanlığı kabul etmiş; Ermeniler’in kabul etmiş olduğunu öğrenmek onları heyecanlandırmış ve bilgilenmeye itmiştir. Kim ne der ve nasıl kabul eder bilemem tabii. Yoksa burada (Erivan’daki) ‘fastfoodcu’ gençler bu konularla ilgilenmezler bile.
Bana göre (akademisyen olmadığım halde) Hemşinliler aynı Ermenistan’da örnek gösterebileceğimiz benzerleri (Karabağlılar) gibi, kendilerini herhangi bir milletin hükümranlığı altında görmek istemiyorlar. Sanki… Karabağlılar dağlık bir bölgede yaşar. Bunlara dünyanın neresinde rastlarsınız rastlayın Karabağlıyız derler. Bizim Hemşinliler de doğrudan Hemşinliyim der. Hatta Hamşentsiyim der. İlk aidiyetini böyle görmek lazım. Yakıştırmaktan ziyade kendilerini nasıl hissettekleri önemli. Bunları başkalarından ayıran en önemli etmen de doğal olarak dilleridir. Hopa Hemşinliler bu dili korur, Baş Hemşinliler de geleneklerini korur. Vartavar gününü aynı isimle herkes kullanılır. Sınırlar, yükseklikler aşılınca da farklılaşılabiliyor. 2 bin metre geçilince Vartovar kutlanıyor. Sahilde bu yoktur…
Dil konusunda bazı şeyler de söylemeliyim. Fazla söylenmiyor ama, terkedilmiş tarihi yöreler bilirsiniz, 10 santim toprakla örtülür. Her sene bu miktar artar ve höyükler dola dola yükselir. Konuşulan diller de zaman içinde başka dil ve kültürlerden etkilenir. Bir zaman geliyor ki, beş yüz sene önce kullanılan dille hiç ilgisi olmadığını görüyoruz. Bin sene evvelki de bambaşka bir dildir. Yazılı dilde de böyledir. Klasik bir Ermenice vardır. Halkımıız bunu anlamaz… Hemşinliler de dağlık yörelerde yaşadıkları için muhtemelen ve sahildekilerle ilgisi olmadıkları için dilleri korumuşlar. Özellikle kadınlar… Torun, ninesinden hangi dili öğrenmişse aile içinde bu dil kullanılmış. Erkekler, gurbet ve askerlik sırasında başka dilleri öğrenmişler ve etkilenmişler. Bu dil böyle korunmuş ve otantik haliyle bugünlere gelebilmiş. Batı Hemşinlilerin konuştuğu Ermenice diyalekt, aslında bin sene evvelki ;Ermenice dilinin özüdür, aynısıdır. Diğer Ermeniler, Soçi’de ve KrasNadar’da başka diyalekt kullanırlar. Adapazarlılar’da da farklıdır. Yayla köyleri orijinaldir. İstanbul’daki ve Ermenistan’daki insanlarımızın konuştukları dil muhtemelen özgün haliyle Hemşin dilidir. Bana öyle geliyor. Ermeniler de gurbetçidir. Diyaspora nedeniyle dilde bozulma olmuş. Rus ve İran etkisi vardır Ermenistan’da… Buranın Ermenileri Çarlık dünyasının arka bahçesiydi. Burada bütün gençler Rusya konuşurdu. Resmi dil Rusça ve Ermenice’ydi. Bozulmalar bu yüzdendir… Tabii, bütün bunlar bilim insanlarının işi. Yoksa, kim kendini ne hissediyorsa aslolarak da öyle kabul edilmelidir.”
Sarkis ahparike teşekkürlerimizle…
***
Bir tek şeye inanıyorum “BÜYÜK İNSANLIK”…
Gece Arto’nun kulübündeyiz. Abisi Onno Tunç ile birlikte başta Sezen Aksu olmak üzere popüler Türk müziğine büyük katkıları olan Arto, konuştukça çatallaşması artan sesiyle kulağımızda çınlıyor: “Büyük Ermeniler, Büyük Türkler falan yok. İstemiyorum. Önce insan olunmalı. Sınıra yazmışlar: Her Türk Asker Doğar… Ben de karşısına gidip yazdım; Her Ermeni İnsan Doğar. Gidip, Ruslar’a şikayet etmişler bizi. Bana geldiler. Kaldıracaksın, dediler. Kaldırmadım… Ayıp mı ettim? Ben, herkesin kardeşçe sözler söylemesini ve barışçı bir ortamda yaşamasını istiyorum. Böbürleneceğimiz tek yanımız kardeşliğimiz olmalı. Burada da bana itiraz edenler olmuştu. Beş yıl önce yuhalamışlardı. Türkiye’den gelen bir müzisyendim ve ne yapacağımı bilmiyorlardı. Şimdi herkesin gözbebeğiyim… Burada herkesin elçisiyim… Her dilin, her kültürün… Bu yanımı görüp, sevdiler artık… Benim dilim evrenseldir, müzik yapıyorum. Barıştan yan çizmiyorum… Samatyalı’yım ben, sözlerim dobradır. Herkes işini yapsın, iyi yapsın isterim. Benim işim müzik yapmak ve insanlık beklemek… Nâzım’ın dediği gibi ‘Büyük İnsanlık’… Başka bir derdim yok… Yaz bunları Adnan kardeşim, uyuma öyle…
Yazıyorum işte… Üstelik birlikte müzik bile yaptık. Başkalarının çaldığı bir kulüpte karşı karşıya oturduk ve ritim tuttuk. Bunu da yazayım da, kayıtlara geçsin… Arto gülüyor. “Yaz Adnan abi, yaz. Söz uçar…” Hoş adam Arto…