Umut ÜSTÜN
BirGün Gazetesi
Liberal sol garabetinden sonra başımıza bir de vicdan solculuğu diye bir şeyi çıkarmanın alemi neydi şimdi, diye sorulabilir. Artık, gazete köşelerinden toplumsal muhalefetin nasıl absorbe edileceğine dair iktidara akıl bahşetme noktasına gelmiş olan liberal solun, bizim dünyamızın bir parçası olmadığı, sistemin rıza üretimi için işleyen basit bir aparata dönüştüğü aşikar. Bu yazının konusu da iktidara iliştirilmiş “solculuk” yapan zevat olmayacak. Niyetim başka bir solculuk ve hayat tarzı hakkında kelam etmeye çalışmak. Bu solculuk tarzına yıllar önce ustalar “küçük burjuva sosyalizmi” adını vermişlerdi. Aradan yüzyıldan fazla zaman geçmesine rağmen gerek reel sosyalizm pratiklerindeki olumsuzluklar, gerekse yaşadığımız coğrafya özelinde 12 Eylül darbesinden bugüne değin solun ciddi bir politik güç haline gelememesi, kendisini sadece vicdani bir karşı duruş üzerinden var eden solcu çeşidini yarattı. Sistemle liberal solun kurduğu ilişkinin aksine; iyi niyet, duygusallık, reel politikten kopuk olarak yer yer her şeye karşı olma şeklinde de tezahür edebilen ergenvari bir isyankarlık, örgütlü mücadelenin içinde veya çeperinde yer almaya karşı alerjik reaksiyon göstermek gibi köşe taşları var vicdan solculuğunun.
Vicdan solcusunun nasıl bir haleti ruhiye içerisinde olduğunu tespit etmeden önce, sınıfsal konumu itibarıyla vicdan solculuğunun nereye tekabül ettiğine bakmak gerekiyor. Eskiden orta sınıf ideolojisi dendiği zaman akla sadece Kemalizm gelirdi. Oysaki günümüz Türkiye’sinde egemen sınıfın politik tercihleri neoliberal muhafazakarlık doğrultusunda değiştikçe, Kemalizm’in orta sınıfların dünyasındaki hacmi de küçülmeye başladı. Küçülen hacmin yarattığı boşluk, doğası gereği iktidarın politik tercihlerine paralel olarak dolduruluyor. Egemen sınıf ideolojisi, orta sınıfların dünyasına nüfuz ederken bir takım kırılmalar yaşayarak hitap ettiği kitlenin tamamını etkilemeye ve onların dolayımından geçerek toplumun genelinde kendisine meşruluk kazandırmaya çalışır. İktidardaki AKP’nin neoliberal siyasal İslamcı ideolojisi, orta sınıfların dünyasına yayılırken bu kitle içerisinde ikna edebildiği büyük çoğunluğu neoliberal muhafazakarlık ekseninde kapsamaya çalışıyor ve ideolojisine tamamen tabi kılamadığı kesimleri sağ ve sol liberalizm çerçevesinde kendisine iliştiriyor. Vicdan solculuğu da sağ veya sol liberalizmin aksine iktidarın kendisine iliştirmeyi başaramadığı; fakat işçi sınıfıyla emekçilerle kontağını kesebildiği sınır çizgisindeki bir orta sınıf ideolojisidir diyebiliriz. Vicdan solcusunun hayat karşısındaki duruşunu şekillendiren de sınıfına has özellikleridir. Sömürüyü,insan hakları ihlallerini kendi meşrebince eleştiren ve daha iyi bir dünya isteyen vicdan solcusu, bu daha iyi dünyayı tahayyül etmenin ötesine geçemiyor. Emekçilerle bağ kurması iktidarın görünmez duvarlarıyla engellendiği için işçi sınıfının ideolojisi olan Marksizm’le olan teması bu duvardaki çatlaklardan sızan ışık kadar oluyor. Bu da dünyayı algılayış biçiminde bulanıklığın temel sebebi. Politik altyapısı sağlam olmayan, duygusallık ve iyi niyet harmanlı karşı duruş orta sınıfların benimsediği diğer ideolojik varyasyonlara nazaran ehveni şer kabul edilebilir; fakat eleştirilerek aşılması ve iktidarın görünmez duvarlarının ötesiyle temasının arttırılması gerekli. Devrimin, demokratik kazanımların iyi niyetli solcuların tahayyül dünyalarında üretilen ütopya adaları olmadığı, nesnel sınıfsal çıkarları için mücadele eden emekçilerin eseri olacağı gerçeği, yani tarihin sınıf mücadeleleri tarihi olduğu, bilimsel sosyalizmin temeliyse bu temel üzerinde yükselmeden gelişen solculuk çeşitleri de ütopik sosyalizmin yansımalarıdır.
Ya dışındasındır çemberin/ ya da içinde yer alacaksın/ kendin içindeyken/ kafan dışındaysa/çaresi yok kardeşim/ her akşam böyle içip mutsuz olacaksın… Murathan Mungan’ın şahane dizeleri vicdan solcusunun ruh halini anlamak açısından önemli. Vicdan solcusunun hayatın içindeki çelişkiyi görüp bu çelişki alanının dışına bir türlü çıkamaması genel bir mutsuzluk halinin üzerine sinmesine neden olur. Düşündüğü gibi yaşamak ister; ama düşündüklerini icraata geçirebilecek mecra bulamaz. Bu ülkede işkence, tersanelerde ölen işçiler, sırf birileri daha fazla para kazanabilsin diye tarumar edilen ekolojik denge, dövülen kadınlar, ulusal baskı sebebiyle haklı demokratik taleplerini elde edemeyen Kürtler vardır… Hasılı bu ülkede hayatın her alanına sinmiş bariz bir adaletsizlik vardır. Bunu görür vicdan solcusu, bunun için samimi bir şekilde üzülür ve değişmesini ister, daha adil bir dünyaya inanır; ama daha adil bir dünyanın örselenmiş vicdanların değil örgütlenmiş mağdurların mücadelesiyle kurulabileceği gerçeğini ya görmez ya da görse bile subjektif veya objektif sebeplerle o mücadeleye dahil olamaz. Sınırdadır, sınırda olmak kendisini mutsuz eder. Sınırda olduğu için solun eksikleri, yanlışları olduğundan daha büyük gözükmeye başlar. Kanayan vicdan can havliyle bu “hatalara” sarılır ve hataları sınırda durma halinin kişisel meşruiyet aracı haline getirir. Böylece hem adaletsizliğe karşı çıkılmış, hem de diğer “hatalı” karşı çıkışlara dahil olunmayarak “kirlenilmemiş” olunur.
Vicdan solculuğunu biraz da sanat ve medya dünyasındaki popüler örnekler üzerinden incelersek, Sezen Aksu ve artık vicdanla özdeşleşmiş Yıldırım Türker’i es geçmek olmaz. Ünzile gibi kadının sınıfsal ve cinsel sömürüsünü olanca yalınlığıyla yansıtan bir şaheseri seslendiren Sezen Aksu’dan, Anayasa değişikliği referandumunda 12 Eylül darbesiyle hesaplaşıldığı yanılgısına kapılarak evet oyu veren Sezen Aksu’ya kadar köprünün altından çok sular geçti; ama o sular köprünün altından geçerken Sezen Aksu’yu tutarlı sol bir muhalefet çizgisinden, devletin ideolojik aygıtlarının basit bir çarpıtmasıyla tercihleri manipule edilebilecek noktaya getiren, politik altyapısı zayıf hissiyat temelli solculuğun ötesine geçememesi olsa gerek. Birçoğumuzun aklına vicdan sahibi bir yazar dendiğinde ilk olarak Yıldırım Türker gelir. Marksizm’den ziyade Foucault’nun ve diğer post Marksist düşünürlerin tınıları görülebilir Türker’in yazılarında. Kendisinin de vicdan solculuğuna içkin olan politik bulanıklığa ve hissiyatı mantığın önüne koyma yanlışlığına zaman zaman düştüğü kanaatindeyim. Örneğin, “Hanefi Avcı’nın suçu ne” başlıklı yazısını, “Hepimiz birer amatör ajan kesilmiş, kısıtlı imkânlarımızla soruyoruz: “Hanefi Avcı’nın suçu ne?Ben size söyleyeyim. Gerçekten umurumda değil. Hanefi Avcı’nın suçu, namlı bir işkenceci, bir nefret suçlusu olmasıdır.” diye bitirmişti Türker. Yazının finalinde konuşan Yıldırım Türker’in vicdanı. Hanefi Avcı’nın işkence suçunu işlediği iddiası ve buna rağmen hakkında hiçbir işlem yapılmaması vicdan sahibi olan herkesin içini acıtır. Oğlunu kaybetmiş bir anneye “Ali Uygur, Demirtaş mahallesinde bir operasyon sırasında 9 Temmuz’da kaçtı. Bak dosya ve tutanaklar burada mevcut. ama inşallah ölmüştür…” diyen biri Hanefi Avcı. Devletin bekası için devrimcilerle nasıl mücadele ettiği herkesin malumu olan bu zat-ı muhterem, işkence suçu faili olarak tutuklu değil. Devlet ve cemaat içindeki hesaplaşmaları ve bunun sonucu olarak Hanefi Avcı’nın tutuklanmış olabileceğini Yıldırım Türker de biliyordur ; ama vicdanı öylesine kanıyor ki “benim için bunlar talidir” diyor. Tam da bu noktada Yıldırım Türker’e katılmıyorum. Bu ülkede işkenceciler, işkenceci olduklarından dolayı hesap vermiyorlarsa, onların neden, hangi suçlar sebebiyle içerde oldukları benim için önemlidir. Ne oldu da daha düne kadar çok makbul biri olan Hanefi Avcı, tutuklanıverdi? Bu soru benim umurumda ve bu soruyu umursamak vicdansızlık değil, tam tersine vicdanın altını politik bilinçle örmek.
Vicdan solculuğu olarak tanımlamaya çalıştığım tarz-ı solculuktan bahsederken, mantık kumkuması Mr. Spock benzeri, duygulardan arınmış bir solculuk güzellemesi yapmak değildi niyetim, sadece vicdanlı olmanın altyapısının politik bilinçle, doldurulmaması halinde aradan yüzyıldan fazla bir zaman geçtikten sonra bile çoktan aşılmış olması gereken ütopik sosyalizme gönül vermekten öte geçememiş olacağımızı söylemeye çalışmaktı.