Pınar ÖĞÜNÇ
Radikal
YÖK Başkanı, üniversitelerin ‘sürecin’ parçası olması gerektiğini söyledi. İÜ’deki şu soruşturmadan düşünmeye başlayalım.
Cuma günü YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, Fırat Üniversitesi’ndeki Üniversiteler Bölge Toplantısı’nda bir konuşma yaptı. Laf ülkenin iç barışıyla ilgili dönüm noktasına geldiğinde de şöyle dedi: “Bizler hem pozitif anlamda bu sürece katkıda bulunmalıyız hem de sürecin pozitif katkılarından üniversitelerimizin beslenmesini sağlamalıyız.
Kampüslerimiz de sürecin parçası olmalıdır. Bu alanda yapılacakları hem değerli rektörlerimizle hem de öğrenci konseyi yöneticisi arkadaşlarımızla değerlendirdik, değerlendirmeye devam edeceğiz.”
Çok güzel. Gerçekten üniversiteler mühim işler yapabilir. Dünyadan çatışma ve barışma örnekleri üzerine yahut doğrudan bugüne neden geldiğimizi irdeleyen tezler teşvik edilebilir. Bilimsel paneller yapılabilir. Hatta öğretim üyeleri ilgili derslere yeni başlıklar ekleyebilir. Peki, bunu yapabilirler mi?
Elbette ama başlarına ne geleceğinden asla emin olamazlar. Gözümüzün önünden sahneler geçiyor. Şimdiye dek güvenlik perspektifinden ele alınmayan Kürt meselesi odaklı tezlerin ne kadar az olduğu örneğin. Bu perspektifi tercih etmeden tez hazırlayanların, makale yazanların, görüş bildirenlerin maruz kaldıkları soruşturmalar ya da. YÖK Başkanı yeni bir döneme girildiğini mi söylüyor?
Hem de firari şüpheli
Tesadüftür, Çetinsaya bu konuşmayı yaparken İstanbul Üniversitesi’nden (İÜ) üç akademisyen ve üç idari personel savcılıkta ifade veriyordu. 20 Mart günü, polisin bir grup öğrenciye şiddet uygulayarak müdahale ettiğini duyan bu altı üniversite personeli, kimi yemekhaneden, kimi binadan fırlayarak çıkmış, araya girerek polisin hukuka aykırı fiiline itiraz etmişti.
Altı gün sonra rektörlük bu altı kişiye bir tebligat iletti. Akıl almayacak biçimde ‘firari şüpheli’ olarak, ‘görevli memura mukavemet ve tehdit’ suçlamasıyla açılan soruşturmada ifade vereceklerdi.
Neden önemli? Hepsinin de üyesi olduğu Eğitim-Sen 6 No’lu Üniversiteler Şubesi, başvuru sonucunda soruşturma için 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun düzenlediği gibi rektörlükten izin alınmadığını öğrendi. 53. madde, üniversite personelinin, görevleri dolayısıyla ya da görevleri sırasında işledikleri iddia edilen suçlara dair soruşturulabilmeleri için önce rektörlükten izin alınması gerektiğini çok net söylüyor.
Öğrencisinin hukuksuzca şiddet görmesine tepki vermek üniversite personelinin görevi değil mi yani? Sadece İÜ özelinde, bu tür itirazların sayısız örneği var. Ben de 90’larda aynı üniversitede, Beyazıt kampüsünde okudum, bu şekilde tepki veren öğretim üyeleri, hatta yaralanan dekanlar oldu. Rektörlük izni atlanarak, böylesi bir sebeple soruşturulan üniversite personeli hatırlayan yok. Tebligatı aldığında dahi elemanını, akademik özerkliği korumayı düşünmüyor rektörlük. Kurye görevi görerek zarfı iletiyor.
Şu açıdan önemli: Şimdiye dek siyasi gerekçelerle akademik personele açılan soruşturmalarda, özellikle de KCK davalarında, mesele anında ‘görevden’ kopartılarak yani rektörlük es geçilerek yürütülüyordu. Üniversite yönetimleri ‘sakıncalı hallerde’ zaten ötesine mahal vermeden kendi soruşturmasını açıyordu, o ayrı. Örnek bol.
Öğrencisinin polis tarafından dövülmesine, bir odaya kapatılmasına, o kurumun parçası olmasından doğan haklı ve hukuka uygun bir tepkiyle (fiziksel temas yok) karşı duran personelinin arkasında durmuyorsa, misal hukuk fakültesinde PKK’nın dağdan inişine yönelik yasal düzenleme alternatifleri üzerine panel düzenleyen akademisyenleri kim koruyacak? Bu sorumluluğu nasıl alsınlar, üniversitelerine neden güvensinler Sayın Çetinsaya?