Dr. Süheyla Yıldız
Antisemitizm, ülkemizde tüm canlılığı ile “varlığını” ve “sürekliliğini” uzun yıllar boyunca koruya gelmiştir. Koronavirüs yıllarında da artarak devam eden antisemitizm ise bu yazıyı ve devamındaki 2018 yılında yaptığım daha önce hiçbir yerde yayınlanmayan röportajı sizinle paylaşmamın en önemli etkeni oldu.
Dünya, koronavirüs hastalığının bir pandemiye dönüştüğü zorlu bir yılı geride bıraktı. Herkes virüsün yarattığı korku yüzünden zorlu koşullarda gündelik ihtiyaçlarını karşılamak için çaba göstermekte. Böyle bir dönemde Türkiye Yahudileri koronavirüs yüzünden de aşağılanma ve dışlanmayla karşı karşıya kaldı.
Esas olarak antisemitizmle mücadeleyi odağına alan Avlaremoz platformunda, sosyal medyada ve bazı basın organlarında koronavirüsün bir “Yahudi oyunu”, “İsrail’in işi” olarak veren birçok komplo teorisi ve nefret söylemi bu süreç içinde deşifre edildi.
Türkiye’de herhangi bir “sorun” “İsrail’in işi” olarak görüldüğü zaman Türkiyeli Yahudiler geçmişte yaşadıkları “acı tecrübelerden” dolayı tedirgin olurlar. Çünkü böyle zamanlarda açıkça ve rahatlıkla antisemitizm yapılır ve birçoğumuz birbirinden farklı türden musibetin arkasında İsrail’i aramanın bir antisemit anlayışın ürünü olduğunu da bilmeyiz. Sahi İsrail ile Türkiyeli Yahudilerin ne alakası vardır? İsrail nerededir? Orada kimler yaşar? Yakın mıdır Türkiye’ye?
İsrail, Türkiye’de hakkında bilgiye değil ağır önyargılara dayalı kanaatlerin rahatça ve yaygın bir şekilde açıklanabildiği bir ülkedir. Türkiye medyasında olduğu gibi Türkiye Yahudi basınında da “İsrail’in ne olduğu”, “neden tüm kötülüklerin anası olarak değerlendirildiği” konusunda “önyargısız” bir bakışla yapılan gözlemlere dayalı soğukkanlı değerlendirmelere ve bilgilere pek rastlayamıyoruz.
Yahudi mirasının güçlü ama uzun zamandır unutulmuş olduğu Çanakkale’nin bir köyünde doğdum büyüdüm. Düşünüyorum da çocukluğumdan itibaren ABD’nin eyaletlerini, hatta Latin Amerika’yı dolayısıyla Hristiyan dünyayı biraz olsun tanıdık. Pembe diziler sağ olsun! Paskalya yumurtası tokuşturmayı biliyorduk ama Hamursuz ekmeğini bilmiyorduk! Hem de Türkiye Yahudi nüfusunun bir zamanlar en yoğun yaşadığı şehirde! Çanakkale’de!
Bizim ülkemizde tarih derslerinde Holokost da öğretilmez. Hele ki benim gibi taşradaki küçük kentlerde büyüyen çocuklar “Orta Asya’dan gelen Türkler” dışında ülkede tarih boyunca kimlerin yaşadığını ya geç öğrendi ya da hiç bilemedi!
Günümüz Türkiye’sinde konu Yahudiler ve İsrail’e gelince hala öğrenecek çok fazla bilgi yoktur “ortalıkta”! En azından ilkokulda 6 milyon Yahudinin sırf kimliklerinden dolayı öldürülmüş olduklarını öğrenseydik, bugün “İsrail’de kimler yaşar”ı bilir, İsrail’in kuruluş nedenlerini anlamaya çalışırdık! Ve hatta kendi coğrafyamızdaki diğer kimlikleri ve yaşanan acıları da felaketleri de öğrenirdik! İsrail-Filistin çatışmaları konusunda da eleştirilerimizin birçoğunu ya da bir kısmını belki yine yapardık ama bu bilgiler sayesinde bağlamı bilerek daha soğukkanlı ve hakkaniyetli bir şekilde yapardık.
Filistin sorunu, İsrail’i kelimenin her iki anlamıyla “tanımamıza” yani hem kabul etmemize hem de öğrenmemize engel oluyor. Ama Filistin sorunu İsrail’i tanımamıza engel olmamalı, bu sorunu görmezden gelmeksizin İsrail’i ve İsraillileri [İsrailli Yahudiler ve İsrail vatandaşı Araplar] tanımalıyız diye düşünüyorum. Tam da bu nedenle o malum coğrafyada bir süre yaşamış Umut’la konuşmak istedim. Umut, İsrail’e öğrenci olarak araştırma yapmak için giden “Müslüman eşittir Türk”lerdendir.
Kabul edilmelidir ki ülkemizde İsrail konusunda, çok azımız olumlu yargılara, büyük çoğunluğumuz da olumsuz önyargılara sahip. İlerleyen sayfalarda aktardığım röportajımda İsrail’e “öğrenmeye açık olarak” giden bir gencin, Umut’un İsrail’ini anlatacağım. Aşağıda da göreceğiniz gibi Umut, İsrail’e önyargısız bir şekilde giden ve bu anlamda çok ender bulunabilecek biri. Dolayısıyla, görüşmecim bu anlamda çok ilginç biri. Kendi deyişiyle “boş sayfa” gibi gitmiş oraya. Boş sayfanın İsrail deneyimiyle nasıl dolduğunu Umut’un röportajında göreceğiz. O nedenle bu röportajda İsrail’e övgü ya da yergi değil, daha çok İsrail hakkında gözlemle edinilmiş tespitler göreceksiniz.
İyi hatırlıyorum, Türkiyeli bir Yahudi arkadaşım bana “Süheyla, biliyorsun değil mi ülkemizde İsrail konusu mayınlı alan!” demişti. Bunu duyunca TRT’deki Amerikan yapımı filmlerdeki cesur Amerikan askerlerinin mayınların nerelerde olabileceğini tahmin edip mayınlara basmadan da ilerleyebildiğini hatırladım. Metaforda hata olmaz, ben de yaptığım röportajda “günümüz şartlarını” da göz önünde bulundurarak bunu denedim. Umut’un İsrail’deki yaşam deneyimleri üzerinden “çoğunlukla mayınlara basmamaya çalışarak” (ama bu durum Amerikan askerleri örneğinde olduğu gibi mayını görmediğim ve göstermediğim anlamına da gelmemeli) İsrail’i Umut’un deneyimlerinden hareketle tanımaya ve anlamaya çalıştım. İlginize ve değerlendirmelerinize sunuyorum.
S.Y.: Umut, sizdeki “Yahudi” algısı İsrail’e gitmeden önce nasıldı?
U:İsrail’e gitmeden önce çok da bir “Yahudi algım” yoktu açıkçası. Türkiye’de Türkiyeli Yahudi arkadaşlarım vardı, İsrail’den de sadece bir kişi tanıyordum. Yani sorunuz antisemitizmle ne kadar alakalı olduğumu anlamaya çalışıyorsa eğer, şöyle diyebilirim ki bence ben hiçbir zaman antisemit olmadım. Çünkü dediğim gibi Türkiye’de Türkiyeli Yahudi arkadaşlarım oldu ve ben hep kimlikleri yüzünden insanların aşağılanmasına, dışlanmasına karşıydım.
İsrail’e gelirsek… Bugün ancak İsrail’den döndükten sonra söyleyebilirim ki orası öncelikle hataları ve doğruları ile bir ülke. İsrail bence ülkemizde bir “ülke” olarak tanınmıyor. Ben de meğer tanımıyormuşum. Kronikleşmiş Filistin meselesini ise az çok biliyorum sanıyordum ama sonradan oraya gidince gördüm ki o kadar da bir bilgim yokmuş. O yüzden, aslında, İsrail’e ben biraz da “boş bir sayfa” gibi gitmişim diyebilirim.
Hep bu “Yahudiler şöyle Yahudiler böyle” türünden nefret söylemleri ve komplo teorileri bu kimliği tanımamakla alakalı bir şey. Bunu artık bizim gibi insanlar biliyor ama Türkiye toplumu hala bu konuda çok zayıf.
Burada tekrardan belirtmek istiyorum; ben İsrail üzerine olacak olan bu röportajı kabul ederken İsrail’i konuşmanın Türkiye’deki Yahudi kimliğine zararından çok faydasının olacağını düşündüğüm için kabul ettim.
S.Y.: İsrail’de yaşamaya başladıktan sonra bu kimlikle ve İsrail’le olan ilişkiniz değişti mi?
U: Oraya gidince tabi doğal olarak baya bir İsrailli Yahudi ile tanıştım. Buradaki Yahudi arkadaşlarım elbette İsrailli değiller. Tanıdıklarımın aralarından arada oraya turist olarak gidip gelenler olsa bile orada yaşayan, oranın kültürüne bürünmüş insanlar değillerdi. İsrail’e gittikten sonra birçok kesimden İsrailli Yahudiyle tanışmış oldum. “Birçok kesimden” derken hani dünyanın bir sürü farklı yerlerinden geldikleri için böyle diyorum.
Bilindiği gibi İsrail Yahudileri, dünyanın birçok yerinden gelen ve hala gelmekte olan Yahudilerden oluşmakta. Yüzyıllarca başka topraklarda yaşayıp sonra İsrail’e göç etmiş olan insanlar. Benim gözlemlerim bu göçlerin hep antisemitizm kaynaklı acılar yüzünden olduğunu göstermektedir. Bu anlamda kültürel çeşitlilik inanılmaz! Mesela Türkiyeli Yahudiler cemaati var! Ayrıca İsrail vatandaşı Filistinli büyük bir nüfus da var.
Oraya gidince de “Yahudi algımda” bir değişiklik olmadı. Çünkü bende önceden de hani tüm dünyada olan o antisemit düşünceler bağlamında bir “Yahudi algısı” olmadığı için yani demek istediğim bir önyargım olmadığı için çok büyük bir değişiklik olmadı. Ben İsrail’de yaklaşık bir yıl geçirdim. Bir de bulunduğum çevre çok güzeldi. Bu yüzden de bir sürü güzel anılarım oldu.
S.Y.: Bizim toplumumuzda tarih boyunca gayrimüslim azınlık kimliklerine karşı bir önyargı var olagelmiştir. Sizin kendinizdeki muhtemel oluşabilecek önyargıları yok etmenizde ya da var etmemenizde ne etkili oldu?
U: İlginç bir soru. Ben kendimi bildim bileli Türkiye’deki kimliksel her türlü azınlıklığın kolektif haklarının olsun bireysel haklarının olsun her zaman haklarının korunması gerektiğini, ayrımcılığa uğramamaları gerektiğini düşünen bir insandım zaten.
Ama herhalde bendeki esas büyük bilinçlenme üniversite zamanlarımda oldu. Etnik, dinsel, cinsel farklı kimliklerden insanlarla tanışarak, o kimlikler hakkında okuyarak üniversite zamanında daha fazla bilinçlenme yaşadım diyebilirim. Tabi bu bağlamda üniversiteyi bir metropolde ve seçkin bir üniversitede okumamın etkisi de bence büyüktür. Demek istediğim küçük şehirde okusaydım bu kadar şanslı olamayabilirdim!
Zaten dediğim gibi ben çocukluğumdan beri her zaman ayrımcılık karşıtı bir insan oldum. Bu konuda ailemin etkisi var diyebilirim. Sonuçta bir çocuk ayrımcılığın ne demek olduğunu öğrenir. Yani demek istediğim ayrımcılık karşıtı olma durumu doğuştan gelen bir özellik değildir, öğrenilen bir şeydir. Ailem bu konuda bana baya yardımcı olmuş!
S.Y.: Üniversite yıllarında farklı kimliklerden insanlarla tanışmış olmanın önyargıları azaltmakta faydalı olduğunu söylediniz. Bu kimliklerin arasında Yahudi kimliği var mıydı?
U: Vardı evet ama daha önce de dediğim gibi üniversiteye başlayınca aslında hiçbir kimlik hakkında belirgin önyargılarım yoktu. Ama tanışmak, tanımak, arkadaş olmak başka bir şey! Çünkü artık tanıdığın için bire bir yaşıyorsun o kişiyi! Hayatında hiçbir Yahudiyi tanımamış olsan da tamam benim gibi önyargıların olmayabilir, ayrımcılık karşıtı bir insan olabilirsin ama iletişim, o temas, o kişinin gündelik hayatına girmek, onu kendi yaşantına katmak olayları farklılaştırıyor! Ve bu durum, yani ilişki halinde olma, farklı kimliklerden insanları birbirlerine karşı empati kurmaya itiyor. Bu da bana göre birçok insanın içindeki toplum tarafından kodlanmış o önyargıları siliyor.
İsrail hakkında daha önceleri ne düşünüyordunuz? Oraya gidince olumlu/olumsuz bir “sürpriz” yaşadınız mı?
Giderken çevremden bazı kişiler mesela şöyle bir tepki vermişti: “Aaa İsrail mi? Aman dikkatli ol, nasıl olacak acaba!?” Bir de ben gitmeden önce İsrail Filistin’de bir operasyon gerçekleştirmişti [2014 İsrail-Gazze çatışmasından bahsediyor], yani tam İsrail-Filistin meselesinin kızıştığı bir dönemdi. Dolayısıyla etrafımdan bazıları baya bir “dikkatli ol”larla beni uğurladı. Ama bende böyle bir “dikkatli olayım madem” düşüncesi yoktu.
Çünkü İsrail’in en azından ülkemize oranla daha güvenlikli bir yer olduğunu az çok biliyordum. Hiç öyle bir korku üzerinden gitmedim oraya. Zaten ben oraya akademik bir araştırma yapmak vesilesiyle gittim. Bazı konularda İsrail’in Türkiye’ye benzer yanlarının olduğunu biliyordum. Vatandaşlık algısında mesela…
Açıkçası orada kaldığım süre boyunca olumsuz bir şey yaşamadım. Oraya gittiğimde sadece bir İsrailli tanıyordum. O arkadaşın üzerinden arkadaş çevresi edindim. Onun sayesinde de güzel bir yaşantının içine dahil oldum.
Nerelere gittiniz? Farklı mekanlarda farklı deneyimler yaşadınız mı?
Ben Tel Aviv-Yafa’da kaldım. Onun dışında Kudüs’e gittim tabi. Kudüs’e gidişim geziydi ama bazen araştırmam için de gezdim. Hayfa’yı, Akka’yı, Beerşaba’yı gezdim. Büyük şehirlere gittim daha çok. Gidilebilecek her yere gitmeye çalıştım. Sadece çok güneye yani Kızıldeniz tarafına gidemedim. Küçük bir ülke olduğu için zaten birçok yer birbirine yakın ve böylelikle ülkeyi kısa zamanda gezmeniz, tanımanız çok mümkün.
Bu süreçte Filistin’e geçtiniz mi?
Evet Batı Şeria’ya gittim. Orada El-Halil ve Ramallah şehirlerini gezdim. Oralara iki günlük bir gezi kapsamında gittim. İsrail’i, sadece Tel Aviv-Yafa’dan değil sınırın ötesinden görmek çok ufuk açıcıydı.
Sizce İsrail’de şehir değiştikçe ortam, ilişkiler değişiyor mu? Tel Aviv’deki hayatla Kudüs’teki hayat aynı mı?
Ben Kudüs’te öyle uzun süreli yaşamadım, sadece Tel Aviv-Yafa’da yaşadım. O yüzden benim bu konuda karşılaştırma yapmam doğru olmaz. Ama tabi Kudüs’te hayatın “farklı” olduğunu orada yaşayan arkadaşlarım söylüyorlardı. Ben Kudüs’e çok kısa süreliğine gittim. O kısa süre içinde de tabi bir “farklılık” fark ettim. Mesela Kudüs’te daha fazla asker varlığı söz konusuydu. Nasıl diyeyim… Ortamı daha gergin hissetmiştim. Tel Aviv biraz daha özgürlükçü, daha liberal bir yerdi oraya göre. Tel Aviv’de de tabi ortalıkta askerleri görüyorsun ama Tel Aviv’de daha farklı bir hava vardı.
Hayfa da çok güzeldi. Daha küçük, daha küçük olduğu için belli yerlerin olduğu ve insanların oralara gittiği, birbirlerini tanıdığı ve farklı kimlik gruplarının daha rahat ettiği bir yer gibiydi. Böyle bir hava vardı. Bu arada Kudüs çok güzel bir yerdi. Hani o gerginlikleri anlatıyorum ama onun dışında üç dinin kutsal mekanlarının orada olmasından dolayı o spiritüel havayı, o inanılmaz tarihi geçmişi görmek ve hissetmek baya ilginç bir deneyimdi.
Mesela Kudüs’ün daha muhafazakâr bir yer olduğunu kente ayak bastığın anda hemen görebiliyorsun. Bunu özellikle de kıyafetler üzerinden görebiliyorsun. Kadınların giyimi üzerinden olsun ya da ne bileyim mağazalarda satılan, vitrinlerdeki o kıyafetler üzerinden olsun tüm bunlar üzerinden şehrin muhafazakârlığını görebiliyorsun. Mesela Kudüs’te koşer [Museviliğe göre yenilmesinde dinen bir sakınca bulunmayan gıdalar] işaretlerini daha fazla görmüştüm.
Gözlemlediğiniz kadarıyla toplum genel olarak koşere dikkat ediyor muydu?
Ben orada bir çevrenin içindeydim. Bu çevre de daha çok sol görüşlü, seküler yetişmiş ve o şekilde yaşayan kişilerdi. O yüzden benim çevremde hiç kimse dikkat etmiyordu. Ama dediğim gibi mesela Mc Donalds gibi bir yerde ya da işte gündelik yaşamda koşer işaretlerini görüyordum.
Hamursuz bayramında sadece matza [Hamursuz bayramında yenilen mayasız ekmek] yeniliyordu. O zaman bazı süpermarketler kapatılmıştı, ekmek yenmiyordu. Ya da marketlerin ekmek satan bölümleri kapalıydı. O benim dikkatimi çekmişti. Ben mesela İsrail’e gitmeden önce böyle özel günlerde İsrail’de marketler kapatılmaz, isteyen istediğini alır diye düşünmüştüm.
Mesela o yüzden ben de baya bir matza yemiştim, bu çok hoş bir deneyimdi. Ama tabi aradığında ekmek buluyordun yine. Özellikle Arapların yaşadığı bölgelerde açık marketler buluyordun.
Şabat vakti sokaklarda sessizlik oluyor muydu? Şabata hiç katıldınız mı?
Yok, benim bulunduğum Tel Aviv-Yafa’da hiç öyle bir durum yoktu. Ama Kudüs’e gittiğim zaman ilginç deneyimler yaşadım. Orada mesela işte o vakitlerde gerçekten araba kullanılmıyordu falan. Aileleriyle şabat yemeğini önemseyen ve her hafta ailelerinin yanına giden bir iki arkadaşım vardı. Ya da birkaç dini ritüeli yerine getirmeye çalışan arkadaşlarım vardı. Hatta biri eski sevgilimdi.
Bir keresinde ben de katılmıştım bir seder’e [Hamursuz bayramı kutlamaları esnasında yapılan dini törenli yemek]. Ama klasik versiyonundan çok daha farklıydı. LGBTİ+ arkadaşların kendi aralarında yaptığı bir sederdi. Normalde herkes normal seder yapıyor, onlar da onun böyle daha LGBTİ+ versiyonunu yapıyorlardı.
Bir dini metin okuyorlar, bir sürü güzel yemek hazırlanıyor, yemek yiyorsun. Mesela arkadaşlar o geleneksel okuma metnini değiştirip LGBTİ+ versiyonunu yapmışlardı. Kendi aralarında okuyorlardı. Okudular, şarkılar söylendi, yemek yedik falan. Ama daha önce de dediğim gibi genel olarak benim çevrem dini bayramlarını çok kutlamıyordu.
Türkiyeli Yahudi cemaatinden kişilerle tanıştınız mı orada? Nasıl bir hayat yaşıyorlardı?
Türkiyeli Yahudi cemaatinden sadece bir kişiyle tanıştım. O da buradaki arkadaş grubumun aracılığıyla az çok tanıdığım bir arkadaştı. Onun dışında Türkiye’den göç etmiş bir Yahudiyle hiç karşılaşmadım. Gittiğim yerlerde de karşılaşmadım. Sadece işte çok önceden aileleri göçmüş ama İsrail’de doğup büyümüş ikinci, üçüncü kuşaktan olan kişilerle karşılaştım. Ama onlar artık İsraillilerdi yani Türkiye ile çok bağları kalmamış insanlardı. Benim karşılaştıklarımın aileleri İzmir’den göçmüşlerdi. Gözlemlerime göre Türkiye kökenli Yahudilerden ilk kuşaklar hariç diğer kuşaklar ulusal entegrasyonunu tamamlamışlar.
Genç kuşak Türkiye kökenlilerden Türkçe bilen biriyle hiç karşılaştınız mı?
Aslında Türkçeyi anlayan kişilerle karşılaştım baya ama çoğunun konuşma pratikleri yoktu. Sadece ailelerinden duydukları öyle ufak tefek birkaç Türkçe kelimeleri telaffuz edebiliyorlardı. Türkiyeli Yahudilerin komünote [cemaat, topluluk] şeklinde yaşadıkları yerler de varmış duyduğum kadarıyla. Bat Yam tarafında var derlerdi. Komünote şeklinde, mahallevari bir yerde yaşıyorlarsa belki de koruyorlardır bir şekilde Türkçeyi çünkü kendi aralarında konuşuyorlardır.
Benim karşılaştığım kişiler zaten entegre olmuş kişilerdi. İsrail’de doğmuş büyümüş oldukları için espri olsun diye sadece ufak tefek kelimelerle Türkçe konuşuyorlardı, hani “ben de birazcık Türkçe biliyorum” diye.
Üniversite ortamınız nasıldı?
Ben saha çalışması yapmaya gittiğim için üniversitede ders alma olayım olmadı. Üniversitem başka bir şehirdeydi. O yüzden hiç üniversitemin bulunduğu şehirde kalmadım. Dolayısıyla o kampüs ortamını yaşamadım. Yafa’da yaşıyordum ve zaten orada da görüştüğüm bir hoca vardı. Ve o hocayla da farklı yerlerde görüşebildiğim için üniversiteye çok fazla gitmem gerekmedi.
Orada yaşarken siyasal hayatı takip ettiniz mi?
Evet.
Sizce İsrail özgür bir ülke mi?
Bu, nereden baktığına bağlı. İsrail’de çok geniş ve birbirlerinden farklılaşmış ve benzerlikler de taşıyan bir sürü grup var. O grupların gözünden baktığın zaman İsrail bir kısmı için çok özgür, bir kısmı için otoriter, bir kısmı için otoriter değil. Ben kendi kişisel hayatımda herhangi bir kısıtlamayla karşılaşmadım.
Ama işte çevrede karşılaştığım, deneyimlediğim şeyler üzerinden söylersek; İsrail çok ilginç bir yer! Mesela bir yandan liberal ve özgürlükçü bir kanat var. Küçük bir kanat ama giderek gelişen. Bir yandan radikalleşmiş sol bir kanat var, çok daha küçük bir çevre. Geniş bir çevre ise nasıl diyeyim daha Netenyahu üzerinden gidenler. Yani daha muhafazakârlar, işte daha çok Yahudi dinine, kültürüne referans vererek yaşayanlar.
Yani bir yandan LGBTİ+ pride week oluyor, işte gey yürüyüşleri oluyor, Türkiye’ye oranla çok fazla gelişmiş bir LGBTİ+ hareketi var. Ya da ne bileyim çıplak plajlar olabiliyor. Tel Aviv’de daha liberal yaşayan insanların bir batı ülkesinde, batı demokrasilerinde görebileceğin ortamlara sahip olduğunu görüyorsun.
Ama bir taraftan da mesela Tel Aviv’deki ekonomi daha gelişmiş olduğu için Batı Şeria’dan Tel Aviv’e gelmiş, illegal olarak çalışmak durumunda kalan, oradan da ailesine para gönderen Filistinliler görüyorsun. İllegal işçi olarak çalıştığı için daha güvensiz koşullarda olduğunu, daha fakir bir koşulda yaşadığını görüyorsun. O kişilerin aynı özgürlükleri aynı şekilde yaşamadığını görüyorsun. Bence İsrail bir birey için hem çok özgür olunabilen hem de olunamayan bir yer!
Özellikle Filistin’le olan problem çözüldüğü zaman İsrail tam da Batı demokrasilerindeki gibi bir ülke olabilir. Ancak o şekilde özgür, demokratik bir ülke olur diyebilirim. Çünkü o potansiyel ve koşullar var.
Sizce İsrail Batılı mı Ortadoğulu mu?
Hem Batılı hem Ortadoğulu bence. Aslında benim İsrail maceram ilginçti. Oraya gittiğim zaman farklı bir vizyon edindim diyebilirim. Çünkü ben daha önce Ortadoğu’da hiç bulunmamıştım. Avrupa’ya, Amerika’ya gitmiştim. Mesela bir keresinde eğlenmek için dışarıya çıktığımızda oryantal bir eğlence kültürü ile karşılaştım. Daha böyle Ortadoğu daha Arap melodilerinin de olduğu… Çünkü orada Filistinli İsrail vatandaşlarının yanında aynı zamanda Arap ülkelerinden gelmiş Yahudi gruplar da var. Öyle oryantal esintili gecelerle karşılaştım.
Türkiye Ortadoğu’da olsa da İstanbul’da bizim oryantal ve Arap etkisinden görece uzak büyüdüğümüzü fark ettim. Aslında Arap kültürüyle ne kadar çok bağlantımız var. Din üzerinden olsun, coğrafya üzerinden olsun, tarih üzerinden olsun… Ama İsrail’de bize birçok yönüyle uzak olduğunu fark ettiğim bir kültürle karşılaştım.
Ama bir yandan da dediğim gibi mesela çok Avrupai, çok batılı müziğin çaldığı ya da eğlence tarzının da o şekilde olduğu bir sürü mekân ve eğlence hali de vardı. O yüzden gündelik yaşamda her ikisi de bir aradaydı diyebilirim. Bence İsrail, gündelik yaşamda Batı’nın ve Ortadoğu’nun etkisinin birbirine karıştığı bir yer!
Türkiye’yle kıyasladığınızda İsrail’i nasıl buluyorsunuz? Bu sorum açık uçludur…
Aslında her iki ülke de belli noktalarda birbirlerine benziyorlar. Mesela kimlik temelli toplumsal sorunlar bağlamında benzer tartışmalar yapılıyor. Etnisite, cinsiyet, toplumsal cinsiyet ya da diğer çeşitli azınlık kimlikleri üzerinden yapılan tartışmaların orada da benzer bir şekilde yapıldığını gördüm. Vatandaşlık algılarında benzer bir sürü noktanın olduğunu gördüm.
İnsan ilişkileri nasıldı? İnsanlar birbirine karışıyorlar mıydı? Müslüman olmak bir dışlanma nedeni olabiliyor muydu?
Ben öyle bir dışlama olayıyla karşılaşmadım. İnsanlar birbirlerine karışıyorlar bazen tabi bir sürü olay falan oluyor. Onları duyup görüyorduk ama benim gündelik yaşamımda karşılaştığım herhangi bir şey olmadı. Orada geçiciydim, turistvari bir şekilde yaşadım. Tabi orada gerçekten yaşasam daha farklı olur muydu onu da sorgulamıyor değilim.
Yine de gördüğüm kadarıyla diyebilirim ki belirli bir “ayrışma” var. Karışık bir şekilde yaşama da var ama bazı yerlerde sadece veya çoğunlukla İsrail vatandaşı Araplar yaşıyor. Bazı yerlerde Yahudiler yaşıyor. Yani öyle bir ayrışma var. Tabi büyük şehirlerde daha kaynaşmış durumdalar.
Bir keresinde kuzeyde yaşayan Yahudi bir arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Onların kaldığı kibbutz vardı. Orada sadece Yahudiler kalıyordu ama başka bir köyde mesela sadece Araplar kalıyordu. Daha karışık köylerin olduğu yerler de gördüm. Ama benim kaldığım yer dediğim gibi Tel Aviv Yafa’ydı, orada Yahudiler ve Araplar daha birbirine karışmış şekilde yaşıyorlardı.
İsrail’de vatandaşlık algısı nasıldı? Mesela din üzerinden miydi?
Türk milliyetçiliğinin İsrail milliyetçiliği ile birbirlerine benzer olduğunu düşünüyorum. Orada da vatandaşlık algısı din üzerinden kuruluyor.
Bilindiği gibi ülkemizde “Müslüman Türk = Türk’tür” düşüncesi hala canlılığını korumaktadır. İsrail’de de “İsrailli = Yahudi ve Musevi’dir” algısı mı vardı?
Evet, azınlıklar açısından baktığında birinci sınıf vatandaş olma anlamında böyle bir algı vardı. Ama bu sadece Yahudiler ve Araplar arasında olan bir şey değil gibi geldi bana. Mesela Etiyopya kökenli Yahudiler ile Aşkenaz [Doğu Avrupa kökenli olan Yahudilere verilen addır] Yahudiler arasında da bir ayrım vardı. Gözlemlerime göre; Aşkenaz kökenli Yahudiler birinci sınıf vatandaştı.
Etiyopyalı Yahudilere azınlık muamelesi mi yapılıyordu?
Bir keresinde Etiyopyalı Yahudilerin yaptığı bir kitlesel eylem olmuştu. Etiyopya kökenli Yahudilere uygulanan polis şiddetine karşı bir eylemdi. Kendilerinin de Yahudi ve eşit vatandaş olduklarını söylüyorlar ama siyahi oldukları için ayrımcılığa uğradıklarını dile getiriyorlardı. Müslüman Eritreli ve Sudanlı göçmen nüfusuyla birlikte siyahilere olan şiddeti protesto etmişlerdi.
Arap ülkelerinden gelen Yahudiler ile Doğu Avrupa’dan gelen Aşkenazlar arasında da bir ayrışmanın var olduğunu gördüm. Gündelik yaşamlarında birinin diğerini daha aşağı gördüğü, doğu batı sendromu dediğimiz, Türkiye’de de yaşadığımız, Avrupai olanın daha el üstünde tutulduğu, beyaz olanın daha değerli olduğu oryantalist bir tutum. Azınlık kesimden insanlar böyle bir ayrımcılığa uğradıklarını söylüyorlardı.
Günümüz İsrail’inde Aşkenaz ve Mizrahi [Doğulu anlamına gelip Orta Doğu, Kuzey Afrika, Orta Asya ve Kafkasya’dan gelen Yahudilere verilen genel addır] ayrımının hala var olduğunu gördüm.
Herhangi bir ortamda Arap-Yahudi atışmasına/gerginliğine hiç şahit oldunuz mu?
Mesela bir barda otururken bir politik muhabbet açıldığında ki o da Filistin meselesi oluyordu insanların birbirleriyle tartıştıkları gördüm. Birbirlerine bağırdıklarını gördüğüm de oldu ama bunu hiçbir zaman kavga ya da daha yüksek seviyede bir şiddet olarak görmedim. Kaba şiddeti ancak internet üzerinden, haberlerden, ikinci elden tanıklıklarla gördüm.