İşhan Erdinç
Çeşitli nedenlerden ötürü son yıllarda Ermenistan pasaportu alan Türkiye Ermenileri’nin sayısı arttı. Az da olsa Ermenistan’a yerleşenler de var. Bir konferans vesilesiyle 2018 yılında Ermenistan’da tanışan Hrag Papazian ve Aykut Öztürk, bu konuya odaklanan akademik bir çalışma gerçekleştirdi: ‘Between Passports and Belonging: Practices of dual citizenship among Armenians of Turkey’ (‘Pasaport ve Aidiyet Arasında: Türkiye Ermenileri Arasında Çifte Vatandaşlık Uygulamaları’) Hrag Papazian ayrıca ‘Armenians of Turkey in Armenia: conditions, issues, recommendations’ (‘Ermenistan’daki Türkiye Ermenileri: koşullar, sorunlar, öneriler’) başlıklı bir makale de kaleme aldı. 2020 yılının yaz ayında başlayan çalışma, 2021 yılının ilk aylarında tamamlandı. Öztürk ve Papazian ile yaptıkları çalışma üzerine konuştuk.
İki ayrı çalışma yapıldı ama ilk olarak Ermenistan pasaportu alan Türkiyeli Ermeniler’den başlamak istiyorum. Ermenistan pasaportu alınmasındaki en önemli etken nedir? Geçmişten günümüze Türkiyeli Ermenilerin zihinlerinde Ermenistan’a yönelik fikirlerde büyük bir değişim var mı?
Aykut Öztürk: Ermenistan’a yönelik fikirlerde elbette ki bir değişim var çünkü dünya değiştikçe iki ülke arasındaki ilişkiler de değişiyor. Bu bağlamda, görüşmecilerimize yönelttiğimiz sorulardan biri “Ermenistan’ı hayatınızda ilk defa ne zaman duydunuz?” oldu. Bu soru elbette ki birçokları için naif görünebilir, ancak soruya verilen cevaplarda çok anlamlı ve kuşak farkını işaret ettiğini gözlemledik. Özellikle 1970’ler ve 1980’lerin başında doğan kuşak için Ermenistan ilk defa 1988 Gümrü Depremi ile zihinlerde yer bulan ya da başka bir deyişle zihinlerdeki muğlak yeri netleşen bir yer oluyor. 1990’lardan sonra bu algı Ermenistan’dan Türkiye’ye gelen göçmenler üzerinden şekilleniyor. Deprem sonrası dönem aynı anda Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı, Azerbaycan ile savaşa girildiği ve ülkede ciddi derecede yokluk çekildiği bir dönem olduğu için gelen göçmenlerin içinde bulundukları ekonomik ve ruhsal durum olumsuz bir algı yaratmış gibi görünüyor.
90’lardan sonra ise iki temel eğilim görüyoruz. Birincisi bu dönemde doğan kuşak için Ermenistan hep “olan” bir yer. Kısacası önceki kuşaklar gibi bir anda varlığı netleşen bir yer değil. Burada önemli olan ise bu kuşak yavaş yavaş önce ergenlik sonra yetişkinlik çağına geçerken Ermenistan’dan Türkiye’ye gelenlerin niteliğinin de değişmiş olması. Göçmenler dışında, çeşitli projelerde çalışan gazeteci, sanatçı ve öğrenciler gelmeye başladılar. Hatta ve hatta sadece merak edip gelen, normalde turist deyip geçeceğimiz, ancak geldiği zaman Türkiye’deki Ermenilerle kalıcı ilişkiler kurmayı başaran Ermenistanlılar da oldu. Bu bağlamda Türkiye’ye gelen Ermenistanlılar çeşitlilik kazandı. Aslında 90’lardan önce doğan ve genel algısı olumludan çok olumsuz olan kuşaklar için de Ermenistan algısının böylece değiştiğini belirtmek mümkün.
Ancak, vatandaşlık başvuruları genel anlamda bu yer yer değişen dönüşen ilişkilerden bağımsız olarak gerçekleşiyor. Hrag’ın en son Ermenistan Pasaport ve Vize Dairesi ile iletişime geçip teyit ettiği bilgiye göre son 10 yılda yaklaşık olarak 1.500 Türkiyeli Ermeni, Ermenistan vatandaşlığına başvurdu ve bunlardan yaklaşık olarak 1400’ü vatandaşlığa kabul edildi. Elbette ki araştırmamız için bu insanların hepsiyle gidip görüşmemiz mümkün değildi, yalnız görüştüğümüz herkesin ortaklaştığı çok ama çok önemli üç temel nokta var. Birincisi; tarih algısı çok döngüsel, yani tarihi olayların birbirinin hem devamı hem de tekrarı olduğu bilgisi insanların gelecekleri hakkında bir fikir veriyor. Bu durum elbette ki Türkiye’deki toplum mühendisliği ve bunun getirdiği şiddet tecrübeleriyle doğrudan ilintili. Neredeyse görüştüğümüz herkes genel olarak ikinci bir ülke vatandaşlığını arzu ettiğini, Ermenistan değil de başka bir ülke olsaydı yine başvuracaklarını belirtiyor.
Vatandaşlık başvurularındaki ikinci neden ise günümüzdeki politik, ekonomik ve insan hakları alanındaki ‘daralmadan’ kaynaklanıyor. Bu nokta çok önemli çünkü insanların gündelik hayatta arzu edip elde edemedikleri şeyler, gelecekte ne şekilde davranacakları konusunda belirleyici oluyor. Aslında artık hepimize malum olduğu üzere, bu sıkışmışlık bir tek Türkiyeli Ermenilere mahsus değil, ülkedeki farklı pek çok kesimin ortaklaştığı bir duygu durumu. Ancak, genel anlamıyla Türkiye’ye uygulanan vize dayatmaları nedeniyle “yurt dışına çıkamamak” bu sıkışmışlık durumunun dile getirildiği en somut örnek olarak öne çıkıyor. İşte bu noktada, Türkiyeli Ermeniler AB-Ermenistan arasında 2017 yılında imzalanan Ortaklık Antlaşması’nın gelecekte blok içerisinde serbest seyahat imkanı getireceği fikrindeler ve bu nedenle de vatandaşlık başvuruları ivme kazanmış durumda. Bu durum tabii ki sadece Türkiyeli Ermenilerin ekonomik sınıflarıyla ile ilgili değil, yurtdışında yaşayan pek çok akraba, arkadaş ve tanıdıkları olması yüzünden. Kısacası ulus ötesi ağlar yine ulus ötesi yolculuk yapma isteğini de beraberinde getiriyor.
Yaptığımız görüşmelerin en çarpıcı bulgusu bazı Türkiyeli Ermenilerin Ermenistan ile kurdukları bu yeni bağın adını vatandaşlık değil pasaport sahipliği olarak dillendirmesi. Başka bir deyişle, görüşmecilerimizin bir kısmı kendilerini ikinci yahut üçüncü bir vatandaşlığa başvuran kimseler olarak görmüyorlar. Bu noktada ikimiz de bu durumun doğrudan Türkiye’de vatandaşlığın diğer ülkeler nazaran daha katı, daha sıkı tanımlanmış olmasından ileri geldiğinde hemfikiriz. Türkiye’de vatandaşlık devlet ve insanlar arasındaki bir yasal ilişki olarak değil, bir aidiyet meselesinin dışavurumu olarak algılanıyor. Bu yüzden de görüşmecilerimizin “Ben aslında Ermenistan pasaportuna sahibim” demeleri de aslında pek de şaşırtıcı değil.
Hrag Papazian’a sormak istiyorum. Rapor kapsamında görüşmeler de yaptınız. Sizin gözlemleriniz neler?
Hrag Papazian: Aykut’un da belirttiği üzere, Ermenistan vatandaşlığına başvurular genelde pratik nedenler üzerinden şekilleniyor. İkinci bir pasaporta sahip olmanın seyahat ve hareket özgürlüğü için paha biçilmez bir meta olması en temel motivasyon kaynağı diyebiliriz. Ancak vatandaşlık başvurularının sadece ve sadece maddi/materyalist nedenleri var dersem indirgemeci bir yargıda bulunmuş olurum. Vatandaşlık ve aidiyet meselesinin duygu durumu ve duygulanım (affect) bakımından tezahürlerini görmezden gelmemeliyiz. Kısaca belirtmem gerekirse, yine birlikte yazdığımız makalede de belirttiğimiz üzere, iki önemli nokta daha var. Birincisi, Türkiyeli Ermeniler “yurttaşlıklarının” ve vatandaşlık bağından doğan eşit haklarının tanınması için bitmek bilmez bir mücadele içinde oldukları kadar kendilerinin tarihsel olarak ‘yeteri kadar Türkiyeli’ de sayılmadıkları ve dolayısıyla da ‘üvey vatandaş’ muamelesi gördüklerinin oldukça farkındalar. Bu bağlamda, yaptığımız görüşmeler bütün bu başvuru sürecinin başka bir yönünü de gün yüzüne çıkardı. Başka bir ülkenin vatandaşlığını özellikle de Ermeni vatandaşlığını elde etmek, Türkiyeli Ermenilere ‘üvey vatandaş’ olmanın aksine ‘tam vatandaş’ olmanın, bir yerde tereddütsüz kabul görmenin ümidini de beraberinde getiriyor. İkincisi, bu başvuru sürecinin içindeki bir sürü insan için, başvurunun kendisi, Ermenistan’a fiziksel olarak yapacakları ilk yolculuğun da temel sebebi oluyor (ki bu durum aynı zamanda iki ülke arasında diplomatik ilişki olmamasının doğrudan bir sonucu). Bu yüzden de bazı görüşmecilerimiz için Ermeni kimliğinin bir ‘istisna’ olmaktan çok bir ‘norm’ olduğu bir yerde, kendi Ermeniliklerini de daha önceden bilmedikleri bir biçimde tecrübe etmelerine neden oluyor.
‘Ermenistan’da Türkiye Ermenileri’ başlıklı raporda kültürel farklılıklara değiniyorsunuz. Türkiye’den Ermenistan’a gidenler nasıl bir kültür değişimi yaşıyor? Ermenistanlıların Türkiye Ermenilerine bakış açılarında hâlâ ön yargı var mı?
H.P.: Tabii ki uzunca bir raporu birkaç cümle ile özetlemek mümkün değil. Biraz önce Türkiyeli Ermenilerin Ermenistan vatandaşlığına başvururken belki de tam ve tavizsiz bir aidiyet ümidiyle yola çıktıklarını belirtirken, halihazırda Yerevan’a taşınmış kişilerle yaptığımız görüşmelerde durumun bundan ibaret olmadığını da gördük. Maalesef, görüşmecilerimizin Ermenistan’da da kimliklerinin Türkiyeli olmaktan ileri gelen (vatandaşlık, dil, ad veya soyadı gibi) unsurları pek hoşgörü ile karşılanmıyor. Her ne kadar bu durum geçen 30 yıl içinde azalmış gibi görünse de Ermenistan’a göç eden ve birkaç yüz kişiyi geçmeyen bu grup, Ermenistanlıların genel olarak Türkiye ve Türkiye’deki Ermeniler hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğini belirtiyor – ki bu durumun yer yer dışlayıcı davranışlara neden olması kaçınılmaz. Elbette ki Ermenistan’a göç eden Türkiyelilerin Ermenistanlılara yönelik kendi tavırları da entegrasyonu biraz zora sokuyor. Aykut’un da bahsettiği üzere, hem İstanbul’a iş bulmak amacıyla göç eden Ermenistanlılarla olan etkileşimler sonucu ortaya çıkan ve yeniden üretilen kimliğe dair klişeler, hem de daha önce tecrübe etmedikleri yeni değerler ve normlar bütünü (yani kısacası oradaki ‘Ermeni kültürü’) nedeniyle görüşmecilerimiz Ermenistan’da yaşayan Ermenileri farklı ve yer yer mesafeli buluyorlar. Hatta bazı uç örneklerde görüşmecilerimizin ‘Eğer bunlar da Ermeni ise biz neyiz?!’ diye serzenişte bulunduklarını da gördük. Tabii ki böylesi keskin şekillerde ifade edilen farklılıklar, meydana gelen kültürel şoklar ve yanlış anlaşılmalar Ermeni ve Türk toplumlarının zaman içerisinde yavaşça birbirine açılmasıyla azaldı. Örneğin, daha genç göçmenler Ermenistan’da daha yumuşak tecrübeler yaşadıklarını ve daha pozitif muamele gördüklerini belirtiyorlar.
İki ülke ilişkilerinin geliştirilmesine yönelik görüşlerini paylaşanlar var mı? Bunları gözlemleme fırsatınız oldu mu?
A.Ö.: İki ülke arasındaki kapalı sınır, ilişkilerin gelişmesine yönelik olarak algılanan en büyük engel olarak algılanıyor. Görüştüğümüz her görüşmeci sınırın açılmasının iki ülkenin birbirini daha iyi tanıması ve daha sıkı ilişkiler kurulabilmesi adına elzem olduğunu belirtti (ve belki de başka hiçbir soruda böyle bir ağızbirliği gözlemlemedik). Yalnız, sınırın kapalı olmasının da kendi başına tarihsel bir takım gelişmelerin bir sonucu olduğunu irdelemeye çalıştığımız zaman görüşmeciler genel olarak sessiz kalmayı tercih ettiler. Bu durumun tersten okumasını yaparsak da aslında kapalı sınırın halihazırda var olan başka pek çok sorunun cisimleşmiş hali olarak da algılandığını iddia edebiliriz. Bu konuda ayrıca yeni yayın ve sunumlarımız olacak.
Kaynak: Agos