Sizinki Hangisi ?

[ A+ ] /[ A- ]

Radikal İki
Mete ÇUBUKÇU

Ergenekon davası, kriminal bir suç örgütü davasından çıkartılıp ciddi bir sorgu süreci ile 25 yıllık Kürt savaşı deşildiğinde, inanılmaz bağlantılar çıkacaktır. Ama buralara gitmek de cesaret ister

Ergenekon davasının tozu dumanı arasında Necip Hablemitoğlu’nun karısı Prof. Şengül Hablemitoğlu dava açıklığa kavuşana kadar Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Yönetim Kurulu üyeliğinden istifa etti. Yazılanlara göre Şengül Hablemitoğlu, “Ben kimlerle yan yana durmuşum” demişti. Bugünden baktığımızda eğer olaylar aydınlanırsa daha kaç kişinin aynı aldatılmışlığı yaşayacağını bilmiyoruz. Ama Türkiye’nin yakın tarihinde onlarca karanlık olayı tezgâhlayanların “muteber” kişiler olarak hâlâ aramızda dolaştığını tahmin etmek güç değil. Ergenekon Türkiye’nin karanlık, kirli bir gerçeği. Bu yüzden her türlü musibeti üç-beş yıla sıkıştırmadan, geçmişe set çekmeden, devletin bekâsı söz konusu olunca frene basmadan bu gerçekle yüzleşmek zorunlu.

1950’lerde başlayan bu örgütlenme zaman içinde farklılıklar gösterse, isim değiştirse de temelde oturduğu kaide aynı: Devletin bekâsı adına kirli, yasadışı ilişkiler, ceza muafiyeti, kollanma, kaos yaratma, provokasyon, cinayet, katliam. Yani 6-7 Eylül olayları, 1 Mayıs, 16 Mart katliamları, Maraş ve Çorumlar, faili belli olan, olmayan onlarca solcunun, Kürdün ve aydının kurban gittiği cinayetler.
50 yıl öncesinin Ergenekon örgütlenmesi ile şimdi deşifre olan, bazı noktalarda farklı olabilir ya da değişik isimlerle anılabilir. Dünya değişiyor, Türkiye’nin siyasi, sosyolojik, uluslararası konumu nedeniyle tabii ki Ergenekoncuların yöntemleri, gayri nizami harp konsepti de değişiyor. Ancak farklı gibi görünen örgütlenme biçimlerindeki “derin” oluşumlar temelde aynı zihniyetin ürünü. Bu yüzden yeni Ergenekon soruşturmasından yola çıkarak aslına, ana gövdeye yönelmek gerekiyor.
Benzerlik ve farklılıklar

Soğuk Savaş döneminde, 1952’de bizzat ordu tarafından kurulan “Özel Harp Dairesi”, ismi itibarıyla çok açık olduğu için Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla anılıyordu. Kuruluşu, bugünlerin MGK’sı olan Milli Siyaset Kurulu’nun kararı doğrultusunda gerçekleşmişti. Yani devletin gizli ama meşru kuruluşuydu. Yaptıkları da devletin derin kanadı tarafından saklandı, gizlendi. O yıllardan bu yana daireyle bağlantılı olan subay ve sivillerin yer aldığı oluşum genel olarak hep Ergenekon olarak anıldı. Bu yüzden şimdiki Ergenekoncuların eskisiyle bağlantısı tabii ki var; zaten aksi mümkün değil. Ama farkı, Türkiye ve dünya paradigmasının değiştiğinin farkında olmayanların “sahiplerini” yemeye çalışmaları, dünyadaki emir-komuta zincirinin dışına çıkmaları.

Özel Harp Dairesi ardından 90’lı yıllarda genelde PKK’ya karşı kurulan Özel Kuvvetler Komutanlığı ya da anonim adıyla kontrgerilla denilen örgütlenme, iki ana unsurdan oluşturuldu. Birincisi özel harp eğitimi alan profesyonel askerlerden. İkincisi muhtemel bir Sovyet işgalinde cephe gerisinde askerlerle birlikte direnişi örgütleyecek sivillerden. Her meslekten ve her kesimden seçilen bu siviller, muhtemel bir işgalde kullanılacaktı. Bu amaçla Türkiye’nin dört bir yanında gizli cephanelikler oluşturuldu. Görevi ise olası Sovyet işgali durumunda cephe gerisinde halkı seferber etmekti. Sovyet işgali hiçbir zaman gerçekleşmedi. Bu durumda silahlar ve karanlıkta kalan katliamlar, sol ve demokratik güçlere yöneldi. NATO çerçevesinde hemen her ülkede kurulan bu örgütlenmeler, o ülkelerdeki sol güçlerin gelişmesini engellemeyi hedefliyordu. İtalya, Fransa, Almanya, Türkiye, Yunanistan’da aynı oyunları oynadılar. Yönetmen ise ABD’ydi. Ancak Soğuk Savaş bitti. Düşman konsepti değişti, bazı Ergenekoncular bu değişikliğe ayak uyduramadı.

İddianamede öne çıkan isimlerin eski ordu mensupları olması, Özel Kuvvetler’den yetişmesi, PKK’ya karşı savaşta görev almaları sözünü ettiğimiz birincil unsura uyuyor. Ancak, sivil hayatta bu tür yöntemleri devam ettirmeye çalışmaları, “sivil çetecilik” ve kriminal ilişkiler tasfiyelerini zorunlu kılmış gibi görünüyor. Ayrıca, ikincil unsur olarak barındırılan sivillerde nitelik değişikliği söz konusu. Eski muhbirler, tetikçilerin yanı sıra gazeteci, akademisyen ve hukukçular da “istihdam” ediliyor artık . Özel Harp Dairesi adlı önemli bir çalışma yapan Ecevit Kılıç’a göre 1990’larda bu daire sivilleri sözünü ettiğimiz bu çevrelerden seçiyor. Bu yüzden ana gövde ve deşifre olan Ergenekon uzantıları bu çerçevede örtüşüyor. İddianameye konu olan birçok gazeteci, akademisyen var. Ya konu olmayanlar? Belki onları hiç öğrenemeyeceğiz ve “temiz kalacaklar”.

Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler Komutanlığı ya da adı her neyse bu tür yapı içinde olanlar, TSK’nın çeşitli talimnameleri çerçevesinde eğitim alıyor. Amerikan ordusundan devşirilen bu talimnameler, kontrgerilla faaliyetlerini enine boyuna anlatır, gizli değildir. Adam kaçırmadan kaos yaratmaya, bomba atmaktan psikolojik harekata kadar birçok örtük operasyon bu talimnameler aracılığı öğretilir. Her dönem, her tecrübeyle yenilenir. Vietnam’dan, Noriega operasyonundan çıkarılan derslere yer verilir. Türkiye’de de 1980 öncesi kullanılan yöntemlerle PKK’ya karşı savaş biçimi farklıdır. Ergenekoncuların ana gövdesi de, şimdiki çetecilerin bir kısmı da bu tezgahtan geçtiği için bütün bu yöntemleri bilir. Bu yüzden şu anda deşifre olanların ana gövdeden çok kopuk oldukları düşünülemez, yani ana gövde şimdiki çetecilerden bağımsız, ilişkisiz değildir. Ama artık ana gövde tarafından dışarı atıldıkları da ortada.
Uluslararası konjonktür.

Sovyetler’in dağılmasından sonra ABD’nin dünyaya bakışı, düşman algılaması ve beklentisi artık farklı. 11 Eylül saldırıları, Afganistan ve Irak işgalleriyle birlikte Amerika, Ortadoğu’da eskiden olduğu gibi kendine sadık, kendi siyaseti çerçevesinde “rahatsızlık” yaratmayacak ülke ve yönetimlerle “iş tutmayı” tercih ediyor. Komünizmin yerini radikal İslam tehdidinin aldığı bir dönmede, ABD de kendisiyle uyum içinde çalışacak ülke arıyor: Bu, Ürdün gibi bir monarşi, Suudi Arabistan gibi en koyu, en baskıcı bir krallık, Türkiye gibi kendine has demokrasiyle ilerleyen bir ülke olabiliyor. ABD için önemli olan bölgedeki hegemonyasını yürütebilmek. TSK içinde bazılarının farkında olmadığı bu değişen konjonktürdür. Sovyetler dönemindeki bu işbirliğinden rahatsız olmayanlar, her darbe sonrası sola yüklenip inanılmaz acılar yaşatırken şimdi ordu içindeki bazı grupların “bağımsızlık” adına “Rusya-Çin ekseni gibi” hayalci bağımsızlık anlayışları da saflıktır.

TSK içinde bu değişimi fark edenler en azından 2003-2004 yıllarındaki Ayışığı, Sarıkız olarak adlandırılan darbe girişimlerine karşı çıktılar ama yeni döneme dair yönlerini nasıl çizeceklerini tayin edemediler. Ancak, şimdiki Ergenekon çetecileri tüm bu değişimlerin farkında olmayıp, üstelik büyük ağabeyleri ABD’ye bile kendinden menkul bir milliyetçilikle kafa tutarak, hatta “bu ülkede ABD desteği olmadan darbe yapılamaz” şiarını bildikleri halde ana gövdeden bağımsız hareket etmeye başlayarak kendi tasfiyelerini kendileri başlattılar.

Keza iddianame de bu noktaya değinerek “herkesin Ergenekon’unu kendine” misali bir anlamda geçmiş dönemi es geçiyor. Savcılığın iddianamede, TSK’nın bu işin içinde olmadığını vurgulaması, dışında tutmaya çalışılmasının tercümesi de “ben bu kadar derine inebiliyorum” olsa gerek.
Şu anda mahkemede olanların Ergenekon’un ana gövdesinden bağımsız olduğunu düşünmek zor. Fark, ana gövdeden kopanların “harcandıklarının” farkına varamamaları. Dava Türkiye’nin şeffaflaşmasında önemli bir şanstır. Ama işi abartıp derin devletin kendi içindeki temizliğini ana gövde Ergenekon’un temizlenmesi gibi algılamak yanıltıcı olabilir.

Bu, kriminal bir suç örgütü davasından çıkartılıp ciddi bir sorgu süreciyle 25 yıllık Kürt savaşı deşildiğinde inanılmaz bağlantılar çıkacaktır. Ama buralara gitmek de cesaret ister. Türkiye bu cesareti göstermedikçe buzdağının görünen yüzüyle oyalanır durur. Ana gövde Ergenekon’da kendini “temizleyerek” yeni sahiplerine hizmete devam eder.