Nehir Doğan
Emperyalist küreselleşme ile birlikte tek tek ülkelerde faşist iktidarların yükselmesi ve kadınların mücadele ile elde ettiği kazanımları hedef alması tesadüf değil. Salt cinsel politikaya dayalı bir mücadelenin sınırları, faşizmin sınırlarına dayanarak yeni bir eşiği atlamayı zorunlu kılıyor. Elbette her bir ülkenin geçmişi ve devrimci/demokratik mücadele deneyimleri farklılık taşıyor. Ancak özellikle kadınlar başta olmak üzere kitlelerin eylemleri dünya halklarına ortak mücadele deneyimi ve mirası bırakıyor. Bu mirası sahiplenme ve birbirimizden öğrenme düzeyimiz ise yeni yol arayışlarımızda önümüzü aydınlatıyor. Bu nedenle faşist şeflik rejiminin yönetme krizi yaşadığı, kadın hareketinin kazanımlarına ve siyaset yapma hakkına saldırılarını artırdığı bu süreçte Şili’deki kadın hareketinin antifaşist mücadele deneyimine kısaca bir göz atmakta fayda var.
1959’daki Küba Devrimi’nden sonra Allende, halkçı programla halk tarafından seçilmişti. General Pinochet, CIA ve ABD’nin de desteğiyle 11 Eylül 1973 tarihinde askeri darbeyle Allende hükümetini devirip 1990 yılına kadar faşist diktatörlükle ülkeyi yönetti. Neoliberal ekonomi politikası ile eğitim ve sağlık hakkını ücretli hale getirdi, yoksulluğu ve işçi sınıfının sömürüsünü derinleştirecek yapısal değişiklikleri hayata geçirdi, demokratik hakları askıya aldı, Pablo Neruda, Violeta Parra, Victor Jara gibi Latin Amerika kültür mirasını temsil eden sanatçıları katletti. Kadın bedenine, cinselliğine ve haklarının gasp edilmesine yönelik politikaları güvenceleyen yeni bir darbe anayasası yaptı.
1988 yılında başkanlık süresinin dolması ile birlikte sözde demokratik bir seçimle yeniden başkan olma hesabı yapan Pinochet, bu defa Şili halkının başkaldırısı ile karşılaştı. “Pablo Neruda’nın koca gölgesinin altında bir arada: ‘Hayır’ diyen Şili halkına eşlik etmek için buradayız” diyenler sadece demokrasiye değil; yalana, korkuya, adaletsizliğe ve diktatörlüğe de ‘hayır’ diyordu.
Halkın diktatörlüğe ve kalıntılarına karşı bitmeyen öfkesi, devleti 2020 yılına kadar 52 kez değişime uğrayarak toplam 270 maddesi değiştirilen darbe anayasasını toptan değiştirmeye mecbur bıraktı. 25 Ekim 2020 yılında salgına rağmen Piñera hükümeti, yeni anayasa referandumuna mecbur kaldı. Büyüyen ekonomik kriz, eşitsizlik, neoliberal politikalar, emeklilik ve sağlık reformlarının tetiklediği referandumda, Şili halkı gençlerin ve kadınların oyları ile yeni anayasaya ‘evet’ dedi.
Şili’de kadınlar darbe anayasasının değişik zamanlarda revize edilmesine rağmen faşist ve kadın düşmanı yapısının devam ettiğinin farkında olarak mücadelenin eksenine faşizmin yıkılmasını oturttu.
Faşizmin güncelliğinin kavranmasi
1973-1988 yılları arasında neoliberal politikaların, antidemokratik uygulamaların ve yasaların ilk hedefinde kadınlar vardı. Dolayısıyla kadınlar kadın düşmanlığının devlet politikası olduğunu ve erkek-devlet şiddetinin birbirini beslediğini hiç unutmadı.
25 Ekim’de Piñera’yı anayasa değişikliğini oylamaya açmak zorunda bırakan sebepler yalnızca yoksulluk, güvencesizlik ve ekonomik eşitsizlik değildi. Artan kadın cinayetlerinin, tecavüzün, farklı cinsel yönelimlerin ret edilmesinin, kürtajın yasak olmasının, kadına yönelik suçların cezasızlık politikasının; toplumsal öfkeyi büyütmesi ve kitlelerdeki direniş ruhunu birleştirmesiydi. Gençlerin ulaşım zammı eylemlerinden kadınların kürtaj yasağına, farklı ulusal topluluklardan LGBTİ+ mücadelesine kadar her türlü söz-eylem-örgütlenme yasağının faşizmin devamı olduğu bilincindeydiler. Toplumsal hafızası ve kadınların kendi tarihsel deneyiminden öğrenmesi, demokratik haklar ve cinsel özgürlük mücadelesinin antifaşist özellik taşıması gerektiğini asla unutturmuyor.
Özelleştirilen su, emperyalistlere peşkeş çekilen doğal kaynaklar, ücretli sağlık ve eğitim, ucuz ve güvencesiz çalışma gibi birçok politika, Şili’de devlet politikası. Darbe anayasası değişse bile faşizme ve onun neoliberal politikalarına karşı mücadele etme zorunluluğu değişmiyor.
Kadin özgürlük mücadelesinin toplumsal mücadele ile bağı
1980 askeri darbesi ve ardından gelen yıllar kadın hareketinde sıçrama yaratırken faşizmin cinsel politikasının sınıf mücadelesi ile bağını da görünür kıldı. Darbe anayasasına dayanarak yapılan her türlü yasa, en fazla kadınları etkiliyordu. İşçi sınıfını açlığa ve yoksulluğa, gençleri geleceksizliğe mahkum eden politikaların arasında kadınların emeklilik yaşının yükseltilmesi, sağlığın ücretli hale getirilirken gebelik döneminde yapılan harcamaların ücretlendirilmesi, kadına özgün rahatsızlıkların iş iznine dahil edilmemesi, kadınların ucuz iş gücü olarak güvencesiz koşullarda çalıştırılması ve gençlerin eğitim hakkı mücadelesi gibi sınıf mücadelesinin birçok gündemi, kadın özgürlük mücadelesinin de özel gündemi oluyordu. Gençlik işgal, yürüyüş ve toplantılarla kadın hareketini de büyütüyordu. Üniversite öğrencileri, müfredatların içeriğine ilişkin özgün talepleriyle yaptıkları eylemlere, tacizcilerin cezasız kalmasını engelleyen cinsel şiddet karşıtı protokolün uygulanmasını, tacizcilerin eğitim alanlarından uzaklaştırılmasını da ekleyerek cinsel istismar ve cinsel şiddetin görünür olmasını da sağladı.
Hem diktatör Pinochet hem de ardıllarının faşist politikaları, kadın hareketi ile emekçilerin yan yana gelme zeminini güçlendirdi. Aynı zamanda toplumsal gündemlere kadın yanlı bakma, kadın özgürlük mücadelesini cinsel politika ile sınırlamama şansını da açığa çıkarttı. Kitlelerin 2019 yılına damga vuran ulaşım zammı için sokağa dökülmesi ve sokak sanatçısı Camilo’nun katledilmesi ile eylemlerin kadına yönelik devlet şiddetine dönüşmesi bu durumun temel göstergesidir. Las Tesis dansı ile dünyaya duyurulan kadın cinayetlerine gösterilen öfkenin tarihsel kökeni, taciz ve tecavüzün devlet politikası oluşuna, gözaltında kaybetme saldırısının kadınların hafızasında hala canlılığını korumasına dayanıyordu.
Öyle ki kürtaj hakkı mücadelesi, sadece devletin kürtajı yasaklayan kadın düşmanı politikalarını değil, aynı zamanda darbe anayasası ile devletin yükümlülüğünden çıkarılan ücretsiz sağlık hakkının kazanılmasını da hedefliyordu. Diğer taraftan kadın cinayetleri ve sistematik tacizlere karșı banliyölerde yaşayan kadınlar için güvenli alanlar oluşturmak amacıyla bölgesel kadın meclisleri oluşturuldu ve bu meclisler kadınların toplumsal gündemler etrafında da buluşmasına yol açtı. Yerli halk Mapuchelere yönelik devlet saldırılarına, suların ve toprağın kirletilmesine, madene karşı çıkan dayanışma ve kadın kolektifleri oluşturuldu.
Mücadelenin değişik biçimlerinin meşruluğu
Şili kadın hareketi, faşizme karşı mücadele biçimlerinin çeşitliliği, militanlığı ve aynı zamanda devrimci kitle şiddetinin kadınlar için zorunluluğunun kavranması bakımından da önemli bir örnektir. Referandum süreçlerinde yaratıcı kitle propagandasından dansı eyleme dönüştürmeye, polis şiddetine aynı biçimde karşılık vermekten eylemlerde Viktor Jara’nın müziği ile direnmeye kadar bir dizi eylem biçimini ortaya koydu. Nasıl ki faşizmin emekçi ve kadın düşmanı yasalarının sınırı yoksa kadınların antifaşist mücadelesinin de sınırı yok. Eylemin şekline değil muhtevasına ve politik odağına dikkat kesilen kadın hareketi, yaratıcılıkta sınır tanımıyor.
Dünyanın her yerinde faşizmin özü değil sadece biçimi değişiyor. Şili kadın hareketinin başarısı, biçim ile öz arasındaki şekilsel farka takılmadan mücadele etmesinden geliyor. Aynı biçimde antifaşist mücadeleyi tarihsel deneyimine dayanarak ama kaba taklitçiliğe düşmeden geliştiriyor.
Kaynak: ETHA