Sevag Balıkçı Eylemi Basın Açıklaması

[ A+ ] /[ A- ]

Sevag Şahin Balıkçı’nın, Ermeni Soykırımının 96. yıl dönümü olan 24 Nisan 2011’de, zorunlu askerliğini yaptığı sırada silah arkadaşı Kıvanç Ağaoğlu’nun silahından çıkan kurşunla “kazara” öldüğü söylendi.

Ermeni olmanın bedelini bu kez Sevag hayatıyla ödedi. Sevag’ın vurulmasının ardından, 1,5 saat arayla iki tutanak tutulduğu ortaya çıktı. Jandarma Başçavuş Mesut Baştaş ve Uzman Jandarma Kıdemli Çavuş Ziyattin Yılmaz’ın yazdığı raporda, sanık Ağaoğlu’nun silahını Sevag’a doğrulttuğu yazılıydı. Bu tutanaktan sonra Mesut Baştaş ve Ziyattin Yılmaz’ın yanı sıra Cumhuriyet Savcısı Turan Gökçe, Kâtip Erdoğan Kaval ile Karakol Komutanı Kenan Üzyetici imzalı bir başka raporda da Sevag’ın kazara öldüğü anlatılıyordu. İki tutanak arasındaki farklılık, delillerin karartılmış olabileceği şüphesini güçlendirdi. Sonunda foyaları ortaya çıktı. Tanıklardan Halil Ekşi ifadesini değiştirerek, Ağaoğlu’nun silahını dolduruşa alıp Sevag’a ateş ettiğini ve Ağaoğlu’nun akrabalarının kendisine Kıvanç lehine ifade vermesini söylediğini belirtti. Tutanak rezaletinin de gösterdiği gibi, Sevag’ın hayatını koruması gereken komutan, bunu yapmadığı gibi, tanıklar üzerinde baskı kurmuş ve cinayeti örtbas etmeye kalkışmıştı. Suçunun ne olduğunu dahi bilmeyen öğrenciler, basın emekçileri, akademisyenler, Kürt siyasetçiler ve devrimciler; sırf düşündükleri, sorguladıkları ve eleştirdikleri için tutsak edilirken, Sevag Şahin Balıkçı’nın katil zanlısı daha ilk duruşmada serbest bırakıldı!

Kışlalarda işlenen cinayetler “şaka”, “intihar” gibi bahanelerle daha önce de örtbas edilmeye çalışıldı. Devletin bu kanlı ve kirli sisteminde yer almayı, onlardan emir almayı, ölmeyi ve öldürmeyi reddedenler, savaş karşıtları ve vicdani retçiler, uzun hapis cezalarıyla karşı karşıya bırakılıyor, tutuldukları disko denilen disiplin koğuşlarında komutanların emirleriyle baskıya, kötü muameleye, tehditlere ve işkenceye maruz kalıyorlar. Hepimizin bildiği bu işkenceler sonucunda Uğur Kantar, Celal Kabar ve onlar gibi yüzlerce insan hayatını kaybetti.

2012 yılı içerisinde basına yansıyan 34 asker intiharı vakası var, ne yazık ki ölümlerin önemli bir bölümü de basına yansımıyor. Bu nedenle gerçek sayılar aslında bunun çok üzerinde. Mayıs 2012′de açıklanan resmi rakamlara göre 22 yılda 2221 asker intiharı yaşanmış. Dikkat çeken başka bir nokta ise “intihar eden” ya da “şaka” sonucu ölen insanların çoğunun Kürt, Alevi veya Ermeni olması…

Farklı etnik kimliklere karşı duyulan kin ve düşmanlık, ülkede her daim canlı tutuluyor ve bu nefret, ilkokul sıralarından başlayarak körpe zihinlere kazınıyor. Tarih kitaplarında Ermeniler, Rumlar, Süryaniler ve diğer ‘ötekiler’ hain ya da Türk halkını sırtından bıçaklayan halklar olarak tanıtılıyor. Bu tedrisattan geçen çocuklar da, askerde bile olsa tahammülsüzlüğünü gösterip bir Ermeni’yi kolayca “kazara” öldürebiliyor.

Hrant Dink Vakfı’nın 4 ayda bir yayımladığı ‘Medyada Nefret Söylemi İnceleme Raporu’nda da gördüğümüz gibi, her dönem Ermeniler, Rumlar, Kürtler ve Yahudiler en çok nefret söylemine maruz kalan topluluklar oluyor. Bu ırkçılık sadece okul sıralarında değil, evlerimizin içine giren gazetelerde de varlığını görünür kılıyor, basın özgürlüğü başlığı altında Türk-Sünni ve hatta erkek olmayanlar her daim hedef tahtasında tutuluyor. İnsanlar, zorunlu tutuldukları “kutsal görevini” yaparken dahi, mensup oldukları etnik aidiyetleri nedeniyle ayırımcılığa maruz kalıyor, yaşam hakları ihlal edilmek suretiyle infaz ediliyor.

Türk ve Sünni olmayanlara karşı üretilen bu nefret söyleminin kaçınılmaz sonucu ise nefret suçları oluyor; Ermeni olduğu için bir taksiciden şiddet gören bir kadın, yine Ermeni olduğu için hakaretlere ve tehditlere maruz kalan ve ülkeyi terk etmek zorunda kalan Marmarisli bir kadın esnaf, Hocalı mitinginden sonra evinin bahçesine “Ermeni yalanına sessiz kalma!” yazılı bir şapka atılan bir başka Ermeni kadın, hayatını idame ettirebilmek için göçtüğü Türkiye’de, tüm iyi niyetiyle bir adamı seven ve ona inanan fakat sonunda kendisine şantaj yapıldığı için intiharı seçen Ermenistanlı bir kadın, askerde “intihar” eden Kürt gençleri, inançları aşağılanan Aleviler ve Ezidiler ve askerde “kazara” ölen veya öldürülen Sevag bu nefret suçlarının en görünür kurbanları. Öte tarafta ise bu suçların faillerini korumak ve semirtmek için tüm imkânlarını seferber eden Devlet.

Son 150 yıldır ülkenin resmi ya da “gayri resmi” iktidarları, tek tipleştiremediklerini kurban etmeye doymadı. 1915′te olduğu gibi, bir Ermeni’yi öldürmek ülkede meşruluğunu hâlâ koruyor ve katiller hiçbir şekilde cezalandırılmıyor. Ülkede ırkçılık ve şovenizm, devlet yetkilileri tarafından, farklı etnik gruplara karşı her daim tetikleniyor. Tüm bunların sonucunda nefret söylemi ve nefret cinayetleri sıradanlaşıyor. Rakel Dink’in Hrant Dink’in cenazesinde söylediği gibi: “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz.” İşte biz, bugün, bu ırkçı karanlığı sorgulamak için buradayız.

Bu ırkçı karanlık sona erene dek SEVAG SENİ UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ!

NOR ZARTONK