Seçim Müteşebbis Heyeti’ne Düşen

[ A+ ] /[ A- ]

Rober KOPTAŞ
Agos Gazetesi

Türkiye Ermenileri, önümüzdeki aylarda cumhuriyet döneminin altıncı patriğini seçecekler. Seçimin uygun koşullar altında yapılması, halkın iradesinin sandığa yansıması ve çıkacak sonucun adil olması anlamına gelecek. Bu da, müstakbel patriğin meşruiyetinin teminatı olacak. Dolayısıyla, seçim sürecini düzenlemekle görevli olanlar, salt bir seçim organize etmiyor, aynı zamanda geleceğe dönük önemli bir işlevi de yerine getiriyor.

Ermeni Kilisesi, patriklerini halkoyuyla seçme geleneğiyle, diğer kiliselerden ayrılıyor. Dini yönetim – cemaat bütünleşmesinin bu ileri örneği, 19. yy.da sekülerleşme mücadelesi veren Ermeni aydınların, Amiraların cemaat işleri üzerindeki sultasını kırmaya çalışan esnaf grubunun yardımıyla kazandığı başarının bir sonucu. 1863’te kabul edilen Ermeni Milleti Nizamnamesi bu mücadeleyle şekillenmiş ve patriğin yetkilerini sınırlayarak sivillere toplum işlerinin yönetiminde önemli mevziler kazandırmıştı.

Nizamname, cemaatin iç işleyişine dair esasları belirliyor, ruhani alan dışında kalan toplumsal meseleleri sivil komisyonlara devrediyor, zamanın koşullarına uygun bir örgütlenme sağlıyordu. Cumhuriyetin katı laikçilik anlayışı bu yapıyı sindiremeyecek, cemaatin merkezi yönetimini (Azkayin Getronagan Varçutyun) ve sivil komisyonları ortadan kaldıran baskıcı politikalara yönelecekti.

Bu baskıcı politikaların verdiği zararlar nedeniyle, yeni patrik seçimini örgütlemekle yükümlü Seçim Müteşebbis Heyeti’ne büyük sorumluluk düşüyor. Çünkü uzun zamandır dile getirildiği gibi, Patrikliğin bir hukuki statüsü ve tüzüğü yok. Dolayısıyla, patrik seçimleri de, bağlayıcılığı olan bir hukuki metne göre değil, her seçim döneminde gözden geçirilerek esas kabul edilen bir talimatnameye göre yapılıyor.

Hakkaniyete hiç de uygun olmayan bir durum bu. Zira bu uygulamaya dayanak olan 1961 tarihli Bakanlar Kurulu kararı, bu talimatnamenin ‘bir defaya mahsus’ ve ‘geçici’ olduğunu söylüyor. Ancak, devletin, Patrikliğe hukuki statü tanımamaya dair ayrımcı siyaseti, kendi sözünü dahi çiğneyerek, ‘bir defaya mahsus’ ve ‘geçici’ olduğu söylenen bir metni, her patrik seçiminde cemaate bir kez daha dayatıyor.

Seçim Müteşebbis Heyeti’nin öncelikli görevi, bu haksız uygulamaya bir son verilmesini talep ederek, kalıcı bir seçim talimatnamesini hayata geçirmek olmalı. Çünkü, kadük kalması gereken 1961 talimatnamesi pek çok sorun barındırıyor: Seçmen yaşını 18 değil 21 olarak düzenlemesi, delege dağılımında mevcut şartları dikkate almaması, patrik olma niteliklerini sayarken ‘babadan Türk olmak’ gibi ırkçı veya ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin itimadına mazhar olmak’ gibi anlamsız kriterler öne sürmesi, bunlardan yalnızca birkaçı.

Hal böyleyken, bu sorunları gidermek için çalışması gereken Müteşebbis Heyeti, yakın bir zamanda patrikliğe aday olduğunu açıklayacak olan Başepiskopos Aram Ateşyan’ın başkanlığında 21 Aralık’ta yaptığı toplantının sonunda, İstanbul Valiliği’nden seçim izni ve talimatnamesinin gelmesini bekleme kararı aldı. Heyet bununla yetinmeyerek, seçimin 1961 talimatnamesine göre yapılmasının beklendiğini açıkladı.

Yani, görevi seçimin en uygun koşullarda yapılmasını gözetmek olan seçim heyeti, topu devlete atarak, hatalı uygulamanın sürmesine zemin hazırlamış oldu. Duyumlarımıza göre, heyet içerisinde “Bizim işimiz yeni kural yaratmak değil, eskilerinin uygulanmasını sağlamak” görüşünü savunanlar ağırlıkta. Oysa toplumun beklentisi, adil bir seçimi garanti edecek yeni bir talimatname hazırlanması yönünde. Ve elleri kolları bağlayıp bu yeni talimatnameyi Valilik’ten beklemek, hayalcilikten başka bir şey değil.

Türkiye ve dünyanın büyük bir hızla değiştiği, AB’ye üye olma hevesinin bürokrasinin kadim reflekslerini giderek zayıflattığı, hükümetin her fırsatta gayrimüslimlere sorunlarının çözümünde gerekli kolaylıkları sağlayacağını açıkladığı bir zamanda, patrik seçiminin, çoktan tarihin çöp sepetini boylaması gereken kadük 1961 talimatnamesine göre yapılması düşünülemez.

Seçim Heyeti’nin üyelerinden beklenen, görev bilinciyle hareket edip gerekeni yapmaları. Aksi halde, alacakları kararların vebalini ağır bir yük olarak daima taşıyacaklardır.

2010 masası

Bu kutuda yazmaya başlayalı beri bu dördüncü yılbaşı. Daha önceki üç yeni yıla hep şiirle girmiştik.

Önce Taniyel Varujan’ın ‘Takdis’iyle: Dünyanın doğu tarafında / Barış olsun. / Tarlanın apak çığırlarına / Kan değil, ter damlasın / Ve çınlarken akşam çanı / Eğilsin herkes takdise…

Sonra, üç yıl önce kaybettiğimiz ve bugün çok özlediğimiz Zahrad’ın, ‘Yeniyıl Hediyesi’yle: Geceyarısı ışığını söndürme sakın / Perdeye düşen gölgeni seyredeyim bari hasretle / Ve yaz güneşlerinden kopardığım ışıl ışıl hediyeni / bırakıp eşiğine uzaklaşayım…

Geçen yıl, yine Zahrad’ın ‘Hayal’iyle (çünkü onun şiirlerinde hayata dair ne ararsanız buluyorsunuz): Doğdu insan – göçtü insan / ömrü hayatında / hiç değilse bir gün / yirmi dört saat / gönlünce yaşayan / özgür / bütün çiçeklerin sevdiği / tek günlük bir kelebeğe / dönüşemedi.

Bugün, memleket pek de aydınlık zamanlardan geçmiyor. Ancak bu karanlık, yeni yılda tünelin ucunda her şeye rağmen bir umut ışığı görmemize engel değil.

Yeni yıl dileği, fakirin ekmeği, yani umut.

2010’da, Edip Cansever’in şiirindeki gibi, masanızın üzerine, iyisiyle kötüsüyle hep hayatı koyun: Çiçekleri, sütünüzü yumurtanızı, pencereden gelen ışığı, bisiklet sesini, ekmeğin, havanın yumuşaklığını, uykunuzu, uyanıklığınızı, tokluğunuzu, açlığınızı koyun. Eh tabii, masa da masa olsun, bir iki sallansın dursun, bana mısın demesin o kadar yüke.