Buse Söğütlü
Bugün 24 Nisan. Ermeni soykırımının üzerinden 107 yıl geçti.
Nor Zartonk, soykırımın 100’üncü yıldönümünde “Böyle bir ülkede mi yaşamak istiyorsun kardeşim? Öldürenin suçunun yanına kâr kaldığı, adaletsizliğin ödüllendirildiği bir ülkede mi yaşamak istiyorsun?” diye soruyordu. İnkar sürdü, dolayısıyla soykırım da…
‘Öldürenin suçunun yanına kâr kaldığı’ bir ülkede bu 107 yıl içinde cinayetler işlendi, Ermeniler ‘bir güvercin tedirginliği’ içine hapsedildi.
Türkiyeli Ermenilerin kök saldıkları ve nesiller boyu yaşadıkları toprakları terk etmesi ya da ‘yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip’ insanlarının yerlerini yurtlarını terk etmemesi elbette birer tercih. Ama ‘tercih’ denip geçilebilir mi?
Bu tercihler, nesiller boyu yaşadıkları toprakla kurdukları bağı hâlâ orada yaşarken koparmaları ve fiziken terk edip bağlarını koparmalarıyla her yönden süren 1915’ler değil mi?
1915, inkar ve cinayetlerle sürerken Nor Zartonk kurucularından Sayat Tekir’e Türkiyeli Ermenilerin düşünsel dünyasını, Hrant Dink’i, soykırımla yüzleşmenin ne demek olduğunu ve Ermenilerin politik varlığını sorduk.
“Sorumluluğun yok mu kardeşim?” diye soruyordu Nor Zartonk: “Sen soykırımcı değilsin kardeşim. 1915’te hayatta değildin ve o cinayetleri işlemedin. Bize kardeşin olarak baktın, biliyoruz. Ama hiç mi sorumluluğun yok kardeşim? Bu toprağın insanları olarak, adil bir gelecek inşa edebilmek için inkar politikalarına destek olmamak gibi bir sorumluluğumuz yok mu?”
Bu söyleşi bu sorumluluğu hatırlatmak için yapıldı.
Siz 20 Ocak 2017’de bianet’te yayımlanan “Hrant’tan Sonra Hepimiz Bir Parça Değiştik” başlıklı yazınızda “Soykırım, Türkiye Ermenileri için ne ilkti ne de son oldu: Cumhuriyet döneminde her 10 yılda bir yaşanan baskı, pogrom, cinayet, ayrımcı yasa ve uygulamalar ile Ermenilerin yaşamı her daim zordu.” diyorsunuz. Öncesi ve sonrasıyla, Türkiye Ermenilerinin günlük yaşantısında ve düşünsel dünyasında 1915’in nasıl bir etkisi var?
Şüphesiz 1915 öncesi de yaşanmış katliamlar var. Örneğin 1894-1896 Hamidiye Alayları’nın gerçekleştirdiği katliamlar, 1909 Adana Katliamı… Ki bu katliamlar Anadolu’da nüfusun yoğunluğunu değiştirdi. Bu anlamda bakınca 150 yıllık bir durum var. Bahsettiğimiz bu dönemlerde insan haklarının ya da yaşama hakkının olmadığını biliyoruz. Ama bir taraftan da bu tarihten 150 yıl sonra, yaşama hakkının ve insan haklarının olduğu bir dönemde hâlâ Hrant Dink, Sevag Balıkçı, Maritsa Küçük öldürüldü. Medyaya yansımayan saldırı, darp, dükkana saldırı gibi bir sürü nefret suçu da yaşandı.
Ama 2007’ye bir dönmek gerekirse, Hrant Dink öldürülünce bizim nesil soykırımı, 1915’i hatırladı. O tarihe kadar 1915 bazı evlerde konuşulurdu. Başkaca evlerde ise insanlar düşmanca büyümesin diye veya psikolojilerini korumak amacıyla konuşulmazdı.
1915’te büyük bir katliam yaşanmış ve Türkiyeli Ermeniler hâlâ yaşıyorlar; bir şekilde psikolojilerini koruyup geçmişi bir nebze unutmaları lazım. Bu kaygılardan dolayı bize, çocuklara hiç aktarılmıştı. Ama Hrant Dink’in öldürülmesiyle ensemizdeki o serin nefesi hissettik. Gerçekten 1915’i, 6-7 Eylül’ü ve diğer katliamları hatırladık. Ne yazık ki o zamana kadar daha pembe gözlüklerle Türkiye’ye bakan insanlar, özellikle Ermeniler o gün itibarıyla Türkiye’de Ermeni olmanın ne demek olduğunu yeniden hatırladılar.
Cumhuriyet döneminde Ermeniler siyasetin içindelerdi. Zaver Biberyan, Sarkis Çerkezyan Armenak Bakırcıyan gibi sol hareketler içerisinde yer alan Ermenilerdi. 1980 askeri faşist darbesi ve ASALA dönemi Ermeniler için epey tedirgin edicidir. Bu dönemler, insanların dışarıda Ermenice konuşmaktan çekindiği zamanlardı.
90’lar ise insanların yavaş yavaş konuşmaya başladıkları bir dönem. Bu dönem aslında dünyada da “özgürlükçü” rüzgarlarla kimlik hareketlerinin ortaya çıktığı bir dönem. “Tarihin sonu” zırvalıkları yine bu dönemlerde ortaya çıkmıştı. Gördük ki tarihin sonu filan değildi hatta tarih, sosyalistler açısından yeniden başlıyordu.
“Bir kırılma noktası 19 Ocak ise bir kırılma da 23 Ocak’taki cenazedir”
Biz Türkiyeli Ermeniler o dönemlerde önce Aras Yayınları ve sonra Agos ile ‘burada’ olduğumuzu ve sorunlarımızın olduğunu yüksek sesle dile getirmeye başladık. Bu başlangıcın getirdiği şey, Ermeniler için bir politizasyon süreci oldu. Hrant Dink’in öldürülmesi burada bir köşe taşı.
Hrant Dink öldürüldükten sonra Ermeniler sanki 100 yıl öncesine dönmüş gibi birçok parti içinde kendilerini ifade etme ihtiyacı hissettiler. Özellikle Hrant’ın cenaze töreni Türkiye’deki bütün Ermeniler için umut ışığı oldu. 250 bin kişi bir araya geldi ve ‘Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeni’yiz’ diyerek Ermenilerin yalnız olmadığını söylediler. Bir kırılma noktası 19 Ocak ise bir kırılma da 23 Ocak’taki cenazedir.
Cenazedeki mahşeri kalabalık Ermenilerin hâlâ yaşadıkları topraklara ait olduklarını ve hâlâ bir mücadelenin içinde olmaları gerektiğini hatırlattı. Sonrasında da nefret cinayetleri gibi acı ya da Kamp Armen gibi olumlu olaylar ile bu süreç devam ediyor.
2015’ten sonra Türkiye’de bir rejim değişikliği oldu. Türkiye, faşizan bir yönetim biçimini alınca Ermenilerdeki re-politizasyon süreci giderek azaldı. İnsanlar apolitize olmadılar ama isteyerek politikadan uzak durdular ve depolitize oldular. Türkiye’deki Ermeni toplumu, siyasetten uzak durduğu 80’ler ve 90’lar sürecine geri dönmüş durumdalar. 1915 Ermeni Soykırımı bu anlamda, bir şeyin başlangıcıydı ama bugün hâlâ etkilerini hissediyoruz.
Biz Türkiye Ermenileri için konuşuyoruz ama diaspora Ermenileri için bu daha karmaşık bir şey. Çünkü diasporada, yani dünyanın farklı yerlerinde; Güney Amerika’dan Çin’e, Kuzey Amerika’dan Avustralya’ya kadar yayılmış Ermenilerin de hayatında 1915 çok önemli. Bizatihi kimliklerini değiştiren ve kendi kimlikleriyle belli açılardan bağ kurmalarını sağlayan bir soykırım 1915. Ne yazık ki soykırım tanınsa ve bazı şeyler iyileşse bile bu yara, travma nesillerce devam edecek gibi duruyor.
Aynı yazınızda “(…) Gitmek bir seçenekti ve tercih eden ciddi sayıda insan vardı. Kalmak ise Ermeni halkının yaşadığı toprak ile kurduğu bağdan ileri geliyordu. Aslında Ermeni tarihine baktığımızda gitmek de kalmak da Ermeniliğe dair bir şeydi.” diyorsunuz. Gitmek neydi, kalmak neydi? Her ikisinin de çok zorlu tercihler olduğu çok açık ama giden ve kalan Ermeniler neler yaşadılar?
Gitmek de kalmak da Ermeniliğe dair bir şeydi, derken aslında soykırım öncesi de gerek katliamlarla gerek gönüllü olarak gerekse de ‘zorunlu gönüllü’ olarak insanlar çokça göç ettiler. Bu sadece Osmanlı dönemi değil, Bizans döneminde de böyle zorunlu göçleri görebildik. Bir şekilde hareketlilik hep vardı. Osmanlı-İran savaşı sonrası İran Şahı’nın Ermenileri topluca İran’ın içlerine kadar yanında götürmesi de Diaspora Ermenilerinin Sovyet Ermenistan’a göçleri de ya da ticaret için Hindistan’a, ABD’ye giden Ermeniler de bu hareketliliğin bir parçası oldu.
Fakat benim gitmek ya da kalmak derken anlattığım, aslında nesiller boyu yaşadıkları topraklarda yabancı olarak görülen ve ötekileştirilen Ermenilerin hayatına dair bir şeydi. Ne yazık ki yaşanan nefret suçları, ırkçılık ve on yılda bir gerçekleşen hadiseler Ermenilerin kendi topraklarıyla kurduğu bağı da bir parça zayıflattı. İnsanlar farklı yerlere gitmek istediler ve gittiler de… Cumhuriyet döneminin ilk başlarındaki Ermeni sayısıyla şu anki Ermeni sayısı şüphesiz ki bir değil. İnsanlar ayrımcılığa uğramamak için bazen ekonomik bazen de siyasi-sosyolojik sebeplerden yurtdışına giderek diasporaya dahil oldular.
“Bir kere o bağ zayıfladıktan sonra yaşadığınız ülkenin şartlarını değiştirmeye talip olmuyorsunuz”
Biz Nor Zartonk olarak 2007’de Hrant Dink’in öldürülmesinin üzerinden birkaç ay sonra “Türkiye’de azınlık olmak” başlığıyla bir anket yapmıştık. “İmkanınız olursa yurtdışına gitmek ister misiniz?” diye sorduk ve katılımcılardan yüksek bir oranda ‘evet’ cevabını aldık. Şimdi durum değişti ama o dönem böyle bir anketi Türklerle yapsaydık belki yine aynı sonuç çıkardı ve ekonomik nedenler öne sürülürdü. Fakat ankette Ermenilerin çoğunluğu siyasi nedenlerle gitmek istediğini söylemişti. Sürekli ayrımcılığa maruz kalma hali ne yazık ki Ermenilerin kurduğu bağı da zayıflattı.
Yazıda da dediğim gibi bir kere o bağ zayıfladıktan sonra yaşadığınız ülkenin şartlarını değiştirmeye talip olmuyorsunuz. Aslında hepimiz Hrant Dink dediği gibi ‘yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip olan insanlar’ız. Belki biraz garip gelecek ama insanlar bir şekilde Türkiye’de kalarak ve Ermeni olarak yaşayarak bile bu mücadeleyi veriyorlar.
Biz 2015’te Ermeni soykırımının 100’üncü yıldönümünde İstiklal Caddesi’nde bir yürüyüş gerçekleştirmiştik ve orada “Soykırım sürüyor” demiştik. Çünkü soykırımın son aşaması inkardır, inkar sürdükçe soykırım da sürer. Fakat bir taraftan da “Buradayız” diye dövizler hazırlamıştık. Bizi öldürmek isteyenlere, bize karşı nefreti olanlara, bizim hâlâ Anadolu’daki kültürel birikimimizi definecilikle ya da başka saiklerle yok etmeye çalışanlara karşı “Biz buradayız” dedik. Aslında kalmak böyle bir şey ve belki de bir meydan okuma.
1,5 milyon insan öldürüldü fakat soykırımdan kurtulan ve bir şekilde hayatlarını devam ettiren Ermeniler var Türkiye topraklarında. Her gün açık ırkçılıkla ve ayrımcılıkla yüzleşirken bir yandan da “Biz buradayız” diyorlar. Bu anlamda kalmak, Ermenilerin kimliğinin en az gitmek kadar bir parçası oluyor bence.
Bu arada kalanların uğradığı ırkçılıktan konuşurken gidenlerin uğradığı ırkçılıktan da söz etmek gerek. Avrupa’da, Türkiye’de ya da dünyanın farklı yerlerine mültecilere karşı gelişen politikaları görüyoruz. Aynı şekilde soykırım sonrası ABD’ye ya da Avrupa’nın farklı noktalarına kaçan insanlara uygulanan ırkçılığı da hatırlatmak gerek. O insanların yeniden ayağa kalkmaları en az 30 yıllarını aldı.
Özellikle 1980’li yıllar sonrasında doğanlar ve bugünün yetişkin genç kuşağı için Hrant Dink cinayeti çok sarsıcı ve sorgulamaya sevk eden bir cinayetti. Bunun yanı sıra Sevag Balıkçı’nın Ermenilere dönük yükseltilen nefretin sonucu olarak katledilmesi… Yaşadığımız döneme bu kadar yakın bir zamanda yaşanan bu cinayetlerin Ermeni toplumu üzerindeki etkisi ne oldu? Türkiye toplumunun tamamı açısından bu süreçlerin bir sonucu oldu mu?
Dediğim gibi biz o pembe gözlükleri takıyormuşuz meğer. Nor Zartonk olarak 2005 ve 2006 yılllarında Hrant Dink ile Ermeni soykırımı anma etkinlikleri yaptık ve biz o zamanlarda Hrant Dink’in başına bir şey gelecek diye korkuyorduk. Fakat bize “Ben ne diyorum ki? Başıma ne gelebilir ki?” diyordu. Bir anlamda bizi kandırmıştı. Hrant Dink’in öldürüldüğü haberini ilk aldığımda bir kandırılmışlık hissi gelmişti, ne kadar ciddi bir tehlike vardı. Kendisi de farkındaydı aslında ama belki de bir şekilde hem bizi hem de kendini kandırıyordu bu anlamda.
Geçmiş travmalarla yüzleştik ve açıkçası cenazedeki büyük yürüyüşten sonra Türkiye’de siyaset değişti. Özellikle ırkçılar ve sağ kesim politikalar “Hepimiz Türk’üz, Hepimiz Mehmet’iz” sloganını kullanmaya başladılar. O döneme kadar kendini daha rahat hisseden Ermeniler, o andan sonra Türkiye’nin gündemi olmaktan memnun olmamaya başladılar. Hatta “Keşke bir deprem olsa da konu bizden çıksa” diyenler bile olmuştu. Bu baskıyı bir taraftan anlayabiliyoruz ama diğer taraftan da anlamak zor. Bir taraftan ait hissetme, bir taraftan kendini kabul ettirme ve ‘makbul vatandaş’ olmaya çalışma hali.
Genç nesil Hrantla birlikte bu travmayı yaşadı ama bizden büyük nesil ise aynı travmaları daha önce de yaşamıştı yaşamıştı. Sonunda “Biz size demiştik. Çok fazla siyasete bulaşmayın, Türkiye’de hiçbir şey değişmez” söylemini tekrarladılar. Ama sonrasındaki süreç bize her şeyin değişebildiğini ve hatta bizatihi değiştiğini gösterdi. Ama tabii ki 2015’ten bu yana baktığımızda hâlâ öyle mi düşünüyoruz, bu biraz tartışılabilir. Diyebiliriz ki son 7 yılda gerçekten ülkeyi cehenneme çeviren iktidar nedeniyle ne yazık ki insanların umutları da tükeniyor.
“Değişim Hrant Dink’in sözünün gücü ve yıllarca verilmiş mücadeleler sayesinde oldu”
Hrant Dink cinayeti farklı aidiyetteki kitleleri etkiledi. “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz” söylemine karşı yürütülen “Evet, siz hepiniz Ermeni’siniz” söylemi insanları, gerçekten de kendi geçmişlerindeki Ermenilikleri arayıp bulmaya götürdü. Ermeni büyükannelerini öğrenmeye çalıştıklarını, ailelerindeki Ermenilere dair hatıratı yenilediklerini gördük. Hemşinliler gibi ya da Müslümanlaşmış/Müslümanlaştırılmış, Türkleşmiş/Türkleştirilmiş, Kürtleşmiş/Kürtleştirilmiş Ermenilerde de gördüğümüz üzere insanlar tekrar geçmişteki kimliklerini araştırmaya başladılar. Bu anlamda önemli bir milat oldu. Daha önce Ermeni olduğunu söylemek insanlarda tedirginlik yaratıyordu çünkü sonrasında neyle karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. Ermeniler için bir güvenlik sorunu vardı ve başınıza ne geleceği belli değil. Bir dönem gerçekten her şey değişmişti, bu da umut vericiydi.
Bu ne iktidarın ne de başkaca devletlerin lütfetmesiyle oldu. Bu değişim Hrant Dink’in sözünün gücü ve yıllarca verilmiş mücadeleler sayesinde oldu. Bu cinayet hepimizi, Ermenileri de Ermeni olmayanları da bir parça değiştirdi.
24 Nisan 2018’de, soykırımın 103’üncü yıldönümünde, Nor Zartonk’un web sitesinde yayımlanan yazınızda “Bugün bizim de adaleti gerçekleştirmek için tabandan başlayarak mücadele etmemiz ya da Türkiye’de demokrasi mücadelesi verenlere destek olmamız gerekiyor.” diyorsunuz ve Kamp Armen eylemlerine atıfta bulunuyorsunuz. Türkiye’deki Ermeni toplumu, toplumsal muhalefetin demokrasi mücadelesine hangi politik hattan dahil oluyor?
Bir kere Türkiyeli Ermeniler yekpare değil, şüphesiz farklı partilere oy veren insanlar var. Ama belli açılardan Türkiye’nin çoğunluğunu yansıtmıyor, solun oranı daha yüksek bunu söylemek gerek. Özellikle AKP’li Ermeni ideologlar, sanki Ermenilerin çoğunluğu Erdoğan’a oy veriyor gibi yansıtıyorlar ama bu gerçek değil.
Türkiye’de faşizme ve ırkçılığa karşı bir cephe, bir mücadele varsa Ermeniler zaten bunun doğal bir parçası. Çünkü Türkiye’de ırkçılık ve faşizm bağlamında en büyük suçlardan biri Ermenilere karşı işlendi. Fakat farklı partiler ne yazık ki televizyon üstünde duran bir dantel ya da vitrinde saklanan bir antika biblo gibi davranıyorlar Ermenilere. Ne yazık ki sol siyaset içerisinde de bunu görüyoruz. Ermeniler bir köşe süsü değil; bu mücadelenin doğal bir parçası. Şüphesiz herkes aktif olarak mücadelenin parçası olamıyor çünkü bahsettiğimiz korkular bir günde kırılacak korkular değiller.
175 gün süren Kamp Armen Direnişi boyunca bizim kırdığımız bir sürü korku var. Başta direnişe gelmeye korkarken sonrasında bunu yenen Ermeniler vardı. Bu insanların bir kısmı Gezi Parkı direnişine de katılmıştı. Gezi Parkı Direnişindeki Nor Zartonk çadırını da ziyaret eden bir sürü Ermeni vardı. Biz şüphesiz Nor Zartonk’lular olarak politik bir hareketin içindeyiz ama birçok Ermeni, Kurtuluş’ta ve Şişli’de yoğun çatışmaların yaşandığı direnişlere katıldılar. Bu anlamda dediğim gibi böyle bir mücadele varsa Ermeniler bunun zaten bir parçası.
Bugün AB yasaları ile ya da başka yasalarla Ermenilerin sorunları çözülebilir, bu çok kolay bir şekilde halledilebilir. Toplumda bunun bir karşılığı olur ya da olmaz, bu başka bir tartışma konusu. Ama bugün Ermenilere, sadece Ermenilerin özgürleşmesi ciddi anlamda bir özgürlük getirmeyecektir. Çünkü Ermeni çocuklar, kadınlar, işçiler, işsizler, LGBTİ’ler özgürleşebilecek mi? Sadece kimlik mücadelesinin bu anlamda başat bir mücadele olmadığını düşünüyoruz. Evet, adımız Nor Zartonk; şüphesiz kuruluşta sadece Ermeniler vardı. Şimdi ise sadece Ermenilerden oluşan bir grup değiliz. Nor Zartonk sosyalist bir Türkiye mücadelesinin içerisinde -‘Ermeni mahallesi’nden gelen- paydaşlardan biri.
“Gezi ruhu ilk kez 2007’de Hrant Dink’in cenazesinde ortaya çıktı”
Türkiye’de Ermenilerin uğradığı önyargı, nefret söylemi ve suçlarına uğrayan başka insanlar da var. LGBTİ’ler, kadınlar ve farklı azınlık grupları da aynı şeyleri yaşıyor. Biz kendi radyomuz olan Nor Radyo’da farklı azınlık dillerinde programlar yaptık ve bunu yaparken bunun bir mücadele hattı olduğunu, bu hattın içinde herkesin olması gerektiğini anlatmaya çalıştık. Kamp Armen’de sadece Ermeniler yoktu; Türkler, Yahudiler, Kürtler, Süryaniler, Filistinliler, kadınlar, LGBTİ’ler, çocuklar, işsizler, tersane işçileri ya da beyaz yakalılar da vardı. Kampa saldırı olduğunda tersane işçileri bizimle birlikte nöbet tutmuşlardı. Bu, 10 yıllık bir Nor Zartonk mücadelesinin ulaştığı bir sonuçtu. Biz birlikte iyi bir dil bulabilirsek ve bir araya gelirsek birçok şeyi değiştirebiliriz.
Biz bunu Kamp Armen’de, Gezi’de yaptık. Bugün Gezi ruhundan bahsediyorsak bunun, 2007 yılında Hrant Dink’in cenazesinde ilk kez ortaya çıktığını ve farklı siyasal kimliklere sahip birçok insanın o cenazede bir araya geldiğini unutmayalım. Bu anlamda Türkiye ve dünyada kapitalizme ve ırkçılığa karşı büyük bir birleşik mücadeleye ihtiyaç var ve Nor Zartonk da bunun doğal bir parçası.
İsteğimiz daha özgür, eşit ve kardeşçe bir ülkede yaşamak. Sanıyorum herkesin de isteği bu yönde.
Siz politik bir Türkiyeli Ermeni’siniz. Siyasal bir aktör olarak Türkiye Ermeni toplumu içinde çalışmalar yürüten Nor Zartonk’un kurucuları arasında yer alıyorsunuz. 1915, Hrant Dink, Sevag Balıkçı ve Ermeni toplumuna dönük diğer tüm saldırılar sizin politik yaşamınızda hangi sonuçları doğurdu? “Hrant’tan sonra hepimiz bir parça değiştik” diyorsunuz yazınızda, bu değişimle neyi kastediyorsunuz? Bu süreçlerin tamamı kişisel olarak sizde neleri uyandırdı, neleri sağladı?
Dönem çok aktif bir dönemdi. Beyoğlu’nda, 6-7 Eylül’ün 50’nci yıldönümünde bir sergi vardı ve o sergi, MHP’liler tarafından basılmıştı. Ondan sonra Türkiye gündeminde 6-7 Eylül konuşulmaya başlanmıştı. Aslında bu konular evimizde çok konuşulmazdı ama bu olay sonrasında daha çok konuşmaya başladık. Hrant Dink öldürüldükten sonra da birçok evde 1915 konuşulmaya başlanmıştı.
Benim Hrant Dink ile tanışmam lise dönemime denk geliyor. Agos’un Ermenice bölümüne gidip gelirken tanışmıştım Hrant ahparik ile. O dönem Hrant Dink her televizyona çıktığında bizim için bir mutluluk kaynağıydı çünkü bizim sorunlarımızı ifade ediyordu. Ermenilerin çalıştıkları atölyelerde, dükkanlarda, sohbet ettikleri kahvelerde ya da okudukları sıraların arasında Hrant Dink’in konuşmaları sürekli gündemdi. Tabii ki “Başımıza iş açacak” diyerek Hrant Dink’in konuşmasını istemeyen insanlar da vardı. Ben daha gururlanan taraftaydım çünkü birileri çıkıp sonunda sorunlarımızı dile getiriyordu.
Hrant Dink’in öldürülmesi bu anlamda hepimizi değiştirdi. Bizim Nor Zartonk olarak ortaya çıktığımız ve ete kemiğe büründüğümüz tarih 19 Ocak’tır. Çünkü biz daha öncesinde Hrant Dink ile bir araya gelmeyi düşünmüştük fakat sayımız az diye bunu yapmamıştık. Oysaki ne kadar büyük bir yanılgı içindeymişiz. Hrant Dink öldürüldükten sonra daha da az kişiyle bir araya geldik ve bugün 15 yılı aşmış bir mücadeleyi ortaya koyduk.
Ben daha doğduğu anda ‘Ararat’ ismini alacakken, “Askerde sorun olur” diye ‘Sayat’ ismini alan biriyim. Babam ve vaftiz babam, askerde ‘Serhat’ gibi bir Türk ismi zannederler diye bu ismi vermişler. Bu seçimi yapmalarının nedeni paranoyak olmaları değil aksine kendilerinin de askere gitmiş olmalarıydı. Şüphesiz ki askerde kötü muamelelerle karşılaşmışlardı. Bu Türkiye’de Ermeni olup güvenli olarak yaşamanın taktiklerinden biriydi. Ama isminde ‘Şahin’ olan Sevag Balıkçı ne yazık ki öldürüldü ki ben de aynı dönem askerlik yapıyordum. Benim askerliğim kısa sürmüştü ama o ne yazık ki oradan dönemedi. Doğar doğmaz üstünüze bu etiket yapıştığı için sizi etkiliyor. Yaşadığımız mahallede uğradığımız hakaretler, okulumuzun karşısındaki devlet okulundan sürekli gelen hakaretler insanı bir yerden sonra bunlara alıştırıyor; şerbetli kılıyor. Bugün bile hâlâ birçok hakaret ve tehdit alıyoruz sosyal medya hesaplarımızdan.
Benim için Hrant Dink öldürüldükten sonraki en büyük değişiklik ınger lerle (yoldaş) birlikte Nor Zartonk’u ete kemiğe büründürmekti. Nor Zartonk, bizim Hrant’a bir sözümüzdü. Şüphesiz Hrant Dink öldürülmeden önce de özellik soykırım üzerine etkinlikler yaparak ve daha çok üniversite öğrencileriyle bir dil oluşturmaya çalışıyorduk. Hrant Dink öldürüldükten sonra da bu dili genele yayarak devam ettirdik.
Ben İstanbul’da uzun zaman Bozkurt Mahallesi, Ergenekon Caddesi, Türkbeyi Sokak’ta oturdum. Her seçim döneminde Talat Paşa İlköğretim Okulu’nda oy verdim. Çok ironik bir şey ki Türkiyeli Ermenilerin kendi geleceklerine karar verdikleri yerin adı Talat Paşa İlköğretim Okulu’ydu. Geleceklerine karar vermeye gittikleri bu yer aynı zamanda kurtulmak istedikleri geçmişin ta kendisiydi.
Hrant Dink’in kaybı sonrası bu büyük acı, mücadele etmek için bizi motive etti. Türkiye’deki sol mücadelenin içerisindeydik ve daha fazla müzadele etmemiz gerektiğini hissettik. Çünkü Türkiye’de bir değişim olmadığı sürece, hiçbir liberal ya da kendine demokrat diyen partinin eşitlik ve özgürlüğü sağlayamayacağını biliyorduk.
Nasıl ki Hrant Dink birçok konuda, birçok söz etti; ben de kişisel olarak farklı ezilenlerle dayanışmayı önüme koydum. Bende gelişen en önemli değişiklik buydu. Bundan sonra da böyle olmaya devam edecek.
“1915 bu toprakların yaşadığı en büyük suçlardan biriydi ve yapanın yanına kâr kaldı”
Son olarak soykırım ile yüzleşmek neden önemli?
1915, bu toprakların yaşadığı en büyük katliamlardan, en büyük suçlardan biriydi ve gördük ki yapanın yanına kâr kaldı. Sonra her gerçekleşen pogrom her gerçekleşen ayrımcı uygulama, yapanın yanına kâr kaldı. Sadece Ermeniler, Aleviler, Kürtler özelinde değil; sadece Diyarbakır Zindanı’ndan, Maraş’tan, Çorum’dan, Sivas’tan bahsetmiyorum. 1 Mayıs 77’den de bahsediyorum. Her yıl erkekler tarafından öldürülen yüzlerce kadından, şiddete uğrayan LGBTİ’lerden de bahsediyorum. Yapanın yanına kâr kaldığı düzeni değiştirmediğimiz sürece her an bu tehlike ile karşı karşıyayız. Gerçekten eşit ve özgür bir ülkede yaşamak istiyorsa insanlar öncelikle soykırım ve katliamlarla yüzleşmeli.
İnsanlar 1915’i konuşurken hep atalarının katil olmadığı üzerinden ve “Bizim atalarımız sizin atalarınızı öldürmedi” diyerek konuşuyor. Neden insanlar atalarını öldürenler arasından değil de Ermenileri kurtaranlar arasından seçmiyor? Neden insanlar “Benim atalarım Ermenileri kurtaranlardandır” diyemiyor da “Bizim ecdadımız bunları yapmaz” diyor? Burada şüphesiz büyük bir kimlik problemi de var. Çünkü bir gün sabah uyandığınızda ulusal kahramanlarınızın eli kanlı katiller olduğunu öğrenmeyi istemezsiniz, bu ciddi bir kimlik problemi doğurur.
Biz kurtaranları anarak ve hatırlayarak bir gelecek kurabiliriz. Hepimiz kendi çocuklarımıza özgür ve eşit bir ülke bırakmak istiyorsak bütün bu suçlarla yüzleşmemiz gerekiyor.
Bu arada “Halkların kendi arasında sorun yok, politikacılar ve devletler ilişkileri bu hale getiriyor” da demeyeceğim çünkü bir sürü insan var ki devletten daha devletçi. Kendi yaşadığı ülkenin politikasını o ülkeyi yönetenlerden fazla savunuyor. Tüm bu önyargıları bir kenara bırakıp, bir araya gelip tüm bunların konuşulabileceği bir ortamın yaratılması lazım. Ermeniler belki gelecekte Türkiye’nin bir parçası olmayacaklar çünkü sayılar giderek azalıyor. Rumlar ya da Yahudilerde olduğu gibi… Ama bu yüzleşme yapılırsa ve yapanın yanına kar kalmazsa en azından diğer insanlar, Ermenilerin yaşadığı katliamlara uğramazlar.
Kaynak. Gazete Yolculuk