Ohannes Kılıçdağı
Agos
Hemen hemen sekiz senedir, zaten yıpranmış olan Türkiye Ermeni toplumunun değer ve kurumlarını daha da yıpratan patrik seçim kriziyle karşı karşıyayız. Bu durum, devletin Ermeni toplumu için öngördüğü eritme politikalarıyla son derece uyumlu. Aram Ateşyan da, şahsi beka hesaplarıyla bu politikanın bugünkü işbirlikçisi oldu. Fakat, ne bu kriz, ne de işbirlikçilik yeni. 1944-1950 arası benzer bir kriz daha yaşanıyor. Talin Suciyan, geçen haftadaki yazımda da bahsettiğim, ‘The Armenians in Modern Turkey’ başlıklı kitabında (Türkçeye çevriliyormuş, önümüzdeki sene yayımlanır sanırım) bu krize bir bölüm ayırmış. Bu yazıda, temel olarak Suciyan’ın verdiği bilgiler çerçevesinde o krize bakalım ve günümüzle kıyaslayalım. Dolayısıyla, aşağıda okuyacaklarınız, esasen o bölümün bir özetidir, sadece bazı yorumlar eklenmiştir. Öte yandan, bu yazı meseleyi bütün yönleriyle ele almaya yetmeyeceğinden, önemli olmasına rağmen sorunun devletler ve kiliseler arası boyutunu dışarıda bıraktım.
Patrik Mesrop Naroyan’ın 31 Mayıs 1944’teki ölümü üzerine, Kevork Arslanyan 2 Haziran’da Ruhani Kurul tarafından değabah (kaymakam) olarak seçilir. Fakat Arslanyan, kendisini seçen bu kurulu Ağustos 1944’te feshederek, onun yerine kendisi bir kurul oluşturur. Gerekçe olarak, normalde Ruhani Kurul’u seçecek olan Genel Meclis’in artık var olmayışını gösterir. Ayrıca, dikkat buyrun, Patrikhane’nin devletin azınlıklar hakkında yürürlüğe koyacağı kanunu beklemesi gerektiğini ileri sürer. Tanıdık bir gerekçe, değil mi? Aradan 65 sene geçmiş, o kanun da hâlâ çıkacak.
Seçim krizi sırasında, Ermeni toplumu, Arslanyan taraftarları ve karşıtları olmak üzere ikiye bölünüyor. Hatta kimi yerlerde kavgalar ancak polis marifetiyle ayrılabiliyor. Kiliselerde ayin sırasında Arslanyan’ın isminin zikredilmemesi gibi protestolara gidiliyor (feyzalınabilir). Arslanyan taraftarları ise, diasporadan aldığı bütün tehditlere rağmen onun Türk devletine sadakatten ayrılmadığının altını çiziyorlar (bu da değişmez bir ‘motif’tir). 7 Mart 1949’da mevcut 47 din adamının 38’i bir dilekçe vererek Arslanyan’la görüşme talep ediyorlar. Arslanyan, bu girişime, işin düzenleyicisi olarak gördüğü beş din adamını azlederek karşılık veriyor. 16 Mart’ta da Arslanyan karşıtı din adamları Hmayag Bahtiyaryan’ı değabah seçiyorlar. Her iki grup da avantaj elde etmek için İstanbul Valiliği ve İçişleri Bakanlığı nezdinde girişimlerde bulunup, asıl vekilin kendileri olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. ‘Güler misin, ağlar mısın?’ cinsinden olaylar yaşanıyor. 1949 Paskalya günü Kumkapı Kilisesi’ndeki ayini yönetebilmek için Bahtiyaryan ve taraftarları geceden kiliseye giriyorlar, Paskalya ayinini yönetmek isteyen Arslanyan’ı sabah kiliseye sokmuyorlar. Aynı gün, Arslanyancı papazlar ve Bahtiyaryancı papazlar Bakırköy Ermeni Mezarlığı’nda birbirlerine giriyorlar, ancak gene polis ayırıyor. Kimi kilise koroları da Arslanyan’ı protesto ederek, ayinlere katılmıyorlar (feyzalınabilir).
Mayıs 1949’da, İstanbul Valisi Lütfi Kırdar her iki grupla da görüşüyor ve patrik seçim sürecine devam edilebilmesi için yasal bir metin hazırlanmasını istiyor. Seçim sürecini hızlandıran başka bir olay da, 1938’de cemaat vakıflarının yönetimini tek mütevelli marifetiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne veren düzenlemenin 1949’da feshedilmesiyle, aynı yılın sonunda yapılan vakıf seçimlerinde ağırlıklı olarak muhalif grubun adaylarının seçilmesi oluyor. Ocak 1950’de Ermeni toplumu İdare Heyeti ve Genel Meclis’ten geriye kalan 18 üye Arslanyan’a çekilme çağrısı yapıyor ve bunu Başbakan’a da iletiyor. Buna karşılık, Arslanyan, Başbakan’a başka bir mektup göndererek, İdare Heyeti’nin gayrimeşru olduğunu söylüyor. 2 Ağustos 1950’de Katolikos IV. Kevork, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a bir telgraf göndererek, patrik seçimlerinin usülüne uygun yapılmasını talep ediyor. Artık, bu ne kadar etkili oldu bilinmez ama seçim süreci Kasım’da başlıyor. Hükümet, Ermeni toplumuna bir seferliğine, sadece patrik seçme görevini yerine getirmek üzere bir Genel Meclis oluşturma izni veriyor. 25 Kasım’da yapılan seçimlerde 14 bin kişinin oyuyla bu Genel Meclis oluşturuluyor. Bu meclis daha sonra Karekin Khaçaduryan’ı patrik seçiyor; Arslanyan sadece iki oy alabiliyor.
Bütün bu olanların en önemli sebebi, Suciyan’ın da söylediği gibi, kalıcı yasal mevzuat boşluğu, ki bu hâlâ sürmekte. Devlet, kendi kasıtlı politikaları uyarınca, bu boşluğu doldurmak istemiyor. Ermeni toplumu içinden bazı aktörler de tutumlarıyla buna destek veriyorlar. Örneğin, Ermeni toplumuna kolektif kimliğini veren bazı kurul ve heyetlerin varlıklarının sona erdiğini savunuyorlar. 1945-1950 krizinde Arslanyan cenahının yaptığı temel olarak bu.
Bugünkü krizle arasındaki en belirgin fark, bugün Ermeni toplumunun o günlerdeki gibi yaygın ve çatışmalı bir bölünme yaşamıyor oluşu. Bu ilk bakışta olumlu bir durum gibi duruyor; sonuçta, yaşanan olaylar, kavga gürültü, hoş değil. Benim gözümde de bunlar ideal durumlar değil. Fakat doğrusu ben o kavgalı bölünmüşlük halini bugüne tercih ederim, çünkü kavga aynı zamanda yaşam belirtisi, dinamizm işaretidir. Halbuki, bugünkü Türkiye Ermeni toplumunun bu krizde ortaya koyduğu karakter, gösterdiği reaksiyon, kaldırılmayı bekleyen bir cenaze kadardır.