Ohannes Kılıçdağı
Geçen hafta TSK Kuzey Irak’taki Gara bölgesine bir operasyon düzenledi, malum. Dört-beş senedir PKK elinde esir olarak bulunan, iktidarın siviller olarak tanımladığı kimi asker, polis ve MİT mensubu 13 kişi bu operasyon sırasında hayatını kaybetti. İktidarın açıklamalarına göre bu 13 kişi PKK tarafından öldürüldü. PKK yöneticilerine göre ise bu kişiler TSK’nın havadan yaptığı yoğun bombardımanda öldüler. Bizim bulunduğumuz yerden hangisinin doğru olduğunu bilmemiz mümkün değil ama bazı sorular sorabilir, ona göre bazı yorumlar yapabiliriz.
Her şeyden önce, eğer dendiği gibi bu kişiler PKK tarafından öldürüldülerse, bu ağır bir suçtur. Emri verenlerin de, infazı yapanların da yargılanması gerekir. Askerî operasyon başlatılmış olması da, öldürülenlerin hükümetin dediğinin aksine sivil olmaması bu durumu değiştirmez. Gel gelelim, ‘yukarıdan’ her söyleneni hemen kabul etmeden bazı soruların sorulması ve muhakemelerin yapılması, demokratik düzenin gereklerindendir.
Bu kişiler ne zaman kaçırılmış? Anlaşılan bu insanlar dört-beş senedir PKK’nın elinde. Nitekim, aileleri bu süre zarfında defalarca TBMM’ye gelerek kimi vekillerle görüşmüş, dertlerini anlatmaya çalışmış, çocuklarının kurtarılması için devlet yetkililerinin girişimde bulunmasını istemiş. CHP’li Murat Bakan defalarca soru önergesi vermiş, HDP’li Hüda Kaya ve Ömer Faruk Gergerlioğlu girişimlerde bulunmaya çalışmış ama hükümet yetkilileri hiç oralı olmamış. Aileler içinde videolar çekip seslerini sosyal medya üzerinden duyurmaya çalışanlar olmuş. Fakat bir ülkede ‘ana akım’ olarak adlandırılan, Türkiye’deki özel ismiyle ‘havuz medyası’nın kitleleri uyutmaya yönelik, gazetecilikle bağdaşmayan tutumunun sonuçlarını burada net olarak görüyoruz. Şöyle ki, bu aileler yıllar boyunca seslerini duyurmak için çabalamalarına rağmen havuz medyası kitleleri uyuttuğu için bugün, “Aileler neden şimdiye kadar bu durumu duyurmamış?” veya “Bu kişilerin esir tutulduğundan hiç haberimiz olmadı” diyenler var. Düşünün ki böylesine önemli bir olay ülke gündeminin bir parçası olmayı başaramamış. Bunun en büyük sebebi iktidarın kayıtsızlığı ve onun bir aparatı olan medyanın işini yapmaması.
Bu operasyon tutsakları kurtarmak için mi yapıldı? Eğer öyleyse skandal derecesinde bir başarısızlık olduğu çok açık. Bu açıdan bakıldığında bu kişilerin öldürülmüş mü, bombardımanda mı ölmüş olduğu sorusunun yanıtı, skandal başarısızlığı ortadan kaldırmıyor. Askerî uzman değiliz ama kurtarmak istediklerinizin öldüğü bir operasyonun başarısız olduğunu söylemek için basit mantık yeterli. Demokrasisi vasat bir ülkede dahi bunun sorumlusu olan asker ve siviller istifa eder ama Türkiye’de değil tabii.
Yoksa, operasyonun amacı tutsakları kurtarmak değil, örgüte darbe vurmak, zarar vermek, korkutmak, gözdağı vermek miydi? Esirlerin orada olduğunun bilinmemesi ihtimal dışı, ki bilinmiyorsa o da bir zafiyet. Yok, esirlerin orada olduğunu bile bile böyle toplu tüfekli bir operasyona girişilmişse o da büyük sorumsuzluk, hatta vahim bir hata. Yaşanacak çatışmada onların başına gelebilecekler hiç umursanmamış demektir. Normal bir ülkede karar alıcıların bunun da hesabını vermesi gerekir. Velhasıl, nereden bakarsanız bakın bu operasyonun kararını alanlar, onaylayanlar, uygulayanlar açısından vahim bir başarısızlık var, hatta TCK kapsamında görevi ihmal olduğu dahi söylenebilir. Yürekli, dürüst, işini yapan savcılar olsaydı bunu da görebilirdik.
PKK ve benzeri örgütler, elinde tuttuğu esirler üzerinden pazarlık yapmayı, prestij ve tanınma devşirmeyi hedefler. Yalnız bu son örnekte de değil, devletin bu gibi durumlarda öteden beri yaklaşımı örgüte bu imkânı vermemek için hiçbir doğrudan temasta bulunmamak olmuştur. Esir düşenler gözden çıkarılmış, taviz vermeyen sert devlet imajını korumak, kaçırılanların hayatından daha öncelikli olmuştur. Ağır doz militarizmin etkisi altında “Esir düşmektense şehit olmak evladır” anlayışı hâkim olmuştur. Nitekim, daha evvelki örneklerde esir olup da kurtulanlara dava dahi açılmıştır. O anlayışa göre ‘terör örgütüne taviz vermektense’, hâlihazırda on binlerce ismin yer aldığı şehit listesine birkaç kişi daha eklenmesi evladır. Şehitler tepesinin boş kalmamasıyla övünülmüyor mu zaten?
Esir yerine ‘şehit’ olunca ‘herkese nasip olmayan’ bir mertebeye çıkıldığı için de, devlet yetkililerine göre ortada hesabı sorulacak bir şey yoktur. Milleti şehitlik afyonuyla uyuturlar ama millet de buna teşnedir, zira bu anlayış devlet katıyla sınırlı olmayan, asırlık bir kültürün sonucudur. Sokaktan çevireceğiniz on kişinin sekizi bu yaklaşımı onaylayacaktır diye tahmin ederim, ta ki sıra kendi çocuklarına gelene dek. Ama bilmezler ki başkalarının çocuklarının hesabını sormadan kendi çocuklarını koruyamazlar.
Kaynak: Agos