Hrant Dink’in katledilmesinin üzerinden 17 yıl geçti. Dink, yaşamı boyunca gerek Ermeni toplumunun kendi içinde demokratikleşmesi için çaba sarfetti, gerekse Türkiyeli Ermenilerin geçmişten bu yana süregelen sorunlarına çözüm aradı. Agos Gazetesi sayfalarından Ermenilerin sorunlarını Türkiye’nin geniş kamuoyuna taşırken, Hrant Dink yalnızca Ermenilerin değil Türkiye’nin diğer halklarının, yoksulların, farklı kimliklere sahip grupların adalet ve özgürlük mücadelesini sahipleniyor, bu farklı mücadeleler arasında bir köprü inşa ediyordu. İçinde yaşadığımız bu halklar hapishanesinden özgür ve adil bir ülke inşa etmek için çabalıyordu.
Hrant Dink, tarihin yalnızca geçmişle değil bugünle alakalı olduğunun ve Ermeni Soykırımı başta olmak üzere tüm adaletsizliklerle hesaplaşmadan özgür ve adil bir Türkiye inşa edilemeyeceğinin farkındaydı. İnkâr edilen bir hakikati anlatarak geçmişe ışık tutuyor, “Türkiye karanlık bir ülke değil, aydınlanıyor ve biz orayı aydınlatmak için çaba sarf ediyoruz” diye haykırıyordu. Kendisine ve Ermenilere inkâr ve nefretle yaklaşanlarla diyalog kurmayı, kendisini anlatmayı başarmıştı. Hrant Dink, girdiğinde aşağılandığı, yuhalandığı Türk milliyetçileriyle dolu kalabalık salonlardan alkışlarla uğurlanıyordu. O, bir avuç bırakılmış, bütün kurumları yerle bir edilmiş, bastırılmış bir halkın adalet talep eden çığlığı oldu.
Hrant Dink’in sesi en ücra, en karanlık dehlizlerde yankılanıyor, Türkiye’nin inkârla örülmüş duvarlarını sarsıyordu. AKP’li İçişleri Bakanı Cemil Çiçek, Ermeni Soykırımı ile ilgili konferansı düzenleyenleri meclis kürsüsünden “arkamızdan hançerlendik” diyerek hedef gösteriyordu. Bir taraftan Hrant Dink hakkında TCK 301. Maddeden, “Türklüğü aşağılamak” suçundan dava açılıyor diğer taraftan tetikçi gazeteler ve gazeteciler “Susturun şu Ermeniyi!”, “Kim bu Ermeni?!” diye çığırtkanlık yapıyor, ırkçılık kusuyor, cinayet için gereken ortam hazırlanıyordu. Agos Gazetesi önünde faşistler “Bir gece ansızın gelebiliriz”, “Hrant Dink bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir” diye nefret saçıyordu. Tehditlerle, yargının ve milli istihbarat teşkilatının dahil olduğu had bildirmelerle Hrant Dink’i susturamayan devlet, sonunda onu öldürdü.
Hrant Dink, devletin eline silah tutuşturduğu bir tetikçinin arkasından sıktığı üç kurşunla öldürüldü. Dönemin emniyet müdürü Celalettin Cerrah olayın siyasi ve örgütlü bir boyutunun olmadığını “basit milliyetçi duygularla işlenmiş bir cinayet” olduğunu iddia ediyordu. Erdoğan, bu dava Ankara’nın dehlizlerinde kaybolmayacak derken Hrant Dink cinayeti davası, Dink ailesi avukatlarının tüm çabalarına rağmen AKP tarafından önce Ergenekoncularla ardından da Fetullahçılarla girilen iktidar mücadelesinin aparatı haline getirildi. Rakel Dink, “Hrant’ı FETÖ öldürdü demek, ‘ben yapmadım elim yaptı’ demektir. Hrant’ı Ergenekon öldürmüş demek, ‘ben yapmadım ayağım yaptı’ demektir. Yıllarca dilinle bağıra bağıra, ayağınla yürüyerek buraya geldin. Ve silahı iki elinle tutup tetiği çektin. Çutağımı öldürdün. Sen ayağın, sen elin, sen dilin değilsen nesin?” diyordu. İşte, hakikat bu kadar yalın. Hrant Dink, devletin bütün kurumlarının dahil olduğu bir suikastle öldürüldü. Üstelik bugün, artık tetiği çeken o katil de aramızda dolaşıyor. Ogün Samast artık özgür. Cinayetten sonra Samsun’da yakalandığında polisler ve jandarmalar Samast’ın eline Türk bayrağı verip, “Aslanım benim, aferin Ogün, güzel bir poz ver” deyip hatıra fotoğrafı çektiriyordu. O polisler daha sonra terfi ettirildi, yıllar sonra açılan göstermelik davalardan da beraat ettiler.
Hrant Dink, “Gerçek hakem, halklar ve onların vicdanlarıdır. Benim vicdanımda ise hiçbir devlet erkinin vicdanı, hiçbir halkın vicdanı ile boy ölçüşemez!” diyordu. İşte, Hrant Dink’in katledilmesinin ardından “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz!” diyerek bu adaletsizliğe karşı çıkan yüzbinler, inkâr duvarında büyük bir delik açtılar. Fakat bu, gerçek bir yüzleşme için yeterli olmadı. Bugün inkâr ve imha politikaları tüm hızıyla sürerken, bu politikaların ülkemiz üzerindeki yıkıcı ve yok edici etkileri de günden güne artıyor. Bir çocuktan katil yaratan karanlık, bütün ülkeye egemen oldu.
Katiller serbest ama Tahir Elçi, Sevag Balıkçı, Maritsa Küçük, Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz, Nihat Kazanhan, Eylül Cansın, Festus Okey, Onur Yaser Can, Berkin Elvan ve Gezi direnişinde vurulanlar, Suruç’ta ve Ankara’da katledilenler, Roboski’de, Maraş’ta, Sivas’ta, Dersim’de katledilen halklar, Soma’da ve diğer madenlerde, tersanelerde, tekstil ve metal atölyelerinde katledilen işçiler, katledilen kadınlar ve LGBTI+lar toprak altında. Katiller serbest ama Gültan Kışanak, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Can Atalay ve daha niceleri tutsak. Katiller serbest ama gözaltında kaybettirilen evlatlarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri/İnsanları susturulmaya çalışılıyor. Türkiye Cumhuriyeti topyekûn bir adaletsizlik ve yolsuzluk çarkında. Devlet, kendi temeli olan anayasayı dahi tanımıyor artık.
Geçmiş ve geçmişle kurduğumuz ilişkinin bugünü belirlediğini, bugün yaşadığımız karanlığın hesaplaşılmamış bu karanlık geçmişin mirası olduğunu biliyoruz. Gelin, bu düzeni değiştirmek için yan yana gelelim, en baştan başlayalım! Hrant’ın hesabını, Ermeni Soykırımı’nın ve tüm diğer katliamların, insan hakkı ihlallerinin hesabını birlikte soralım, yeni, adil ve özgür bir gelecek inşa edelim.
Hrant Dink’i bugün bir kez daha bizlere ilham olan mücadele mirasıyla anıyoruz! Bir kez daha merhamet değil eşitlik, adalet ve özgürlük talep ediyoruz! Herkes ve hepimiz için!
Nor Zartonk / Նոր Զարթօնք