Ararat Sayatian
Umut Dergi
12 Nisan, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) :
‘’… Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.’’
8 Haziran, TSK :
‘’Türkiye Cumhuriyeti, ulusal ve üniter yapısının, çağ dışı bir yapı olduğunu düşünen bir yaklaşım ile karşı karşıyadır. Ulusumuzun bu tehlikeli yaklaşımı fark etmek zorunluluğu vardır ve olmalıdır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir.’’
Mersinde 2005 yılında newroz/nevruz kutlamaları sırasında Türk bayrağının yere düşürülmesi ve medyanın bunu bayrak yakma olarak manipüle etmesi ile Türkiye’de ırkçı-milliyetçilik giderek artmaya başladı. O dönemde giderek artan ırkçı-şoven hareketlerin Kürt karşıtlığı üzerinden izledikleri politika diğer tarafta Kürt Milliyetçiliğini güçlendirdi. Türkiyedeki ırkçı-milliyetçilik başta kürtleri hedef alan hareketlerinden sonra Hrant Dink in ölüdürülmesi ve cenazesindeki ‘Hepimiz Ermeniyiz’ sloganı ile Ermenilere de yöneldi. Ermeni okulları ve kiliselerine tehditler ve bomba ihbarları yapıldı.
Türkiye’de özellikle 1980 darbesi sonra toplumsal muhalefetin sesinin kesilmesi ile başlayan süreçte ırkçı-milliyetçi gruplar giderek daha güçlü hale geldiler. Bu süreçte daha da kötüsü milliyetçilik doğal olarak kabul edildi ve daha da güçlendi . Ulus devlet olma sürecinde Türkiye’deki milliyetçilik diğer tüm ülkelerde olduğu gibi bize de ‘Doğal’ bir olgu gibi gosterildi. Milliyetçilik, insanların kendi benlikleri, kendi kimlikleri haline getirildi, sosyal ve siyasal yaşamda Cumhuriyet öncesindeki ‘Din’in gördüğü sınıflamacı, ayrımcı yeri aldı.
Türkiye’de son dönemdeki milliyetçiliği incelediğimizde karşımıza ötekine tahammülsüzlük ve yok etme, yabancı düşmanlığı ve içe kapalı bir ulus oluşturma politikaların görmekteyiz. Yine bu dönemde özellikle milliyetçilik ideolojisinin en önemli argümanlarından biri olan ‘paronoyayı’ görmekteyiz. Kitaplara kadar girmiş paronoyalar ile ilkokuldan itibaren, ülkenin bölüneceği-parçalanacağı her komşumuzun düşman olduğu öğretildi bize. Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Nisan’da yayımladığı elektronik bildiride de görüldüğü üzere ulusal ve üniter yapının korunması ve insanlara refleks çağrısında bulunulması Milliyetçiliğin çok da kullandığı argümanlardan biridir. Ulusal ve üniter devlet kavramıyla tektipleştirilmiş bir ülkeyi savunan bu gibi görüşler Milliyetçiliğin doğal olarak kabul edilmesini de kullanıp kendilerini meşru gösterip her türlü şiddet mekanizmasına da çekinmeden başvurmaktadırlar. Türkiye de son dönemde yaşanan Rahip Santoro, Danıştay Saldırısı, Hrant Dink ve Malatya’daki yayınevi cinayetleri gibi siyasi cinayetler, Milliyetçilik örtüsü altındaki ırkçılık ideolojisinin, farklı olanı, öteki olanı yok etme güdüsünü bizlere gösteren en önemli örneklerdir. Özellikle Hrant Dink cinayeti bize bu güdüyü gösterdiği gibi, bir turnusol kağıdı da olarak siyasetçilerin ve siyasi örgütlerin renklerini de deşifre etmiştir. Türkiye siyasetindeki Hümanist ve Sosyalist değerlere sahip yapıları daha iyi ayırt edebilmemizi sağlamıştır. Hrant Dink’in cenaze törenindeki kalabalık ve atılan ‘Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeniyiz’ sloganı ise Milliyetçilik için adeta bir soğuk duş etkisi yaratmıştır. Tektipleşmiş; üniter, ulus devletinden söz eden bu zihniyet ‘Hepimiz Ermeniyiz’ sloganına hemen müdahale ederek yine bölünme paranoyalarının insanlara zerk ederek ‘Hepimiz Türküz, Hepimiz Mehmetiz’ sloganını ortaya çıkartmıştır. Türkiye deki herkesi Türk olarak addeden bu zihniyet, TSK’nın 12 Nisandaki elektronik bildirisinde de belirttiği üzere ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ anlayışına karşı çıkan herkesi ilelebet düşman ilan etmiştir.
Burada biraz durup ‘Ne mutlu Türküm Diyene!’ cümlesinin irdelemek gerektiğini düşünmekteyim. Bu söz, belki şekil ve dilbilgisi itibari ile benzemese de bir önermedir hatta doğru bir önermedir. Doğrudur çünkü Türkiyedeki Türkler mutludurlar. Daha da genişletmek gerekirse, Sünni, Müslüman, Devletçi, Erkek Türkler mutludurlar. Peki ya Aleviler, Suryaniler, Kürtler, Rumlar, Sosyalistler, Eşcinseller, Kadınlar vs. peki bu ötekiler mutlular mı? Peki ya bu insanlara ‘siz, siz değilsiniz ‘bu’sunuz’ denince mutlu olabileceklerini umuyormuyuz? Ya da beş parmağın beşinin de bir olduğu bir yerde yaşayan insanlar mutlu olurlar mı acaba?
Tekrar bu önemli önermemize dönecek olursak bu ülkedeki Türklerin mutlu oldukları Milliyetçiliği kullanarak siyaset yapanlar için de vazgeçilmez bir olgudur. Ülkenin bölünmez bütünlüğü için kapı komşularının sınırlarının, ihlal edecek kadar savaş çığırtkanlığı yapan bu oluşumlar vatan ve millet sevgisinin insanları mutlu edeceğini bizlere dikte edip her türlü geçim sıkıntısı ve işsizlik gibi ekonomik problemleri bize milliyetçilik illüzyonu ile unutturmaktadırlar. İnsanların vatan millet sevgisinin bir kenara bırakıp ekonomik sıkıntıları düşünmesi ve -daha da önemlisi- bunu sisteme mal etmesi durumunda gerçekleşebilecekleri düşününce, bu illüzyona ihtiyaç da duymaktadırlar. İşte burda milliyetçiliğin ötekileştirdiği mutsuzlara bakınca bir ‘açlık’ görmekteyiz. Türkiye’deki farklılıklarda olan bu açlık empati kurulmaması, kardeşçe yaşanılmaması, yurttaş gibi görülmeme ve sosyal yaşamdaki ayrımcı davranışlardan kaynaklanmaktadır. Bu açlık birazcık ‘’Türk’’ birazcık ‘’Biz’’ olmayı istemenin açlığıdır.
Burada biraz da ‘’Türklük’’ kavramını irdelemek gerektiğini düşünmekteyim. Türkiye’de bu kavram çok sinsi, muğlak ve sağlıksız bir kavramdır. Kurucu devlet ideolojisi olan Kemalizm tarafından ‘Türkiyeli’ olmayı ifade etsin şeklinde kullanılmış fakat onun sahipleri tarafından hiçbir zaman bu amaca hizmet eden bir şekilde kullanılmamıştır. Tam aksine farklılığı reddeden/inkar eden bir bakış açısıyla kullanılmıştır. En masum görünen ‘Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyası’ bile bu reddi, bu tektipleştirmeyi gösteriyor bize. Ulus devlet oluşturma sürecindeki bu gibi ayrımcı bakış açılarını, baskıları ve şiddeti Türkiye’deki farklılıkların çokça yaşaması onları bu Mutsuzluğa itmesindeki temel nedendir. Türkiye’de yaşayıp Türkiyeli bile hissedememenin açılımı açıkçası budur.
Farklı olanı aşağılayan ve dışlayan her türlü ideoloji -sol ya da sağ olsun fark etmez- Türkiye’deki kimliksel çeşitliliğe zarar vereceğini toplumu tektipleştirmeye yöneltecektir. Daha mutlu ve daha demokratik bir Türkiye’nin inşasında herkesin taşın altına eline sokup ezen ulus ya da ezilen ulus olsun farketmez kendi milliyetçilikleri ile yüzleşip onun yerine halkların kardeşliği şiraını koyması gerekmektedir. Burada unutulmaması gereken nokta birbirimize benzeyerek yaşamak değil tüm farklılıklarımız, tüm kimliklerimiz ile birlikte barış içinde rengarenk bir mozayik içinde yaşamaktır.
İtirazın İki Şartı / Nevzat Çelik
çok olmadığımız kesin
çok olan tarafta değiliz
çok olan tarafta olmayacağız
türkiye’de kürt olacağız
kürtlerde ermeni
ermenilerde süryani
gidip almanya’da türk olacağız
hollanda’da surinamlı
fransa’da cezayirli
iran’da azeri
amerika’da zifiri zenci olacağız
çoğalan zencide mutlaka kızılderili
israil’de filistinli
köpeğin karşısında kedi
kedinin karşısında kuş olacağız
kuşun karşısında börtü böcek
hakemler hep karşı takımı tutacak
ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı
çiçeklerden kamelya olacağız
az kolumuzun tarafında
solda olacağız
bu itirazın ilk şartı
solda da az olacağız
devrimi çoğaltırken çünkü
bir başka devrime hızla azalacağız
bu da itirazın ikinci şartı.