Mısır darbesi ve AKP Hükümeti

[ A+ ] /[ A- ]

fft64_mf1232326

Selim SEZER

Mısır’daki 3 Temmuz darbesinin belki de Mısır’dan sonra dünyada en fazla gündem olduğu ülke Türkiye’dir. İlk günden beri darbe, Türkiye hükümetinin ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın öncelikli siyasi meseleleri arasında yer aldı. Kullanılan ifadeler, neredeyse, darbenin Türkiye’ye karşı yapıldığı anlamına gelecek söylemlere kadar vardı. Bu söylemlerin içinde sıklıkla zikredilen ‘Firavuna karşı elbet bir Musa çıkar’ cümlesi, Musa’dan kastedilenin kim olduğu sorusunu kaçınılmaz olarak akıllara getirdi.

Peki, AKP Hükümeti ve Erdoğan, darbeyle koltuğundan edilen Mursi’ye ve genel olarak Müslüman Kardeşler hareketine neden bu denli sahip çıkıyor? Herhalde bunun nedeni, demokratik değerlere sıkı sıkıya bağlılık olmasa gerek.

3 Temmuz darbesiyle AKP Hükümeti, bölgedeki en yakın partnerini kaybetmiştir. Her şeyden önce AKP ile Müslüman Kardeşler arasında büyük bir ideolojik yakınlık mevcuttur. Öyle ki, uluslararası basındaki pek çok analizde Türkiye’deki hükümet, bölge çapında Müslüman Kardeşler çizgisindeki hükümetler ve hareketlerin arasında sayılmaktadır. 1928 yılında Mısır’da Hasan el-Benna tarafından kurulan ve takip eden on yıllar içinde Suriye, Filistin ve pek çok
bölge ülkesinde kolları örgütlenen bu hareketin, AKP’nin özellikle kurucu ve yönetici kadroları için esin kaynaklarından biri de olduğu bilinmektedir. 2012 yılında bu hareketin Mısır’da iktidara gelmesi, Türkiye’nin bölgede ideal partnerini de bulması anlamına gelmiştir.

Burada söz konusu olanın Mısır’ı da aşan geniş bir bölgesel ortaklık olduğu da söylenebilir. 2010 yılının sonunda Tunus’taki halk isyanı ile başlayan ‘Arap Baharı’ süreci kısa süre içerisinde çıkış noktasından uzaklaştırılarak, ABD’nin de onayıyla, bölge çapında ‘ılımlı İslam’ çizgisindeki hareketlerin iktidara getirilmesinin aracı haline getirilmiştir. ‘Yeni Ortadoğu’nun oluşturulma çabalarında Erdoğan ve Mursi, bir anlamda ‘eş başkanlar’ olmuş ve pek çok ortak girişime imza atmıştır.

Bu yakınlaşma, özellikle son dönemlerde, Türkiye’nin bölgede karşı karşıya olduğu yalnızlaşmayı bir anlamda ikame edici bir işlev de gördü. Nitekim, birkaç yıl öncesine kadar parolası ‘komşularla sıfır sorun’ olan Dışişleri, izlediği politikalar sonucunda arzuladığının tam tersi sonuçlara ulaştı. 2011 yılında Türkiye’nin en fazla yakınlık kurduğu Suriye’de başlayan kitle gösterilerinin kısa sürede bir rejim değişikliğine neden olacağını varsayan Hükümet ve Dışişleri, bir bocalama evresinden sonra bu süreci kendi eliyle yönetmeye ve ‘geleceğin Suriye hükümeti’ üzerinde hegemonik bir etki sağlamaya niyetlenmişti. Bunun sonucu ise giderek askerileşen ve jeopolitik bir kavga niteliğini alan Suriye krizinde Türkiye’nin en yıkıcı aktör olarak algılanması oldu. Türkiye bu yüzden sadece Suriye’den değil, onun en yakın müttefiki olan İran’dan, bir düzeyde Irak’tan, Lübnan Hizbullah hareketinden ve bazı Filistinli
örgütlerden de tepki gördü ve uzaklaştı. Bu koşullarda Mısır yönetimi, Türkiye’nin bölgedeki neredeyse ‘tek dostu’ olarak kalmıştı. Beraberinde, tam olarak aynı nedenden ötürü, Türkiye’nin bölgeye açılan en önemli ticaret yollarından da biri haline gelmişti.

Doğal olarak Mursi yönetiminin devrilmesi Türkiye bakımından ağır bir stratejik kayıp oldu. İki yılın sonunda Türkiye’nin Ortadoğu politikası büyük bir hezimete dönüşürken, gelinen noktada yeni bir kavram olarak ‘değerli yalnızlık’ üretildi. Bununla Türkiye’nin her zaman ilkeli bir dış politika çizgisi izlediği, ancak bu ilkeli duruşunda artık yalnız kaldığı kastedilmektedir. ‘İlkelilik’ kısmı fazlasıyla tartışmaya açıktır, ancak yalnızlık kısmı artık aşikâr olarak görünüyor.

Son olarak bir parantez açarak Mısır’da yaşanan darbe sürecinin Hükümet tarafından iç politikada büyük bir demagojinin aracı haline getirildiğini ve Gezi Direnişi sürecinde yaşanan kısmi seçmen desteği kaybının, bu demagojik söylemlerle ve Gezi’nin amacının da böyle bir darbe olduğu iddiasıyla telafi edilmeye çalışıldığını da ilave etmek gerekir.

Türkiye’nin Mısır politikası ana hatlarıyla bu şekilde özetlenebilir. Ancak bütün bunlar, darbe ve sonrasında yaşanan gelişmeler hakkında destekleyici bir tutum almayı haklı ve meşru kılmaz. AKP Hükümeti’nin yaşadığı güç kaybı, 3 Temmuz darbesinin sonuçlarından sadece biridir ve diğer sonuçları – yaşanan büyük insani trajedi, istikrarsızlık, artan gerilim ve iç çatışma olasılığı, ‘ılımlı İslam’ın yerine Selefi İslam’ın olası yükselişi ve genel olarak gelenin gideni aratma ihtimalinin hayli kuvvetli olması– göz önüne aldığımızda, salt AKP karşıtlığı üzerinden üretilecek bir Mısır politikasının da yersizliği görülebilecektir.

NOT: Bu yazı, Nor Zartonk Eylül-Ekim bülteninde yayımlanmıştır.