Arat Dink
Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu diyor ki, “Hiç kimse terörle mücadele mirasının üzerine oturmasın! (…) Biz oraları temizledik! (…) Meskûn mahaldeki en başarılı terörle mücadeleyi yaptık.” (FoxTV, 26 Mayıs 2021)
Bahsedilen mücadele, 7 Haziran 2015 seçimleri sonucunda AKP’nin meclis çoğunluğunu kaybetmesiyle başlayan, ülkenin en karanlık dönemlerinden biri olarak Türkiye tarihine şimdiden geçen zaman dilimindeki mücadele. Davutoğlu o dönemi, Sakarya’daki bir toplantıda şöyle anlatmıştı:
“6-8 Ekim (2014) olayları esnasında, Türkiye’nin kamu düzeninin nasıl yerle bir edildiğini görme imkânı bulduk. O gün arkadaşları topladık (…) ve onlara şunu söyledim: Sayın cumhurbaşkanımız (…) bize görevi tevdi ederken ‘İki emanetim var’ dedi, ‘çözüm süreci ve FETÖ’yle mücadele’. (…) Dolayısıyla şimdi bu çözüm sürecini derhal durdurmamız yanlış anlaşılır, ama onlara son bir şans –eğer çözüm süreci varsa– verilir (…) Bahara kadar silahları bırakmazlarsa (…) bir müddet seçim ortamının gereği olarak sabredilse bile seçim sonrasında mutlaka şiddetli bir terörle mücadele başlatmak zorunda kalabiliriz… Ona göre hazırlığınızı yapın.”
“Bir daha şehirlerimizin böylesine tarumar edildiği bir görüntü görmek istemiyoruz.”
“23 Temmuz’da Büyük Millet Meclisi’nde çoğunluğu olmayan, geçici bir başbakan olarak bütün güvenlik birimlerini topladık ve dedik ki bu gece bunların haddi bildirilecek. Ve bu ülkede tek bir sokakta dahi hendek, barikat, çukur kalmayacak…”
Bakalım kimlerin haddi nasıl bildirildi. Aşağıdaki bilgiler Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’nin raporundan. Bazı paragrafları özetleyerek aktarıyorum.
Bölge halkında “toplu cezalandırma”ya tabi tutulduklarına dair yaygın inanış gözlemlenmiş ve bunu izah edecek birçok durum tespit edilmiştir.
Sokağa çıkma yasakları açıklanmadan önce öğretmenlere özel olarak yerleşim yerlerini terk etme çağrısı yapılmıştır.
Olaylar en az 355 bin kişinin yerinden edilmesiyle sonuçlandı. “Etkisiz hâle getirilen” teröristlerin sayısı ile yer değiştirmek zorunda kalan sivillerin sayısı arasındaki uçurum, operasyonların orantılı olduğu konusunda ciddi şüphe uyandırmıştır. Örneğin Sur’la ilgili resmî rakamlara göre 50 terörist için 22 bin kişi yerinden edilmiştir.
Yetkililer operasyonları sivil kayıpları asgariye indirecek şekilde yürüttüklerini söylese de, tahribatın boyutundan ağır silahların kullanıldığı anlaşılmaktadır. Sokağa çıkma yasaklarının da olduğu bir dönemde böyle bir uygulamanın böylesi geniş bir sivil nüfusun bulunduğu kentsel alanla bağdaştırılması mümkün değildir.
Olaylar sırasında yapılan bazı yönetmelik değişiklikleri dikkat çekicidir. Aile fertlerinin cenazelerini morgdan alabileceği süre 15 günden 5 güne düşürülmüş ve cenazelerin 24 saat içinde defnedilmesi yükümlülüğü getirilmiş. Birçok cenaze bu değişiklikler yüzünden ailelerin bilgisi dışında defnedilmiş.
Olaylar esnasında değiştirilen İl İdaresi Kanunu ile operasyonlarda kullanılan askerî personelin her türlü hukuki soruşturmasını bakan onayına tabi kılmaktadır. Bunlar operasyonlar çerçevesinde işlenen tüm suçların ve askerî personelin sivil soruşturmadan korunmasını sağlamaktadır. Üstelik kanun yürürlüğe girmeden önceki operasyonları da kapsayacak şekilde geçici bir 5. madde eklenmiştir.
Savcı, Cizre’deki bodrumlarla ilgili olarak, olay yeri incelemesi yapmayı güvenlik gerekçesiyle reddetmiş, delilleri toplamayı ölenlerin yakınlarına ve vekillerine bırakmıştır.
Bir diğer kaygı verici tutum, söz konusu kişilerin terörist ve PKK üyesi olduklarının söylenmesi suretiyle ölümlerin haklı çıkarılmasıdır. Bu davalarda sorulması gereken soru, kişilerin suçlu veya terör örgütü üyesi olup olmadıkları değil, özellikle ölümcül güç kullanımının mutlak surette zorunlu ve orantılı olup olmadığı, devletin sorumluluğunu doğuracak şekilde öldürülüp öldürülmediğidir. İster güvenlik gücü, ister sivil, ister terörist, tüm ölümler için etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü vardır.
Sokağa çıkma yasağı ilanı ve operasyonların, yeterli biçimde öngörülebilir ve yasada tanımlanmış olmak anlamında ne hukuki, ne de Türkiye tarafından güdülen meşru amaçla orantılı olduğu kanaatindedir.
Güvenlik güçlerinin yaptığı iddia edilen çok sayıda insan hakkı ihlali son derece ciddi ve tutarlı bulunmuştur. Kanunla bir tür dokunulmazlık kazandırılmaya çalışılması iddianın inandırıcılığını artırmaktadır.
Soruşturmalar etkili değildir. Etkili olabilmeleri için gecikmeden, itinayla ve noksansız bir şekilde yapılmaları gerekirdi. Olay yerinin iş makineleriyle imha edilmiş olması nedeniyle ve savcıların genel tutumuna bakılırsa gelecekte herhangi bir soruşturmanın etkili olması imkânsız görünmektedir. Dolayısıyla Türkiye, yaşam hakkı ihlalleri de dâhil birçok ağır insan hakkı ihlalinde bulunmuş olduğunun peşinen varsayılmasıyla yüzleşmek zorunda kalacaktır.
Türkiye’nin, güneydoğusunda çok büyük bir nüfusun birçok insan hakkının, Ağustos 2015’ten beri yürütülen operasyonlarla ihlal ettiği düşünülmektedir. Öncelikle buna yola açan yaklaşımın terk edilmesi ve ihlallerin etkilerini telafi etmeye yönelik açık bir iradenin gösterilmesi gerekmektedir.
İster Türkiye Devleti teröre karşı vatandaşlarını koruyamamış olsun, ister doğrudan operasyonun sonucu olsun, kişilerin uğradığı maddi ve manevi zararlar tazmin edilmeli ve hak ihlalleri kabul edilmelidir. Ancak tazminat açısından yasal çerçeve birçok açıdan yetersiz görünmektedir. Üstelik kamulaştırma yaklaşımlarıyla, zarar görenler çifte cezalandırmaya tabi tutulmaktadır.
Kürtler… Ayrı yazmak istedim, zira dili mümkün olduğunca mesafeli tutulmaya çalışılmış bu raporda yalnızca bir kez geçiyor bu kelime. Oysa birçok sorunun cevabı bu kelimede saklı olabilir. Bağımsız gözlemcilerin ve sivil toplum örgütlerinin denetimine, tüm uyarılara rağmen izin verilmediğini de ekleyelim. Ve şu cümle arada kaynamasın: “Bir daha şehirlerimizin böylesine tarumar edildiği bir görüntü görmek istemiyoruz.”
Ahmet Davutoğlu, İçişleri Bakanı Soylu’nun terörle mücadeleyi sahiplenmesine içerlemiş, cevap veriyor. Türkiye’nin kadim müsameresine bir skeç daha ekleniyor: Birbiriyle birçok konuda tartışan taraflar, bazı konularda hep aynı fikirde. Bahsedilen “meskûn mahal” yani çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı yer, maalesef artık insanların yaşamadığı ve delillerin yok edilmesi için elden gelenin yapıldığı ‘olay mahalli’ oluyor.
Kaynak: Agos