Mecnun AKSU
Biz, Mazlum Aksu’nun ailesi olarak 1993’te zorunlu göçle köyümüzü terk etmeye zorlandık. Ölüm tehditleri sonucunda köyümüzü boşalttık ve göç ettirilmek zorunda bırakıldık. Üç yıl boyunca hayat şartlarının çok kötü olduğu çadırlarda yaşamak zorunda kaldık, tarım işleri yaptık. Çadır hayatımız boyunca ırkçılık ve ayrımcılıktan çok zarar gördük, baskı altında yaşadık.
Sonunda Gebze’ye taşındık. Çocuklarımız bilmedikleri bir dilde okula başladılar. Mazlum’a sekiz yıllık ilkokul hayatı boyunca her sabah “Türk’üm” dedirtildi. Lise eğitiminin yarısında okulu bıraktı ve bir fabrikada çalışmaya başladı. Türkiye’de 20 yaşının altındaysanız ve henüz askerliğinizi yapmamışsanız iş bulmanız neredeyse imkansızdır. Eğer üniversite mezunu değilseniz, 15 aylık zorunlu askerlik hizmeti vardır.
Son 10 yılda intihar eden ve şüpheli şekilde ölen askerlerin sayısı, çatışmada ölen askerlerin sayısından fazla. 2012 verilerine göre, son 10 yılda intihar eden asker sayısı 934 iken çatışmalarda ölen asker sayısı 818.
2012 yılında intihar etmiş gibi görünen 42 kişinin 39’u Kürt, biri Ermeni. Ve bu ölümlerin hiçbirinin üzerine gidilip araştırılmamış.
20 yaşında bir genç, Emek Partisi Darıca ilçe yöneticisi olan Mazlum Aksu, terhisine beş ay kala, izninden döneli bir ay bile olmadan askerde intihar süsü verilerek öldürülmüş, katledilmiştir.
Mazlum dört ay önce zorunlu askerliğini yaptığı karakollarına psikolojisi bozuk bir askerin sürgüne geldiğini, haberlerin izlerken Kürt meselesine dair tartışmanın çıktığını ve o askerin kendisine “Hepiniz teröristsiniz, bu memleket bizim” gibi ırkçı söylemlerde bulunduğunu söylemişti. Ardından Mazlum ve arkadaşları olayı karakol komutanı izah ederek ırkçılık yapan genci şikayet etmişlerdir. Fakat olayın hemen ertesinde komutan Mazlum ve arkadaşlarının söylemlerinin tam tersine hareket ederek ırkçılık yapan genci kollamış, askerlerin ve Mazlum’un tanımlamasıyla “sağ kolu” yapmıştır.
Mazlum izne geldiğinde karakol komutanının kendisini “Hangi örgüte bağlısın?” gibi sorularla sürekli rahatsız ettiğini söylüyordu.
Mazlum, hayatını kaybetmeden 25 gün önce biz ailesi ve arkadaşlarıyla beraberdi, çok neşeli ve mutluydu. Ailesi ve arkadaşları olarak çok güzel zamanlar geçirmiştik. Hayatını kaybetmesinden bir gün önce babasıyla telefonda konuşmuştu ve çok iyiydi. Onu üzecek bir problemi, intihara sürükleyebilecek herhangi bir sıkıntısı yoktu.
Geleceği, işi, arkadaşları ve gezip görmek istediği yerler ile ilgili planları vardı. Hatta hayatını kaybetmeden iki hafta önce, göç ettiğimizden beri hiç göremediği ve çok özlediği memleketi Mardin’e gitmiş, tanımadığı akrabalarını, kuzenlerini görmüş ve tarihi yerleri gezmişti.
Askeriye, Mazlum’un intihar ettiğini öne sürmesine rağmen bunun doğru olmadığını açıkça gösteren bir sürü işaret var.
Görüşünü aldığımız psikologlar, intihar edecek kişilerin, geride kalanlara mesaj mahiyetinde mektup ya da not gibi bir şeyler bırakmaya meyilli olduğunu belirtiler.
Mazlum sağ elini kullanan birisiydi ama G-3 gibi altı kiloluk ve bir metrelik bir silahla sol şakağından vuruluyor.
Görüştüğümüz tüm askerler ve komutanlar olayın gerçekleştiği saati tam olarak belirtiyorlar. “Olay ne zaman oldu?” diye sorduğumuzda “Saat 19.05’te” olduğunu söylüyorlar. Oysa ki, bu tür olaylarda saati tam olarak belirtmek tüm askerler açısından mümkün değildir. Sadece bir-iki asker saati tam olarak hatırlayabilir ancak diğerleri, saatti yaklaşık olarak belirtebilir. Hepsinin, aynı saat ve dakikayı belirtmesi şüpheyi arttırıyor. Örneğin “saat yedi civarı” ya da “yediyi geçiyordu” gibi denebilir.
Tüm asker ve komutanlarla görüşmemize rağmen Mazlum’un en yakın iki arkadaşı ile görüştürülmedik.
Görüştüğümüz askerlerin tümü, Mazlum’un üç gün süreyle durgunlaştığını, hiç kimseyle sorununu paylaşmadığını belirtmiştir. Bir asker –ki, bu en yakın arkadaşı olduğunu belirten arkadaşı- “Dört saat uğraştım ancak sorununu anlatmadı” diye konuştu. Diğer askerlere aynı soru sorulduğunda hiçbir şey söylemediği, kimseyle konuşmadığı devamlı düşünceli olduğu, konuşmaya çalışmamıza rağmen hiçbir şey söylemediği yönündedir. Akşam saatlerinde, İl Jandarma Komutanlığı’nda karakol komutanıyla görüştüğümüzde ise problemlerinin olduğunu ancak detaylara girmediğini, bazılarını yüzeysel anlattığını belirtmiştir. Karakol komutanına “Ne gibi sorunları vardı?” diye sorduğumuzda ise, “Kız meselesinden bahsetti ancak ‘önemli değil’ dedi” gibi muğlak ve kesinliği olmayan şeyler söylemesi dikkat çekiciydi. Sadece muğlaklık değildi mesele, aynı zamanda sorunların nasıl olduğu, örneğin nasıl kız meselesi diye soru sorunca Mazlum’un “önemli değil” ya da “halledildi” gibi ifadeler kullanarak aslında olmayan görüşme ya da diyaloğu bize aktarıyordu. Yani komutanın gerçekte olmayan şeyleri söylediği çok açıktır.
Karakol komutanının, Mazlum’un kendisine sorunlarını açtığını, son günlerde devamlı konuştuğunu, dertleştiğini iddia etmesi başlı başına çelişkidir. Çünkü en yakın arkadaşlarından biriyle dört saat konuşmasına rağmen hiçbir sorununu en açmayan biri, neden rütbeli ve komutan durumunda olan (bazı sorunlar yaşadığı belirtilen komutan) kişiye derdini açıklasın ki? Eğer bir şeyler paylaşacaksa; yaşıtı olan, acemi birliğinden beri kendisiyle arkadaşlık bağı bulunan ve sorunlarını daha rahat anlatabileceği kişilere değil de neden kendisiyle sorunlu komutanına izah etsin?
Karakol komutanı “Her gün saat 11’de (23.00’te) eve gidiyordum, o gün ise ilk defa saat 17.45’te çıktım” demesi tesadüf mü? Neden bu tesadüf gerçekleşir ki?
Üç gün boyunca tüm arkadaşları Mazlum’un problem yaşadığını, problemini hiç kimseyle paylaşmadığını söylediler. Hiç konuşmayıp, sadece düşündüyse neden ruhi değişim yaşayan biri tedavi için hastaneye gönderilmedi? Tüm arkadaşları bu durumu biliyor, çaba sarf ediyor ancak hiçbir şey yapılmıyor. Daha önce nöbette uyuyakaldığı için Mazlum’a 15 gün disko cezası veren komutan, bu sefer morali bozuk diye altı-sekiz nöbetine göndermiyor, ancak nöbet değiştirilen birinden neden silah ya da mermiler alınmıyor?
Olay yerine giden ilk kişi, bu kadar önemli bir konuda ifadesi alınmadan 24 gün izne çıkartılmıştır. Olayla ilk temas durumunda olan, bilgisi olan ve gördüğü iddia edilen biri ifade için çağrılmıyor ancak karakol komutanı ve birkaç askerin ifadelerine öncelik veriliyor.
Askerlerden olayı ilk gören kişi, her nasılsa kurşunun nereden geldiğini görmüş (hangi kısımdan yaralandığını net olarak tarif etti) ancak bırakalım silahın pozisyonunu, silahın nerede olduğunu görmediğini belirtmiştir. Ki, Mazlum’un hangi pozisyonda olduğunu sadece ilk gören asker değil, en yakın arkadaşı olduğunu belirten asker de bizzat yanımızda bize tatbik göstermiştir. Hiçbir askerin silahın nerede olduğunu belirtmemiş olması şüpheyi derinleştirmiştir. Ki, Mazlum’un kafasındaki yara aldığı yeri gören ve hatta kanın aktığı yönü tarif eden, ancak G-3 gibi gözden kaçması mümkün olmayan silahı görmemesi olası mıdır?
Komutanların çok rahat davranarak “İstediğiniz yeri görebilirsiniz, askerlerle bizim olmadığımız koşullarda –içeride ya da dışarıda- konuşabilirsiniz” şeklindeki yaklaşımları, sürekli “biz suçsuzuz, suçsuzuz” görünümü vermek, ‘güven aşılama’ veya ‘suçluluk psikolojisi’ olarak değerlendirilebilir mi? Ya da “gerçeğin” verdiği rahatlık mı?
Askerler içeri girdiğinde “Nasıl oldu?” diye sorulunca ağlamaları. İkinci asker grubunun ise hazır ol vaziyetinde durmaları, tarafımızdan ikaza rağmen hazır ol vaziyetlerini bozmamaları.
İl Jandarma Komutanlığı’na giderken “İl Jandarma Komutanı ile görüşmek ister misiniz?” denilince, bizim gruptakiler sadece Karakol Komutanı ve ifadesi alınanlarla görüşüleceği yönündeki beyana rağmen Jandarma İl Komutanı’nın da görüşmeye gelmesi.
Savcılık ile görüşmek istememize karşın ilkin “görüşülecek” denildi ve görüşmek için yola çıktığımızda, yolun yarısında telefon gelerek “Savcı bey il dışında, acil görevi çıktı” denilerek görüştürülmemesi. Oysaki, kamuoyunda ‘şüpheli asker’ ölümleri olarak bilinen ve giderek daha çok tartışılan bir konuda, savcılığın ilk elden olayı soruşturan olması nedeniyle tatminkâr bilgi vermesi açısından önemli olduğu açıktır. Ölüm gibi bir olayda aile ile görüşmek istememesinin nedeni neydi? Sonuçta Elazığ’da tek savcı bulunmamaktadır. Böyle bir olayı araştıran savcı ne hikmetse aynı gün il dışında başka bir olay (bu olay izah edilmedi) nedeniyle bulunduğu belirtilerek özellikle görüştürülmedi. Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılaması kanunu, “Yeteri kadar askeri savcı bulunur” şeklide düzenlenmiştir. Otopside görevli savcının yanında başka bir savcı da vardı ve erken ayrıldı.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Mazlum’un intihar etmediği, ölümünün kesinlikle şüpheli olduğu açıkça ortadadır. Biz Mazlum’un ailesi olarak intikam, kin gibi duygularla hareket etmiyoruz, tersine bu olayın adil bir şekilde çözüme kavuşturulmasını istiyoruz. Bizim çocuğumuz-kardeşimiz şüpheli bir şekilde öldürüldü. Ve Türkiye’de buna benzer bine yakın şüpheli ölüm bulunmaktadır. Bizler artık Mazlum’ların ölmemesi için tüm duyarlı insanları, kamuoyunu, ölümlere karşı çıkan vicdan ve merhamet sahibi herkesi bu konuda bizlere yardımcı olmaya çağırıyoruz, artık yeter diyoruz.
Bizim oğlumuz öldü, başkasınınki ölmesin, başkaları bu acıyı yaşamasın.