Nikolaos Stelya
“Son dakika. St. Barnabas’a silahlı baskın. Maskeli ve silahlı kişiler, ikona müzesindeki üç nöbetçiyi saf dışı edip bir odaya kilitledi. Trilyonlarca liralık ikonaların korunduğu tarihi müzeden nelerin çalındığı bilinmiyor. Aziz Barnabas’ın müze dışında bulunan mezarı kazıldı. 12 basamak aşağıya inildi. Bu sabahın erken saatlerinde kadar hiçbir resmi makam açıklama yapmadı.”
Kıbrıs’ta yayın yapan Kıbrıs gazetesi bu haberi yayımladığında, takvimler 16 Mart 1996 gününü gösteriyordu. Gazetenin ‘son dakika’ gelişmesi olarak yansıttığı haber, 14 Mart 1996 perşembe günü gece saat 19:00’dan saat 23:00’a kadar dört saat süren bir olayı anlatıyordu. 10’dan fazla şüpheli iki beyaz Renault Toros, bir kırmızı Isuzu Jeep ve bir Vitara marka araçla, Hıristiyan Ortodokslar için büyük önem arz eden Aziz Barnabas Manastırı’nı basıp, tarihi mekanı koruyan bekçileri etkisiz hale getirdi. Baskın bilgisi 15 Mart 1996 sabahı, yani olayın yaşanmasından saatler sonrasında KKTC polisine bildirildi.
‘Büyük savaş ganimeti’ iddiası
Manastır baskınının gündeme yansımasıyla beraber Kıbrıs’ta kulaktan kulağa önemli bir iddia dolaşmaya başladı. Buna göre, 1974 Savaşı’na katılan bir binbaşı ‘Rumların evinden, kilisesinden, bankasından, kuyumcusundan ganimet olarak toplanan altın, gümüş, elmas, pırlanta gibi mücevherleri St. Barnabas’ın mezarının olduğu mağaraya gömdürmüştü’… 1974 sonrasında generallik rütbesine yükselen ve emekli olan askeri yetkili, yıllar sonra söz konusu olayı bazı şüpheli şahıslarla paylaşmış, sonrasında da bu büyük soygun gerçekleşmişti.
Büyük ‘savaş ganimeti’nin saklı olduğu öne sürülen Aziz Barnabas Manastırı 1974 sonrasında İkona Müzesi’ne dönüştürülmüş, Hıristiyanlık için büyük önem taşıyan ikonalar ve eserler burada koruma altına alınmıştı.
Dört kritik soru
Kıbrıs Türk basını, özellikle muhalif yerel basın, günlerce Aziz Barnabas baskını üzerinde durdu. Büyük soyguna önem atfeden ve arkasında devlet güçlerinin parmak izini arayan basın kuruluşlarının başında, Kıbrıs Türk solunun önemli gazetesi Yeni Düzen ve bu gazetede haftanın üç günü köşe yazıları yayımlanan Kıbrıslı düşünür, şair, araştırmacı ve gazeteci Kutlu Adalı geliyordu.
Yeni Düzen, büyük baskından üç gün sonra dört kritik soru yöneltti: Bir orduyu anımsatacak şekilde modern silahlı 15 kişi nasıl elini kolunu sallayarak müzeye girip çıktı? Baskını gerçekleştirenlerin kullandığı beyaz Renault Toros’un Sivil Savunma Teşkilatı’na ait olduğu doğru muydu? Paha biçilmez ikonlara dokunmayan baskıncılar, mezara 1974’te gömülen mücevherleri mi arıyordu? Polisin olayla ilgili soruşturma başlatmadığı doğru muydu?
Mendi ile restleşme
Kıbrıs Rum tarafının büyük baskınla ilgili olarak devreye Birleşmiş Milletler ile uluslararası kamuoyunu soktuğu bir ortamda, Adalı aylar boyunca, son nefesine dek yukarıdaki soruların cevabını aradı. Büyük baskınla ilgili yazılarında ‘derin devlet’ ile ‘silahlı kuvvetlere’ dikkat çekti. Kıbrıslı düşünürün bu vurgusu, 1996 ortalarında Kıbrıs Türk Sivil Savunma Teşkilatı’nın (KTSST) başkanlığını yürüten Korgeneral Galip Mendi’nin tepkisini çekti.
Adalı cinayetinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) ele alınışı sırasında ifade veren Mendi, 2000 yılında Kuzey Kıbrıs Güvenlik Kuvvetleri Komutanı görevine getirildi. 2015 yılındaysa Jandarma’nın bir numaralı ismi konumuna yükseldi. 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişiminde darbeci askerlerce alıkonulan Mendi, 2016 Yüksek Askerî Şura kararları ile yaş haddi nedeniyle emekli edildi.
Denktaş’ın yakın mesai arkadaşı
Aziz Barnabas baskınından Mendi’nin komutasındaki Kıbrıs’ta konuşlu askeri birimleri sorumlu tutan Adalı, 1935 yılında Lefkoşa’da dünyaya gelmişti. Çocukluk ve ergenlik yıllarını ailesiyle beraber Antalya’da geçiren Adalı 1954’te Kıbrıs’a döndü. Adaya döner dönmez Kıbrıslı Türklerin tarihi liderlerinden Rauf Denktaş’ın öncülüğündeki birçok kuruluşta görev aldı. 60’lı ve 70’li yılların başlarında Denktaş’a yakın durdu ve Kıbrıslı Türk liderin özel kalem müdürlüğünü üstlendi.
Mendi ile KKTC hükümetini suçladı
1974 yılından sonra Denktaş’ın siyasi çizgisini benimsemeyen Adalı, muhalif basın yoluyla görüş ve düşüncelerini kamuoyuyla paylaştı. Aynı süreçte kendisini edebiyata, şiire ve araştırma ve köşe yazılarına adadı. 1996’nın ortalarındaysa, dikkatini Aziz Barnabas baskınında Türkiye ve Kıbrıs’taki derin devlet ile askeri vesayet rejiminin oynadığı role odaklandırdı. Adalı, baskınla ilgili olarak Mendi ile beraber dönemin KKTC hükümetini de suçladı.
AİHM’e taşınan suikastı
Bu suçlamaları önce Yeni Düzen gazetesine yönelik tehdit mesajları, ardından da, 6 Temmuz 1996’da her ayrıntısı ‘profesyonel’ bir şekilde düzenlenmiş olan suikastıtakip etti. Suikast Kıbrıs’ın genelinde ve Türkiye’de büyük tepkilere neden oldu. Eşi İlkay Adalı suikastı AİHM’e taşıdı ve Türkiye’ye karşı dava açtı. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin dokuz maddesini (2, 3, 6, 8, 10, 11, 13, 14 ve 34) ihlal etmekten suçlandı. Temel suçlama, Kutlu Adalı’nın eleştirel yazıları ve muhalif siyasi görüşlerinden ötürü Türkiye’nin KKTC’deki uzantıları tarafından öldürüldüğü yönündeydi.
Sekiz yıl süren davanın sonunda, AİHM cinayetin bir ‘devlet işi’ olduğu iddiasının ‘hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde’ ortaya konulamadığı ancak altıya karşı bir oyla (aleyhte oy kullanan yargıç Rıza Türmen oldu), Türkiye’nin, Adalı’nın öldürülmesinin arkasındaki nedenleri yeterince araştırmadığı sonucuna vardı.
Adalı suikastı şimdi, Sedat Peker’in açıklamalarıyla beraber yeniden gündeme taşınmış durumda.
Serdar Denktaş: Soruşturma için ‘devam ettirmeyin’ dendi
Rauf Denktaş’ın oğlu, Kıbrıslı Türk siyasetçi Serdar Denktaş, Peker’in son açıklamaları hakkında “Kıbrıs’ta o dönem Türkiye tarafından direkt veya Türkiye eliyle bir şey yapıldığında çok fazla sorgulanmazdı, bir bildiği var diye. Birçok olayın içeriğiyle ilgili Kıbrıs’ta kimsenin bilgisi ve haberi yoktur” ifadelerini kullandı. Sözcü gazetesinden İsmail Saymaz’a konuşan Denktaş, “Aziz Barnabas’tan ne alındı, mağarada ne vardı; bütün bunlar bizim açımızdan cevapsız. Bilgimiz olmayan konular. Niye? Çünkü fiilen askerin karıştığı olaydı. Soruşturma durduruldu. ‘Devam ettirmeyin’ dendi. Ne vardı, ne alındı, kime götürüldü; Kıbrıs’ta hiçbir makamın bilgisinde değil” dedi. Denktaş ayrıca, Adalı cinayetiyle ilgili olarak KKTC’de kurulması düşünülen Araştırma Komisyonu’nun elde edeceği olası neticeyle ilgili olarak da karamsarlığını paylaştı.
Adalı cinayeti döneminde başbakan yardımcısı komunda olan eski KKTC cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ise “Askeri vesayetin çok yoğun bir şekilde yaşandığı ve hissedildiği günlerdi. Bu olayda bizim polis teşkilatımızın bağımsız şekilde araştırma yapması son derece zordu” dedi. Talat ayrıca, “Kutlu Adalı’nın öldürüldüğü dönemde bu gibi olayların faili meçhul kalmasının adeta zorunlu olduğu” mesajını da verdi.
Adalı’nın son yazısı
Denktaş ile Talat’ın son açıklamaları zihinlere, Adalı’nın öldürülmesinden 48 saat önce Yeni Düzen’deki köşesinde dillendirdiği görüşleri getirdi. “Sopa ve Sıpa” başlıklı yazısında Kıbrıslı düşünür şunları vurguluyordu: “Anavatan-Yavruvatan politikalarından vazgeçmeliyiz. Bu politikanın ruhunda acındırma vardır, acizlik vardır, sızlanma vardır, dilenme vardır, tembellik vardır, kolaycılık vardır, hazırlopçuluk vardır. Ana memesinden sütü, emme basma tulumba gibi emerek sömürme vardır, baskı vardır, sopa vardır, ama kişilik kimlik, gurur, onur yoktur.”
Kaynak: Gazete Duvar