Konfüçyus ya da Mevlana Yapılanları Görse Ne Derdi?

[ A+ ] /[ A- ]

Ragıp ZARAKOLU
Koxuz

Cumartesi günü, Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’nde idim. “İstanbul Barış Platformu ve İHH İnsani Yardım Vakfı’nın düzenlediği “Hür Doğu Türkistan Sempozyumu” için. Herhalde sol kesimden izleyen pek kimse yoktu.
Sempozyumun başlığı çok ilginçti benim için: “Konfüçyus yapılanları görseydi, ‘Bu bir Soykırım!’ derdi.
Ben de kafamın içinden şöyle dedim: “1915 yılında Ermeni halkının yaşadıklarını Mevlana görse idi, Soykırım derdi!”
Filistin dışında, farklı eğilimlerdeki insan hakları hareketleri, farklı sorunlar karşısında farklı duyarlılıklar gösterebiliyor.
Filistin sorunu konusunda sol ve İslami eğilimler benzer duyarlılık gösterebiliyor. Hatta Kürt sorunu için bile, paralel duyarlılıklar oluşabiliyor.

Milliyetçi paradigması olmayanlar, ister sol “ekümenik” (evrensel yani), yada İslami “ekümenik” (evrensel) yaklaşım içinde, bir kardeşlik projesine, milliyetçilere oranla daha yakın olabiliyorlar. Hatta Ecevit gibi aynı zamanda “solda” sayılan milliyetçiler, ya da Erdoğan gibi “İslamcı” olmakla birlikte, milliyetçi dürtüler de taşıyan politikacılar, İsrail devletinin Filistinlilere zulmü karşısında rahatça, “soykırım” veya “adeta soykırım” kavramını kullanabiliyorlar.

Ama her ikisi de, ABD başkanlarının, çeşitli dünya parlamentolarının, 1915 olgusunu “soykırım” olarak tanımlamasını engellemek için ellerinden geleni artlarına koymadılar ve koymuyorlar. Oysa, General Evren cuntası sırasında 1981 yılında ABD Başkanı Reagan, 1915 trajedisini “soykırım” diye tanımlamıştı da, cuntanın gıkı çıkmamıştı. Çünkü şanlı Türk militarizmi o sıralarda, Anadolu coğrafyasında yoğun bir “sol-kırım” ile meşguldü. Anadolu’nun son sürgün ve yitik çocukları solcular olmuştu.
Solcuların az hassasiyet gösterdiği konulardan biri, Bosna’da yaşanan insanlık dramıdır. Özgür Yugoslavya, Ortodoks, Katolik, Yahudi ya da Müslüman partizanların verdiği mücadele üzerinde inşa edildi, eğer dini kök açısından bakacak olursak. Ki milli kimlikle dini kimlik arasında çokça uyuşma vardır. Elbette Arnavut partizanları unutmamak kaydıyla ve onlar da üç ana dini eğilime mensuptu.

IHD yöneticisi iken, karma bir heyete katılmam söz konusu olmuştu, kuşatma altındaki Saray- bosna’ya gitmek için. Heyetin içindeki Ermeni soykırımı inkarcısı kitapları ile bilinen, bir Prof. hep Batılıların “soykırım” yaptığını söyleyip, asıl soykırımcının onlar olduğunu belirtip, yüzü kızarmadan Saraybosna’ya gideceğini açıklayınca, ben bu heyete katılmaktan vazgeçecektim.
O sırada Yves Ternon’un, Ermeni soykırımı gerçeğini anlatan “Ermeni Soykırımı” adlı kitabını yayınladığımız için, 2 yıl hapis talebi ile yargılanıyorduk.

O sırada, bu zatın da yazdığı Avrasyacı basın ise, Belgrad’taki milliyetçi sosyalist, soykırımcı, etnik arındırmacı rejimi destekliyordu.
Belge yayınları olarak, Türkçe ilk kez yayınlanan Ebu Firas’ın Filistin Belgeleri derlemesini yayınladığımızda, siyasi hakları kısıtlı olduğu bir sırada, Bülent Ecevit bir önsöz yazmıştı. Kendisine Dünya Basın Konseyleri Kongresi’nde bunu hatırlatıp, tabu konulara ilişkin yasakların ne zaman sona ereceğini sormuştum.

O da, “Biliyorsunuz, biz koalisyonun küçük ortağıyız” diye yanıt vermişti.
Ve bir yıl sonra kendini “başbakan” olarak buluvermişti.
Ama ne yazık ki, konu Kürtlere gelince Ecevit’in yüreği nasır bağlamıştı. Saddam Hüseyin’e “kardeşim” diyor, hemen Halepçe kıyımı sonrası onu ziyaret ediyor, Kürtlere yönelik soykırım olan “Anfal” olayını gözü görmüyordu.
Onu getirdikleri gibi götürdüler sonunda.

Hani Yassıada Mahkemeleri” sırasında, sözde hukuku temsil eden başyargıcın, “Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor” demesi misali.
Türkiye’de “soykırım inkarcısı lobi” çok güçlü. Talat Paşa Komitesi hâlâ faaliyette. Ve ne yazık ki, iş Ermeni olgusuna gelince, CHP; MHP ve AKP arasında hiçbir fark kalmıyor. Erdoğan, Elekdağ ve Baykal ile yaptığı ittifaka sadık.
Üstüne üstlük bir de “kovma” söylemi eklendi buna. ‘64’de Yunan yurttaşı Rumların İsmet Paşa tarafından bir gece içinde İstanbul’dan kovulmalarını hatırlattı bize.

Nedense öfkelenince, ilk refleksimiz “kovma” oluyor milletçe. Daha kötüleri de gelebiliyor peşinden.
Ve hep dayak yiyen, katledilen “suçlu” oluyor.
Evet soykırım da artık uluslararası arena da bir pazarlık konusu.
Darfur’da bir insanlık trajedisi yaşanıyor.
“Hayır, Müslüman soykırım yapmaz” deniyor.
Soykırımcı Ankara’ya davet edilebiliyor.