Kesab saldırısında Türkiye parmağı

[ A+ ] /[ A- ]

kesab

Rober KOPTAŞ
Agos

Hatay’ın Yayladağı sınır kapısına üç kilometre mesafede bulunan, nüfusunun çoğunluğunu Ermenilerin oluşturduğu Kesab kasabası 21 Mart günü İslami örgütlerin eline geçti. El Nusra, Şam el İslam ve Ensar el Şam güçlerinin bölgeye yönelik saldırısının, sınırın Türkiye tarafından gelmesi nedeniyle, Ermeni kamuoyu Türkiye’ye sert tepki gösterdi.

Kesablı Ermenilerden yaklaşık 2000 kişi evlerini terk etti. Sivil can kaybının yaşanmadığı saldırıların ardından, Suriye ordusu bölgede hâkimiyeti yeniden sağlamak için muhaliflere yönelik bombardımana başladı. Ermeniler için özel bir anlamı olan kasabanın geleceğine dair yoğun kaygılar var.

Ermeniler için değerli Ermenicede ise ‘Kesab’ olarak anılan kasabanın, Ermeni halkı için önemi büyük. Kesab, Türkiye tarafındaki komşusu Vakıflıköy’le birlikte, Ermenilerin yüzyıllar önce yerleşim kurduğu, ‘eski memleket’te yer alan ve halen toplu halde yaşamın sürdüğü iki yerden biri. Kasaba, yüzyıllarca ‘vatan’ olarak bilinen, türlü badirelere rağmen terk edilmeyen, yaşamın adeta inadına sürdüğü, bunun için de üzerine titrenen bir yerleşim yeri. Kesab’ın İslami militanların eline geçtiği yönündeki haberlerin, dünyanın dört bir yanındaki Ermenilerin yüreğine neden büyük bir ateş düşürdüğünü, bu arka planda anlamak mümkün.

Akdeniz’e 8 kilometre uzaklıktaki, 5500 kişinin yaşadığı Kesab’da nüfusun %80’ini Ermeniler oluşturuyor. 10 kişilik belediye meclisinde sekiz Ermeni, iki Alevi yer alıyor. Kasabanın mücahitlerin eline geçmesinden sonra kilise, okul, dernek gibi cemaat yapıları ve pek çok özel mülk yağmalandı.

Ermenistan’daki kamuoyu, Türkiye devleti ve mevcut hükümetinin son saldırılarla doğrudan ilişkisi olduğuna inanıyor. Türkiye aksini savunsa da, saldırıların Türkiye desteği olmadan gerçekleşemeyeceği algısı, birçok Ermeni’nin Türkiye ve Türklerle ilgili hafızasıyla birleştiğinde, Türkiye’ye yönelik büyük bir tepki doğuruyor. Kesab üzerinde bir Suriye uçağının TSK tarafından düşürülmesi de, Türkiye’nin muhaliflere aktif silahlı destek verdiği yönündeki iddiaları güçlendiriyor.

Türkiye Kesab’ı koruyordu, ya şimdi?

Bu olumsuz algı içinde, yaşananların “Türklerin Kesab Ermenilerini yerlerinden etmek için planladığı bir operasyon” olduğu türünden gerçekçi olmayan değerlendirmeler dahi kolayca alıcı buluyor. Diğer yandan, Kesab’da yaşananlarda Türkiye’nin sorumluluğu olduğu tezinin inandırıcı kanıtları olduğu da aşikâr.

Bu sorumluluğun nereden kaynaklandığını anlamak için, 21 Haziran 2013 tarihli Agos’ta yayımlanan bir habere dikkat çekmek yeterli olabilir (R. Koptaş, ‘Kesab’ı muhaliflerin saldırısından Türkiye’nin müdahalesi korudu’). O dönemde Kesab’dan bize ulaşan haberler, muhaliflerin kasabaya yönelik saldırılarının, Türkiye devleti ve TSK tarafından engellendiğini söylüyordu. Hatta Kesab’ın seçilmiş bir Ermeni yöneticisi, bizlere, 2012 Kasımı’nda, bir muhalif grup Kesab’a saldırdığında Türkiye tarafından ciplerle gelen askeri yetkililerin onlarla görüşüp, saldırıyı sonlandırmaları için uyarıda bulunduğunu anlatmıştı.

Bu tutum, Suriye siyasetinde zaten zorlanan Türkiye’nin, uluslararası kamuoyu nezdinde bir de Ermenilere saldıran muhalifler nedeniyle kredi kaybetmek istememesinden kaynaklanıyordu.

Bugünse, Kesab’ın Türkiye tarafından gelen mücahitler tarafından saldırıya uğraması ve buna karşı bir tedbir alınmaması, Türkiye’nin saldırıya onay verdiği şeklinde yorumlanıyor. Düşürülen uçak ise İslami gruplara verilen desteğin bir kanıtı olarak görülüyor.

Değişimin nedeni: Muhalifler kaybediyor

Muhalif gruplara Kesab’a saldırmak konusunda onay veya destek verilip verilmediğini sorduğumuz Dışişleri yetkilileri bu iddiaları kesin bir dille reddederken, Türkiye’nin El Nusra ve diğer İslami gruplarla mücadele halinde olduğunu, Kesab’a ve Suriye Ermenilerine yönelik politikalarında bir değişiklik olmadığını ve savaşan grupların kontrolünü sağlamanın mümkün olmadığını belirttiler. Bu açıklamalara karşın, Kesab çatışmaları sırasında Türkiye topraklarının cephe gerisi olarak kullanılması ve Suriye uçağının düşürülmesi, Türkiye’nin rolüne ilişkin iddialara ciddi bir meşruiyet kazandırıyor.

Peki, daha düne kadar Kesab’a saldırıları bizzat engelleyen Türkiye, ne oldu da İslamcı gruplara, en hafif tabirle “göz yumma” tutumunu benimsedi? Bu sorunun yanıtı, dünyadaki pek çok Ermeni için, kestirmeden “Ermenilere zarar vermek için” olacaktır. Ancak soğukkanlı bir gözle bakıldığında, Kesab Ermenilerinin zarar görmesinin, Türkiye’ye yarardan çok zarar getireceği görülüyor.

Bu yüzden de, meseleyi salt Ermeni-Türk gerilimiyle değil, Suriye’deki savaşın geldiği aşamayla açıklamak gerekiyor. Zira son aylarda, Esad güçleri muhaliflere sahada çok ciddi zararlar verdirerek önemli kazanımlar elde etti. Bu durumda, zaten stratejik önemi olan ve muhaliflere kıyı şeridinde bir mevzi kazanma imkânı sağlayan Kesab’ı ele geçirmek, daha hayati bir boyut kazandı. Nitekim muhalifler, Kesab’ı ele geçirdikten sonra durmayıp, başka kıyı mevzileri için Lazkiye’ye doğru ilerlemeye başladı ve El Samra köyünü de aldı.

Midyat’ta kamp önerisi anlamsız

Muhaliflerin Kesab’ı ele geçirmesinin ardından, Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürü Büyükelçi Basat Öztürk, Amman’daki BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi’ne hitaben yazdığı mektupta, Türkiye’den iltica talebinde bulunabilecek Suriyeli Ermeniler ve diğer sığınmacılar için, Mardin’deki iki bin kapasiteli mülteci kampının hazır olduğunu belirtti. Ancak Kesab’dan 600 km uzaklıktaki bir kampın, bölgedeki şiddetten kaçan Ermeniler için hiçbir çekiciliği olmayacağı çok açık.

Görünen o ki, Türk Dışişleri, Suriyeli Ermenilerle ilgili olumlu bir imaj çizmek istese de, hakkındaki iddiaların ve şüphelerin altından kalkabilmesi hiç kolay değil. Bu tepkilerden kurtulmanın tek yolu, silahlı gruplara verilen desteği kesmek olmalı. Ancak, bunun için bile hayli geç kalındı ve bu nedenle, Suriye savaşının Alevi, Sünni, Kürt ve Hıristiyan kurbanlarının arasına, son olarak Kesablı Ermeniler de katıldı. Dileriz bu acılar bir an önce son bulur ve Suriye halkı özlediği barışa kavuşur.

Kesab için tepkiler büyüyor

• Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, Beşar Esad’a bir mektup göndererek, Kesab’daki Ermenilerin yaşamından endişe duyduğunu bildirdi. Sarkisyan, mektubunda, “Hepimiz Kesab’ın tarihini çok iyi hatırlıyoruz. Geçen yüzyılda burası Ermenilerin sürülmesi gibi cehennemi olaylara sahne olmuştu” dedi.

• Halep Ulusal Yönetim temsilcilerinden Garo Yüzbaşıyan, “Kesablıların kasabaya dönmesinin kolay olmayacağını ama bir gün mutlaka döneceklerini” vurgularken, Nerses Sarkisyan, Kesab’ın “Tarihi Ermenistan’dan kalan son parça” olmasından ötürü, “bölgesel değil, ulusal bir mesele” olduğunu söyledi.

• Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA), Kesab saldırısı üzerine bir açıklama yayımlayarak, ABD Başkanı Obama ve Kongre’yi, Kesab’a saldıran radikal savaşçılara desteğini kesmesi için Türkiye’ye baskı yapmaya çağırdı. Kaliforniya’daki Ermeni Barolar Birliği de, Beyaz Saray’ın Suriye konusundaki sessizliğinin kabul edilemez olduğunu duyurdu.

‘Güzel ev’in tarihi

Kesab bölgesinin tarihi 6 bin yıl öncesine dayanır. Antakya, Seleukia ve Laodikeia şehirlerinin merkezinde yer alan Kesab, dönemin önemli ticaret yollarının üzerindeydi.

Kesab’ın adının geçtiği ilk kayıt, I. Haçlı Seferleri’ne aittir. Bölge, o dönemde ‘Kasbisi’ olarak anılır. Bu adın, Latincede ‘cassabella’dan (güzel ev) geldiği düşünülüyor.

Kesab’a Ermeni göçü, 14. ve 15. yüzyıllarda hızlandı. 20. yüzyılın başına gelindiğinde, yaklaşık 6 bin kişinin yaşadığı kasabada 20’den fazla okul ve beş büyük kilise bulunuyordu.

1909 Adana (Kilikya) Katliamı sırasında, Kesab da saldırıya uğradı. Halk bir Fransız gemisiyle Lazkiye’ye sığındı. Lazkiye’de bir yıl kaldıktan sonra ise Kesab’a döndü.

1915’te, Kesab’daki Ermenilere bir kez daha göç yolları göründü. Nüfusun çoğu Der Zor’a sürülürken, bir kısmı da Ürdün’e gönderildi. Soykırım sırasında yaklaşık 5 bin Kesablı Ermeni hayatını kaybetti.

Osmanlı sınırları içinde yer alan Kesab, 1938’de kurulan Hatay Cumhuriyeti’ne bağlandı. 1939’da Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasıyla birlikte, Kesablılar kasabayı çevreleyen dağlarda isyan başlattılar. Dokuz ay süren isyanın ardından, Kardinal Krikor Ağacanyan’ın ricası sonucu Papa XII. Pius’un araya girmesiyle kasaba Suriye sınırları içinde kaldı.