TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI (TİHV) İzmir Temsilciliği, İNSAN HAKLARI DERNEĞİ (İHD) İzmir Şubesi, ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ (ÇHD) İzmir Şubesi
SesOnline.net
Bugün, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin 59. yıldönümü. İkinci Dünya Savaşının hemen sonrasında savaşan devletler, insanlığın iki büyük savaştan edindiği acı deneyimlerden yola çıkarak ortak bir değerler sistemi oluşturmak istemiyle 1945 yılında Birleşmiş Milletler örgütünü kurmuştur. Evrensel Bildirge ise Birleşmiş Milletler’in kurulmasından üç yıl sonra, 10 Aralık 1948 yılında kabul edilmiş böylece insanlık, çağdaş dünyanın en temel insan hakları belgesine kavuşmuştur. Süreç içinde tüm dünyada insan hakları anlayışında önemli gelişmeler olmuş ve Evrensel Bildirge daha gelişkin pek çok uluslararası ve bölgesel insan hakları belgesine kaynaklık etmiştir. Bu sayededir ki artık günümüzde toplumların ulaştığı uygarlık düzeyi “insan hakları” ölçütü ile değerlendirilir hale gelmiştir.
Buna karşın günümüzde, özellikle ABD’nin 11 Eylül 2001’de yürürlüğe koyduğu ve başta AB olmak üzere dünya çapında benimsenen, insan haklarını “güvenlik” gereklerine feda etmeyi öngören terörle mücadele konsepti”nin yarattığı “küresel olağanüstü hal” nedeniyle uygarlık değerlerinin çiğnendiği, insan hakları açısından kazanımların gerilediği, ihlallerin arttığı kaygı verici bir sürecin içine girilmiştir. 2007 yılında da, bu sürecin devam ettiği gözlenmektedir. Dünyada insan hakları ihlalleri açısından öne çıkan belli başlı gelişmeler şöyledir:
· İşgal ve şiddet ortamı nedeni ile Irak’ın doğal, tarihsel ve kültürel zenginlikleri ile sosyal yapısı nerdeyse tümüyle tahrip olmuş, Irak halkı, başta yaşam hakkı ve işkence yasağı olmak üzere en temel haklardan yoksun duruma gelmiştir. İşgalin başladığı 20 Mart 2003 tarihinden bu yana şiddete maruz kalan yüz binlerce sivil yaşamını yitirirken iki milyondan fazla insan da ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır.
· Ortadoğu’da İsrail’in Filistinlilere yönelik uygulamaları nedeniyle ağır insan hakları ihlalleri yaşanmaktadır.
· Terörle mücadele gerekçesiyle başta ABD ve İngiltere olmak üzere birçok batı ülkesinde bir insanlık suçu olan işkenceyi meşrulaştırmaya ve ona hukuksal dayanak kazandırmaya yönelik girişimlerde kaygı verici bir artış gözlenmektedir.
· Küresel iklim değişikliği nedeniyle su kaynakları hızla tükenmekte, deniz ve göllerde değişimler yaşanmakta, yaban hayatı ve biyo-çeşitlilik yok olmakta, meteorolojik karakterli doğal afetler olağan hale gelmektedir. S on verilere göre, dünyada 1,5 milyar kişi temiz içme suyuna ulaşamıyor, 3 milyar insan güvenli arıtma tesisinden yoksun, bu nedenle her gün büyük çoğunluğu çocuk olan 35 bin kişi ölüyor.
· Uluslararası sermayenin küreselleşme politikaları, derinleştirdiği işsizlik, açlık ve yoksulluk; bozduğu ekolojik denge; desteklediği anti-demokratik/gerici rejimler; kışkırttığı bölgesel çatışmalar ve savaşlar nedeniyle dünya halkları açısında ciddi insan hakları ihlallerine yol açmaktadır. Bu bağlamda yaşanan doğal afetlerin ardından yüz binlerce insan kendi kaderleri ile baş başa bırakılmakta, etnik ve dinsel farklılıkların kışkırtılmasıyla büyük insan toplulukları, halklar çeşitli saldırılara maruz kalmakta, büyük göç hareketleri gerçekleşmekte, yaşanan eşitsizlik ve ayrımcılıklar insanları umutsuzluğa yöneltmektedir. Bir çok Avrupa ülkesinde göçmenlik yasaları, küreselleşme politikalarının mağduru on binlerce insanın sınır dışı edilmesine neden olacak biçimde değiştirilmekte, ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı kışkırtılmaktadır.
2007, ülkemizde de insan hakları açısından ciddi sorunların yaşandığı bir yıl olmuştur. Bir yandan AB kriterlerine uyum amacıyla yapılmaya çalışılan göreli ve kısmi iyileşmelere son verilirken diğer yandan otoriter yönelimlerde ve insan hakları ihlallerinde -başta işkence yasağı, yaşam hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü olmak üzere- bir tırmanış yaşanmıştır. Özellikle ayrımcılığın, ırkçı ve milliyetçi tutum ve davranışların, resmi ve sivil geniş toplumsal kesimlerce refleks haline getirilmesi, giderek bu reflekslerin, Hrant Dink’in ve Malatya’da üç Hristiyan’ın öldürülmesi örneğinde olduğu gibi yok edici şiddet ve saldırı eylemlerine dönüşmesi kaygı verici bir boyuta ulaşmıştır.
Geriye dönük adımların başında geçen yıl kabul edilen Terörle Mücadele Yasası (TMY) ile bu yıl Haziran ayında Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun (PVSK) bazı maddelerinde değişiklik yapan 5681 sayılı yasa gelmektedir. Özellikle kamuoyu ilgisinin genel seçimlere kilitlendiği koşullarda, TBMM’nin kendi iç prosedürlerine ve teamüllerine dahi uyulmadan alelacele çıkarılan 5681 sayılı yasayla birlikte kaygı ve endişeler kısa sürede gerçeklik halini almış ve uygulamada kötü muamele işkence ve hatta yaşam hakkı ihlaline kadar varan ağır hak ihlalleri yaşanmıştır.
İŞKENCE ve KÖTÜ MUAMELE
· Hükümetin “sıfır tolerans” söylemine karşın işkence, hala ülkemizdeki insan hakları ihlallerinin başında gelmektedir. Önceki yıla oranla 2007 verilerinde nispi bir artış görülmektedir. Bunda özellikle PVSK’da yapılan değişikliğin rolü büyük olmuştur:
· Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na (TİHV) 2007 yılının ilk 10 ayında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 406 kişi başvurmuştur. Başvuranların 287’si aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir.
· İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Merkezi’nin verilerine göre ise 2007 yılının ilk altı ayında 146 kişi gözaltında, 51 kişi cezaevlerinde işkence görmüştür.
· Cezasızlık, hala işkence ile mücadelede en önemli engeldir. 2007 yılında da işkence ve kötü muameleden sorumlu pek çok kamu görevlisi, yine haklarında hiç dava açılmaması, dava açılsa da beraatla sonuçlanması ya da verilen cezaların ertelenmesi yahut da dava sürecinin kasıtlı olarak uzatılması sonucu davanın zaman aşımına uğraması gibi nedenlerle cezasız kalmıştır.
· İşkenceyle mücadelede çok önemli bir dayanak olan Birleşmiş Milletler İşkenceyle Mücadele Seçmeli Protokolü (OPCAT) TBBM tarafından onaylanmadığı için uygulamaya konulamamaktadır.
YAŞAM HAKKI
· TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre 2007 yılı içinde üçü gözaltı merkezinde intihar ettiği iddiasıyla, biri gözaltı merkezinde polis tarafından kurşunlanarak, biri ise gözaltı sonrası gönderildiği cezaevinde olmak üzere toplam beş kişi gözaltında yaşamını yitirmiştir.
· Yine TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin belirlemelerine göre, 2007’nin ilk 11 ayında dördü polisler, beşi asker ve jandarmalar tarafından olmak üzere toplam dokuz kişi “dur” ihtarına uymadıkları gerekçesiyle öldürülmüştür. Ayrıca güvenlik güçlerinin suç araştırması yapma, kimlik sorma vb. “görev ve yetkilerini” yerine getirirken aşırı ve orantısız güç kullanmaları sonucu dört kişi yaşamını yitirmiştir.
· Yine TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin belirlemelerine göre, 2007’nin ilk 10 ayı içinde sekiz kişi yargısız infaz sonucu yaşamını yitirmiştir.
· Son yıllarda, milliyetçi duyguların kışkırtılması, ötekileştirme ve farklı olana tahammülsüzlüğün körüklenmesi sonucu gerçekleşen münferit ve linç benzeri toplu saldırılar 2007 yılında da devam etmiştir. Bu nitelikteki saldırılar sonucu toplam dört kişi yaşamını yitirmiştir. Her ne kadar bu tür saldırıların bir çoğunda ölüm olayı gerçekleşmemiş ise de bu olaylar, güvenlik güçlerinin önünde, onların göz yumması, teşviki ya da yeterli önlemi almaması nedeniyle gerçekleştiğinden –bu tür girişimlerin diğer politik ve sosyal etkilerinin yanı sıra- yaşam hakkı ihlal ve riskleri için zemin oluşturmaktadır. Linç benzeri toplu saldırı eylemlerine katılanlar yönünden hiçbir yasal işlem yapılmazken, mağdurlarının gözaltına alınması, adli soruşturma ve kovuşturmaya maruz kalmaları da kişi güvenliği, eşitlik, adil yargılanma ve etkili soruşturma hakkının ihlali sonucunu yaratmaktadır.
· Yetkililer sadece bu ülkenin vatandaşlarının yaşam haklarını korumakla yükümlü değillerdir. Ülkemiz, önemli bir mülteci ve sığınmacı nüfus hareketi için “geçiş ülkesi” durumundadır. Ağır hak ihlallerine uğradıkları için ülkelerini terk eden bu insanlar, yolculukları sırasında insan kaçakçılarının aldatma ve istismarına maruz kalmakta, hatta yaşamlarından olabilmektedirler. Nitekim 2007 yılında da Türkiye’den geçiş yapan onlarca sığınmacı/mülteci yaşamını yitirmiştir. Türkiye mülteci ve göçmenler için gerekli yasal düzenlemeleri yapmaktan, temel ve insanî ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayacak koşulları iyileştirmekten uzak tutumunu 2007 yılında da devam ettirmiştir.
OLAĞANÜSTÜ HAL UYGULAMALARI
· Olağanüstü Hal, 1 Aralık 2002 itibariyle kaldırılmış ise de bölgede hak ve özgürlüklerin kullanımı bakımından sürmekte olan sorunlar ve ihlaller, özellikle çatışmaların yoğunlaşması ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesi operasyon hazırlıkları nedeniyle bazı sınır illerinde askeri yasak bölgeler ilan etmesi ile daha da yoğunlaşmıştır.
· TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin belirlemelerine göre, 2007’nin ilk 10 ayı içinde Güneydoğudaki çatışma ve operasyonlar sırasında 112’si asker, 283’ü militan olmak üzere toplam 395 kişi yaşamını yitirmiştir.
· Mayınların temizlenmemesi nedeniyle bölgede yaşanan can kayıpları sürmektedir. İHD Genel Merkezi’nin belirlemelerine göre 2007 yılının ilk altı ayında mayın ve sahipsiz bomba patlamaları sonucunda üçü çocuk yedi kişi ölmüş, 16’sı çocuk 33 kişi de yaralanmıştır.
· Olağanüstü halin kaldırılmış olmasına rağmen koruculuk sisteminin fiilen sürüyor olması nedeniyle çatışmalı dönemde topraklarını terk etmek zorunda kalanların, köylerine geri dönüşleri için uygun koşullar hala yaratılamamıştır.
DÜŞÜNCE ve İFADE ÖZGÜRLÜGÜ
· 2007 yılı içinde de düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik kısıtlama ve yasaklamalar devam etmiştir. Bu çerçevede gazeteci, yazar, insan hakları savunucusu vb. çok sayıda kişiye davalar açılmış, dergi ve kitaplar toplatılmış, gazeteler, dernekler kapatılmış, partiler hakkında kapatılma davaları açılmıştır.
· TCK’nunda ifade özgürlüğü bakımından sorun yaratabilecek, birbiri yerine kullanılabilecek en az 14 madde (84, 125, 132, 134, 215, 216, 218, 285, 286, 288, 299, 301, 305, 318. maddeler) bulunmaktadır. Bunlar dışında Terörle Mücadele Yasası, Atatürk’ü Koruma Yasası, Basın Yasası ve RTÜK Yasası gibi yasalar da ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı niteliktedirler. Ancak, Terörle Mücadele Yasası üzerinde ayrıca durmak gerekir. Bu yasa, sadece düşünce ifade ve örgütlenme özgürlüğü açısından değil, aynı zamanda çocuk hakları, sanık hakları vb. birçok yönden de ciddi ihlallere kaynaklık etmektedir.
· İHD Genel Merkezi’nin verilerinden 2007 yılının ilk altı ayında TCK’nun yukarı da sayılan maddelerinden 451 kişi hakkında 93 dava açıldığı, suçlamalar yönünden 25 dava ile TCK’nun 301. ve 23 dava ile TCK 215. maddeleri başı çektiği anlaşılmaktadır.
· Yine İHD Genel Merkezi’nin verilerine göre 2007’nin ilk altı ayında yedisi miting, üçü konferans, üçü tiyatro oyunu, ikisi konser, ikisi imza kampanyası, biri karikatür sergisi vb olmak üzere toplam 26 etkinlik yasaklanmıştır.
ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ
· Yapılan değişiklikler, örgütlenme özgürlüğü açısından karşılaşılan temel sorunları çözmekten henüz uzaktır. 2007 yılı içinde de dernek, vakıf ve sivil örgütler ile inisiyatifler üzerindeki baskıların uygulamada devam ettiği gözlemlendi. Derneklerin, faaliyetlerine yönelik toplantı ve etkinlikler engellendi, merkez veya şubelerine baskınlar düzenlendi. Yasal mevzuat uyarınca veya idari kararlar ile derneklerin faaliyetleri durduruldu ya da kapatıldı. Derneklerin yönetici ve üyeleri, bu sıfatları veya dernek faaliyetleri nedeni ile baskı, soruşturma ve yargılamalara maruz kaldı.
· İHD Genel Merkezi’nin verilerine göre 2007’nin ilk altı ayında 31 parti binası, 10 dernek binası, 2 sendika ve 1 vakıf bürosu güvenlik güçleri tarafından basıldı. Ayrıca, Barıs Gönülleri Derneği’nin feshine karar verildi. İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı ve Lambda İstanbul Derneği hakkında kapatılma davası açıldı. Emekli-Sen hakkında 2002 yılında açılan kapatma davasının yeniden görülmesine başlandı.
· 2007 yılında siyasi partilere yönelik de kapatma istemleri oldu. Bunun en son örneği Demokratik Toplum Partisinin kapatılma davasıdır. Bu dava ile hukuk yoluyla toplumun bir kesiminin kendisini gerçekleştirme ve ifade etme hakkının elinden alınması söz konusudur. Ayrıca yıl içinde Hak ve Özgürlükler Partisi (HAKPAR), Milli Demokrat Halkın Partisi ve Özgür Toplum Partisi’ne Anayasa Mahkemesi tarafından ihtar verildi.
TOPLANTI ve GÖSTERİ ÖZGÜRLÜĞÜ
· 2007 yılı, toplantı ve gösteri özgürlüğü açısından da, ihlallerin ve kısıtlamaların yaşandığı bir dönem oldu. Bu başlıklar altında yapılan yasal değişikliklerin de ne yazık ki uygulamaya henüz yansımadığı görüldü. Kolluk güçlerinin, barışçıl gösterilerde orantısız güç ve şiddet kullanması ve cop, dayak, biber-gazı gibi uygulamaları önceki yıllarda olduğu gibi devam etti.
· 2007 yılı Newroz kutlamaları sırasında güvenlik güçlerinin göstericilere müdahaleleri çok sert oldu. İçişleri Bakanlığı açıklamasına göre; 49 ilde toplam 431 kişi gözaltına alındı. İzmir’de Newroz kutlamaları sırasında gözaltına alınan göstericilerden sekizi TİHV İzmir Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezine başvurmuştur. Gözaltına alınırken polisin aşırı şiddet kullanımına maruz kalan bu kişilerin TİHV’de yapılan tetkik ve muayeneleri sonucunda;
– Bir kişide omuz çıkığı;
– Bir kişide burun kemiğinde kırık, diş kırığı ve mine çatlakları;
– Üç kişide baş bölgesinde travmaya bağlı yarılma nedeniyle dikiş skarı, saçlı deride kesi, sıyrık ve yüzülmeler;
– Bir kişide dört kaburga kemiğinde zedelenme, bel bölgesinde iki omurda çatlak;
– Bir diğerinde kaburga kemiğinde, ayakta ve kaburga kemiği omur birleşim yerinde kemik zedelenmeleri;
– Tümünde ekimozlar, ödem ve yumuşak doku zedelenmeleri saptanmıştır.
· 37 kişinin yaşamını yitirdiği 1 Mayıs 1977 katliamının 30. yıldönümünde Taksim’e yürümek isteyen göstericilere polis tazyikli su, jop ve biber gazı ile müdahele etti. 1000’e yakın insan gözaltına alındı, polisin yoğun olarak kullandığı biber gazından binlerce kişi etkilendi, çok sayıda kişi de çeşitli yerlerinden yaralandı.
· 16 Temmuz 2007 tarihinde Ankara’da Meclis önünde gösteri yapmak isteyen 300 kişillik gruba polis biber gazı sıkarak ve copla saldırararak müdahale etti. 37’si çocuk 157 kişi dövülerek gözaltına alındı.
CEZAEVLERİ
· Türkiye’de halen mevcut 421 cezaevinde toplam 75.589 tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır.
· 2007 yılında cezaevlerinde intihar, hastalık, kaza gibi değişik nedenlerle 10 kişi yaşamını yitirmiştir. Başta F tipi cezaevlerinde olmak üzere tüm cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülere yönelik baskılarda devam etmektedir..
· Tutuklu ve hükümlülerin fiziksel-sosyal-ruhsal bütünlüğünü tehdit eden tecrit sorunu, uygulamada varlığını sürmektedir. 2000 yılında Adalet Bakanlığı tarafından vaat edilen, cezaevlerinin şeffaflaşmasını sağlayacak olan cezaevlerinin bağımsız, demokratik ve mesleki kurum temsilcilerinden oluşan kurullarca sivil denetime açılması hala sağlanmamıştır.
· Cezaevleriyle ilgili geniş ve ayrıntılı açıklama kurumlarımızın ortak raporuyla 18 Aralık 2007 Salı günü yapılacaktır.
EKONOMİ ve ÇALIŞMA YAŞAMI
· Dünya Bankası raporlarına göre Türkiye’de istihdam çağındaki nüfusun %54’ü işsizdir. İşgücünün %52’si herhangi bir sosyal güvenceye sahip değildir.
· Türkiye’de yaşayan nüfusun. % 20’si kişi açlık sınırındadır. Avrupa ülkelerine göre asgari ücret on kat daha düşüktür.
· Sigortasız, çok düşük ücretlerle çalıştırma her geçen gün yaygınlaşmakta, emekçilerin insanca yaşama hakları ellerinden alınmaktadır. Yoksulluk sınırının altında asgari ücretin belirlenmesi emekçileri adeta angaryaya zorlanmaktadır. İşçilerin geçimini sağlamaktan uzak düşük tutarlarda belirlenen asgari ücret, “bölgesel asgari ücret” uygulaması getirilerek daha da düşürülmeye çalışılmaktadır.
· Sosyal güvenlik “reformu” adı altında sosyal güvenliğe ve sağlığa ayrılan devlet payını azaltılması, emekli aylıklarının düşürülmesi, emekli olmanın zorlaşması hatta imkansızlaştırılması, sağlık hizmetlerinde sigortalının ödemiş olduğu prim ve katkı paylarının arttırılması ve sağlık hizmetlerinin paralı hale getirilmesi hedeflenmektedir. Bütçe açıklarının bedeli yine emekçilerin üzerine yüklenirken, sağlık ve sosyal güvenlik hakları ellerinden alınmaktadır. Sosyal güvenlik “reformu” ile emekçilerin en temel hakkı: “Yaşama hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı” ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.
· İşyerlerinde etkin denetim mekanizmalarının işletilememesi nedeniyle her geçen gün iş kazaları ve meslek hastalıkları artmakta işçilerin sağlıklı yaşam hakları ellerinden alınmaktadır. Nitekim 2007 yılı’nın ilk 10 ayında İstanbul Tuzla Tersanelerinde, ağır çalışma koşulları, sağlanmayan iş güvenliği nedeniyle yedi işçi yaşamını yitirmiştir.
· Sendikalaşmanın önündeki yasal engeller ve işveren baskıları emekçilerin örgütlenme hakkını ortadan kaldırmaktadır. Örneğin İstanbul Tuzla Desan Tersanesi’nde üç ay ücretlerini alamayan ve sigorta primleri ödenmeyen 55 işçi için basın açıklaması yapan Liman, Tersane Gemi Yapım-Onarım İşçileri Sendikası (LİMTER-İŞ ) üye ve yöneticilerine yönelik polis saldırısı sonucunda altı işçi yaralanmış aralarında sendika yöneticilerinin de bulunduğu 16 işçi gözaltına alınmıştır.
· Çalışan çocuk sayısı ve dolayısıyla çocuk emeğinin sömürüsü artmaktadır. Çocuk ve engellilerin haklarının korunmasına, onların daha güvenli, sağlıklı ve onurlu bir sosyal ortamda gelişmelerine ve yaşam sürdürebilmelerine yönelik yasal, idari ve pratik önlem ve değişiklikler hala gerçekleştirilememiştir.
· Azınlıkların mülkiyet ve diğer haklarına yönelik yasal engelleme ve sınırlamalar devam etmektedir.
ÇEVRE HAKKI
· Pek çok uluslararası sözleşme ve ulusal hukuk metinlerinde sağlıklı çevrede yaşama hakkı kabul edilmiş olmasına karşın maalesef ülkemizde insanlar, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşullarını sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşayamıyor .
· Türkiye küresel ısınmanın artmasına yol açan karbon gazı salımında dünya ülkeleri arasında 23. sırada olmasına karşın, küresel ısınmayı denetlemeye yönelik BM Kyoto İklim Koruma Sözleşmesi’ni imzalamamıştır ve bu sözleşmenin öngördüğü önlemleri almamaktadır.
· Siyanür liçi yöntemiyle altın madeni işletmelerinin toprağı, suyu ve havayı kirlettiği pek çok bilimsel çalışma sonucunda kanıtlanmasına ve mahkeme kararlarına rağmen Bergama-Ovacık, Uşak-Eşme Kışladağ’da altın çıkarılmasına devam edilmektedir.
· Allianoi, Hasan Keyf gibi binlerce yıllık, insanlığın kültür mirası, yanlış kararlar ve yatırımlar nedeniyle sulara gömülmekle karşı karşıyadır.
CİNSİYET AYRIMCILIĞI
· Türkiye kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetin çok yoğun olduğu bir ülke olma özelliğini korumaktadır. Hukuk sisteminin halen cinsiyetçi öğelerden arındırılamamış olması, yargı ve kolluk güçlerinin uygulamalarında kadına, erkek egemen kimliğin ötekileştirici bakışıyla bakmaları, ülkemizi kadınlar için yaşanması zor bir ülke haline getirmektedir. Bir yandan kadınların toplumsal ve aile içindeki konumunda hızlı bir dönüşüm yaşanırken diğer yandan kadınların daha etkin, daha özgür bir kimlik edinme yönündeki çabaları şiddet veya linç uygulamalarıyla karşılaşabilmektedirler. İHD Genel Merkezi’nin verilerine göre 2007 yılının ilk altı ayında 33’ü ev içinde, 30’u toplumsal alanda şiddete maruz kalan 63 kadın yaşamını yitirmiştir.
· Ayrıca ülkede cinsel kimlikleri, kadın ve erkek olarak mutlaklaştıran erkek egemen zihniyet karşısında farklı cinsel yönelimi olanlar ciddi ayrımcılığa ve şiddete maruz kalmakta, hak aramaya yönelik örgütlenmeleri engellenmektedir.
ASGARİ TALEPLER
Sergilemeye çalıştığımız bu tablonun kader olmaktan çıkması ve değişmesi için yıllardır dile getirdiğimiz asgari talepleri bir kez daha yinelemek istiyoruz:
· İşkence iddiaları hakkında derhal ve koşulsuz olarak soruşturma açılmalı; işkence gördüğünü belirten kişinin tetkik ve incelemeleri İstanbul Protokolü çerçevesinde gerçekleşmelidir.
· İşkence ve kötü muamele suçu işleyenlerin cezasız kalmasına neden olan yönetsel, yasal, yargısal ya da öteki tüm engeller kaldırılmalı, suçluların derhal ve adil biçimde yargılanması ve cezalandırılmasının mekanizmaları etkinleştirilmelidir.
· İşkence insanlık suçu olarak kabul edilmeli, haklarında işkence ve kötü muamele yapmak nedeniyle soruşturma açılan kamu görevlilerine, soruşturma sonuçlanıncaya dek hemen görevden el çektirilmelidir. İşkence suçu için zaman aşımı kaldırılmalıdır.
· Gözaltı birimleri ve cezaevleri “Bağımsız İzleme Kurulları”nın denetimine açılmalıdır.
· Bu amaçla, işkenceyle mücadelede çok önemli bir dayanak olan Birleşmiş Milletler İşkenceyle Mücadele Seçmeli Protokolü (OPCAT), TBBM tarafından ivedilikle onaylanarak uygulamaya konulmalıdır.
· Irkçı, ayrımcı ve cinsiyetçi beyanların ve nefret söyleminin yanı sıra kişi ya da grupların taşıdıkları kimlik, değer, politik görüş, cinsiyetleri ya da cinsel yönelimleri nedeniyle maruz kaldıkları saldırı ve şiddet insanlık onuruna yönelik suç fiilleri kapsamına alınmalı, ayrımcılık hukukunun uluslararası standartlarını esas alan yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
· Türkiye Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisini tanımalı, bu amaçla Roma Sözleşmesi’ni imzalamalıdır.
· Temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi yönündeki çalışmalar, uyum süreçlerinin gereği sonucu ve bir “ev ödevi”nin yerine getirilmesi anlayışı ile değil, aksine hak ve özgürlüklerin bu ülke insanının istemi, ihtiyacı ve demokrasinin içselleştirilmesinin gereği olduğu için yapılmalıdır.
· Bu bakımdan temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi esas olmalı; özgürlük-güvenlik ikilemi yaratılarak bu gelişim engellenmemeli; varolan hak ve özgürlüklerden geri adım atılmamalıdır.
· Örgütlenme ve düşünceyi açıklama özgürlüğünü engelleyen uygulamalara son verilmeli, buna yol açan tüm yasalar sonuçlarıyla birlikte yürürlükten kaldırılmalıdır.
· İnsan hakları ile ilgili çalışma yapan kişi ve kurumların karşılaştıkları yasal ve idari engeller, kısıtlamalar kaldırılmalıdır.
· Yenilenmesi düşünülen anayasa, her türlü ayrımcılığı yasaklayan, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini, çalışanların ekonomik ve sosyal haklarını, doğal ve kültürel çevre ve varlıkların korunmasını güvence altına alan bir niteliğe sahip olmalıdır.
· Olağanüstü hal uygulamasının fiilen devam eden sonuçları ve kurumları tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Kürt sorununun şiddetsiz ve demokratik yollardan çözümü ve ülkede kalıcı bir barış ikliminin tesisi için herkes sorumluluklarını yerine getirmeli, ekonomik, sosyal, politik vb. her türlü önlem bir an önce alınmalıdır.
· F Tipi Cezaevi ve tecrit uygulamasından vazgeçilmelidir.
· Çocuk ve engellilerin haklarının korunmasına, onların daha güvenli, sağlıklı ve onurlu bir sosyal ortamda gelişmelerine ve yaşam sürdürebilmelerine yönelik idari ve pratik önlemler alınmalı gerekli yasal değişiklikler gerçekleştirilmelidir.
· Çevre ve doğaya zarar verme riski olan yatırımlar için, yöre insanının onayı alınmalı; Çevre ve doğa koruma ile ilgili İdare Mahkemesi kararları uygulanmalı; Hiçbir çevresel kaygı taşımayan, yaşam alanlarının kirlenmesine ve yok olmasına yol açan 5177 Sayılı yasa ile değişen Maden Yasası değiştirilmelidir.
· Türkiye, ivedilikle Kyoto Sözleşmesi’ni imzalamalı ve küresel ısınmaya karşı üzerine düşenleri yapmalıdır.
· Çevre kirlenmesine yol açmayacak, ekolojik dengeyi bozmayacak yeni bir yöntem geliştirilip uygulanıncaya kadar, siyanür liçi yöntemiyle yapılan altın madenciliğinden vazgeçilmeli, Bergama-Ovacık, Uşak-Eşme Kışladağ altın madeni işletmeleri kapatılmalıdır. Efemçukuru ve Kaz Dağları’ndaki diğer projeler ise iptal edilmelidir. Bu faaliyetler nedeniyle şu ana kadar çevrede oluşan kirlenmenin temizlenmesi ve bozulan doğanın düzeltilmesi işi, madenci şirketlere yaptırılmalıdır.
· İşçilerin ve diğer çalışanların grevli-toplu sözleşmeli sendikal haklarının önündeki engeller ortadan kaldırılmalı, tüm çalışanlar için iş güvencesi ve istihdam olanakları, sosyal güvenlik hakkı güvence altına alınmalı, Kamu Personel Rejimi kaldırılmalıdır.
10 Aralık 2007