Türker ARKAN
Radikal Gazetesi
Osmanlı hoşgörülü müydü? Elbette hoşgörülüydü. Fethettiği topraklarda yaşayanların ibadetine karışmadı, onları zorla Müslüman yapmadı, gayrimüslim kökenlileri devletin üst kademelerine atadı.
Ama Osmanlı öyle gözüktüğü kadar hoşgörülü değildi, diyenler de var. Osmanlı, farklı dine inanan kadın ve erkeklerin nasıl giyineceğine, nerede oturacağına, ne iş tutacağına karışırdı. Alevilere ve yörüklere baskı uyguladığı dönemler olmuştur. Gayrimüslimlerin erkek çocuklarını zorla ailelerinden ayırıp Yeniçeri neferi yapmıştır.
Fethettiği ülke halklarının dinine ve diline karışmamak sadece Osmanlı’ya özgü bir siyaset değildi. Bu, imparatorluk olmanın raconuydu. Dil ve din konusunda hoşgörülü olmasa o kadar milleti nasıl bir arada tutabilirdi? Başta İngiltere olmak üzere, pek çok imparatorluk aynı siyaseti izlemiştir.
Osmanlı sadece kadınların ve erkeklerin giysilerinin biçimine ve rengine karışmakla kalmadı, sık sık çıkan fermanlarla kent içinde günlük yaşamın nasıl akıp gideceğini de belirledi. Kent içinde kimler ata binebilir, kimler arabayla gidebilir, eşeğe vurulacak yükün ağırlığı ne kadar olmalıdır… Kadınlar nerelerde dolaşabilir… Bir Müslüman’la karşılaşan gayrimüslim’in kenara çekilip yol verme zorunluluğu… Güneş battıktan sonra sokakta dolaşma yasağı… Zaman zaman sigaraya, kahveye, kahvehaneye, hatta satranç oyununa konan yasaklar… İçki yasaklarını söylemeye gerek bile yok!
Osmanlı, yasakçı bir toplumdu. Çoğu kez yasakları koyan padişahların kendisi bu yasaklara uymazdı, ama ne gam!
Ve cezalar son derece ağırdı.
Hapis cezasından çok bedeni cezalar uygulanırdı. Kırbaç, el ayak kesme, çengele takma, işkence, idam.. en çok görülen cezalardı. Osmanlı veziri azamlarının (başbakanlarının) dörtte biri idamla cezalandırılmıştır. ‘Siyaseten katl’ yoluyla, yani suçlanmadan, gerekeçesiz ve muhakemesiz! Sultan İbrahim, kendisine Girit’ten az hediye getirdiği için öldürttüğü Yusuf Paşa’ya bakıp, “Ne güzel elma gibi yanakları varmış, yazık oldu” demişti.
Tabii bu tür yasakçılık ve bedeni ceza uygulaması sadece Osmanlı’nın bir özelliği değildi. Eski devletlerin pek çoğunda benzer uygulamalar vardı. Örneğin Kazıklı Voyvoda huzurunda şapkalarını çıkarmayan elçilerin kafalarına şapkalarını çiviletme yoluna gidebiliyordu!
Tarihte yaşananlara bakınca ‘Osmanlı hoşgörülüydü’ demek kolay değil. ‘Osmanlı, çağının diğer devletleri gibi, mecbur kaldıkları zaman ve mecbur kaldıkları oranda hoşgörülüydü’ demek daha gerçekçi ve doğru olacak sanırım.
Haydi Osmanlı’yı bir taraf bırakalım. Osmanlı’nın torunları olarak biz ne kadar hoşgörülüyüz?
Geçenlerde Yılmaz Esmer’in yönettiği bir kamuoyu araştırmasının sonuçları yayımlandı. Halkımızın hoşgörü karnesi hiç de parlak değil.
Halkımız, başka dinden olanları, dinsizleri, içki içenleri, mini etek giyenleri, başka ırktan olanları komşu olarak istemediği gibi, ABD’nin ve AB’nin ülkemizi bölmek niyetinde olduğunu düşünüyor.
Bu sonuçlara bakarak iki konuda sorunlarla karşılaşmamız olası.
Birincisi, demokratikleşme çabamız: Başkaların karşı bu kadar kuşku duyanların toplumunda demokrasi ne ölçüde işler?
İkincisi, madem başka dinden olanlara, dinsizlere ve AB’ye bu kadar kuşkuyla bakıyoruz, neden AB’nin kapısını aşındırıp duruyoruz dersiniz? “Bu Türkler bize ayak uyduramaz, AB’ye almayalım” diyen Fransız ve Alman politikacılar haklı mı acaba?