Erkan GOLOĞLU
Radikal Gazetesi
‘Ankara’da demiryolunda askerdim o yıllarda. Aşkale’ye götürülenler trenlere doldurulmuş halde Ankara’dan geçerdi. Ankaralılar da toplanıp sirkte hayvan seyreder gibi Aşkale’ye götürülenleri seyrederdi. Hatta ‘Yeter artık yaşadığınız’ diye laf atarlardı.’
1916’da, Karaman’dan sürgün edilen bir ailenin çocuğu olarak Halep yakınlarındaki Cabul’da doğan
Sarkis Çerkezoğlu, kendisiyle yapılan uzun bir söyleşide böyle söylüyor.
İkinci Dünya Savaşı’nın başında, 1895 yılıyla 1915 yılı arasında doğan bütün azınlık erkekleri askere alınıp trenlerle demiryolu inşaatına gönderildiler. Ankaralılar, doğuya giden trenleri dolduran bu ‘sirk hayvanları’nı seyrettiler günlerce.
Alışkanlıklar zor değişir. Bunu bilen devlet büyükleri, üç-dört yıl sonra, 19 Mayıs 1943’te, ‘sirk hayvanları’nı seyreden Ankaralılar fazla uzağa gitmesin diye, 100 metre öteye Gençlik Parkı’nın açılışını yaptı. Ankaralılar orda da yıllarca sirk hayvanlarını seyrettiler, dönen motosikletçi son turunu bayrağı çıkarıp yüzüne örttüğünde kendilerinden geçtiler, şarkılar türküler oyun havaları, doyasıya eğlendiler. Yıllarca…
Ben birden daldım.
‘Ben bu ülkede olmanın acısını çektim’ diyen bir adamdan söz etmek istiyordum size. Konuyu dağıtmadan.
Ama önce her biri diğerinden değerli, ama hepsi birbirbinden daha acı veren söyleşileri yapan Yahya Koçoğlu’na burdan gönüller dolusu selam gönderelim. Kanınınızı içinize akıtmadan okuyamayacağınız o söyleşiler, ‘Hatırlıyorum’ adıyla 2003 yılında Metis Yayınları’ndan çıktı.
Koçoğlu, o kitapta Çerkezoğlu’na soruyor: “Sürgüne gittikten sonra mallarınıza el konulmuş. Mallarınıza
halk mı el koydu?”
Çerkezoğlu cevap veriyor: “Devlet… Devlet tarafından… Halk neden yapsın ki? Bizim halkımız devletin müsaadesi olmazsa bir şey yapamaz. Ama yol gösterilirse en ötesini yapar.”
İşte size üç-dört cümlede kısa Türkiye tarihi!
‘Yaşamak acı çekmektir’ gibisinden bir lafı yıllar önce bir deftere yazmışım. Mutlaka birinindir, ama kimin olduğunu şimdi çıkaramıyorum.
Sarkis’lerin hayatına bakınca cümleyi, ‘Bu ülkede yaşamak acı çekmektir’ diye çevirmek lazım.
Birçok benzerlerinin yaptığını yapmak, çekip yurtdışına gitmek de acı veriyor, Sarkis’e: “1973’te benim Sovyetler Birliği vatandaşlığı emrim geldi” diyor. (Ermeni olması sebebiyle SSCB yurttaşlığı alabileceğini ve artık -üstelik de bir komünist olarak- orda yaşayabileceğini ima ediyor.)
Burada bir mücadele sürerken bu topraklardan uzaklaşmayı bir utanç gibi görüyor. ‘Gitsek olurdu.’ Hem çocuklar da orda okuyabilirmiş. ‘Emeğim vardı’ diye ekliyor ve hayatının belki de en önemli kavgasına bizi götürüyor: “Ama biz de burada partiliydik.”
Sarkis Çerkezoğlu, ‘Türkiye Hepimize Yeter’le yetinmedi, ilk gençliğinden başlayarak, ‘Dünya Hepimize Yeter’ dediği bu yüzyılın en büyük ütopyasının da sahibi oldu. Yıllarca partinin yayın organını bir sarnıçta bastı.
“Yaşamınız boyunca Türkçe bir ad kullandınız mı” sorusuna, “Hayır” dedi, “Öyle bir şey olmadı hiç. Hep Sarkis oldum. Ama partide, illegalitede bir adım vardı.”
Ermeni, Rum veya Yahudi iseniz, komünist olmak daha da zordur bu ülkede. İlk büyük günahınızdan tövbe etmeniz beklenirken, siz tutup daha büyük bir günah işlemiş olursunuz.
Bununla da bitmez. Kendi küçük cemaatiniz de sizi artık tehlike gibi görmeye başlar. Bir yeni günahın sahibi olarak, önceki ‘günahkâr cemaatiniz’ için de tehdit unsuru olursunuz. O topluluk, varlığınızı yeni saldırılara davetiye çıkarmak gibi algılar.
Anlatamadım galiba. Hatırlayın, Özür Diliyoruz kampanyasında, aynı aidiyet duygularını taşıyan bir genç kızımız, “Bunlara ne gerek vardı? Şimdi bir avuç Ermeni cemaati daha huzursuz olacak” demişti.
Hatırlayabilirsiniz: Her gün bir cinayetin işlendiği Tuzla tersanelerine giren habercileri bazı işçiler dövmüştü. “Siz bunları haber yaptığınız için biz işsiz kalacağız” diyerek gazetecilerin üstüne yürüdüler.
Bununla da bitmez. Yeni ‘günahkâr cemaatiniz’de sizin gibiler tek tük olduğu için, varlığınız bir anlam ifade etmez.
“Mihri Belli, Türk Solu dergisine yazı yazmamı istedi benden. Dedim ki ‘40 yıllık İtalyan Pirelli’yi alıp Türk Pirelli yaptınız. Philips’i alıp Türk Philips yaptınız. Solu bari Türklüğe mahkûm etmeyin’ dedim ve yazmadım.”
O, ‘Dünya Hepimize Yeter’ diye bir kitap yazdı.
Sonra öldü. Hiç tanımadığım bu adamı, Manchester’daki adaşı Sarkis’in yanına gömdüm.
Haberi öğrendiğim salı günü, Ankara’da hem kaleyi, hem de tren istasyonunu görebilen yüksek bir yere çıktım.
İnadına gara baktım. 60 yıl önce ‘sirk hayvanları’nı seyretmek için toplanmış Ankaralıları yakından görmek için. Sonra kafamı Ankara Kalesi’ne çevirdim. Kalenin dibine serpilmiş eski Ermeni evlerini seçemedim. Tarih hepsini silip süpürmüştü.
Hayatımdan bir Sarkis daha geçip giderken, acıyla, hüzünle, yapayalnız bir başıma, yanıma aldığım şarap şişesinin dibine vurdum.