Emre Can DAĞLIOĞLU
Agos
1994 yılı, Türkiye siyasi tarihine nedense çoğu insanı ‘şoke eden’ yerel seçim sonuçlarıyla girdi. Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi, belediyeleri yöneten Sosyal Demokrat Halkçı Partili (SHP) başkanların sorun çözmedeki başarısızlıkları ve skandallarının yanı sıra, kendisinin örgütlenme ve propaganda çalışması mucizesiyle Ankara ve İstanbul belediyelerini kazanmıştı.
O günden bu güne Ankara’daki yönetimi süren Melih Gökçek’in, seçim vaatleri arasında “Cadde, sokak ya da meydan isimlerini değiştirmek için değil, iş yapmak için seçilmek” olsa da, ilk icraatlarından biri Ankara’nın simgesini değiştirmek oldu.
Şehrin simgesi, 1973 yılında, dönemin belediye başkanı Vedat Dalokay tarafından, Çorum Alacahöyük’teki kazılar sırasında bulunan bir Hatti eseri olan Hitit Güneşi Kursu olarak belirlendi. Bu kursun Nusret Suman tarafından yapılan anıtı da 1978 yılında Sıhhıye Meydanı’na dikilmişti.
Gökçek, bir anlamda kurucu ideolojinin bir ‘aşırılığı’ olan Türk Tarih Tezi’nin tezahürü olarak kabul edilebilecek bu simgeyi, ‘Ankara’yı temsil etmiyor’ gerekçesiyle değiştireceklerini açıklamıştı. Ankara’da büyük tartışmalara sebep olsa da, Gökçek, yeni simgenin belirlenmesi için büyük ödüllü bir yarışma açtı. 1995’te Ankara, yeni sembolünü buldu. İki minare arasında Atakule ile aşağı doğru bir hilal ve yıldızlardan oluşan yeni sembol, ‘50 yıl değiştirilemez’ koşuluyla kullanılmaya başlandı.[1]
Gökçek’in göreve başladığı günlerdeki bir diğer değişiklik önerisi de şehrin otobüs terminalinin ismiydi. Bir önceki belediye başkanı Murat Karayalçın döneminde tasarlanan ve inşaatına başlanan otobüs terminalinin ismi, doğal olarak Ankara Şehirlerarası Otobüs Terminali (AŞOT) olarak düşünülmüştü. Gökçek ise daha terminal açılmadan bu ismin uygun olmadığını ve değiştirilmesi gerektiği kararını açıkladı. Sonunda ise yeni ismi Ankara Şehirlerarası Terminal İşletmesi (AŞTİ) olarak açıkladı. Bu değişikliğin sebebi ise Türkiye’de çok sık rastlanan bir zihniyetin tezahürüydü. Gökçek, terminalin isminin kısaltması olan ‘aşot’un Ermenice ‘erkek çocuk’ anlamına geldiğini ileri sürerek, bu ismin uygun olmadığına kanaat getirmişti.
Gökçek’in ‘Ermenilik alerjisi’ bununla sınırlı değil elbette ki. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelttiği annesinin Ermeni olduğu ‘suçlama’sı ve Gezi olayları sırasında, Park’ta toplanan kalabalığın Müslüman olmayanlardan oluştuğundan bahsederken ilginç bir fotoğrafla süslediği o meşum “PKK’lılar, Rum Pontusçular, Yahudiler ve Ermeniler de orada…” tviti, bu kabarık dosyada ilk göze çarpanlar.
Gökçek belki farkında değildir (aslında feci halde farkında olduğu için belki de) ama 20 yıldır yönettiği Ankara’daki Ermeni nüfusu 1914’te yaklaşık 30 binken, şu an gerçek anlamda ‘bir avuç’. Şehirde manastırlar, kiliseler ve okullara sahip bu nüfustan geriye hiçbir yapının kalmamasının yanı sıra, Cumhuriyet tarihi boyunca korunaklı bir sessizliğe bürünmek zorunda kalmalarının önemli bir sebebi var. Türkiye’nin ortak kültürel belleğine, zorunda kalınan bu sessizlikle işlemiş katliamlarla dolu bir sebep.
Bu ortak kültürel bellekten bir türlü kesilip atılamayan bu sebep, tezahür ettikçe yan yana gelmeyi kırıcı bulan kutuplarda ortak bir zemin yakalayabiliyor. Bu sebebin farkında ol(may)an bir diğer isim de yazar Ayşe Kulin. Geçen hafta katıldığı TV programında bir anlamda itiraf, ancak daha fazla kibir ve utanmazlık içeren üstten bir dille sarf ettiği “Biz Ermenileri durup dururken kesmedik” cümlesiyle bu durumu tüm çıplaklığıyla ortaya koydu Kulin. Bunun yanı sıra Kulin, konuşmasında LGBTT Dayanışma Derneği tarafından layık görüldüğü “Yılın Homofobiği” ödülünden de, “Melih Gökçek ile aynı ödülü almak beni rencide etti” diye bahsetti. Fakat görünen o ki, Kulin’in Gökçek’le ortaklaştığı zihniyetin tek tezahürü homofobi değil.
__________________________________________________________________________________
[1] Yeni sembol, eski CHP Milletvekili avukat Rahmi Kumaş’ın başvurduğu Ankara 2. İdare Mahkemesi tarafından “Belediyenin amblem belirleme yetkisi olmadığı” gerekçesiyle reddedildi ve Danıştay da iptal kararını onayladı. Yargı kararına karşın sembolü kullanan Ankara Belediye Meclisi, yeni Belediyeler Yasası’nın belediyelere amblem belirleme yetkisi vermesinin ardından 14 Ocak 2005’te bir kez daha yeni sembolü kabul etti. Kumaş, “Ankara’nın simgesinin cami ve minareyle ilişkilendirilmesi laik Cumhuriyet’in özüne saldırıdır” gerekçesiyle bu işlemin iptali için yine Ankara İdari Mahkemesi’ne dava açtı ve Mahkeme, yeni simgeyi bu kez esastan iptal etti. Belediye’nin üst mahkemelerdeki iptal başvurusu Ocak 2014’ün sonlarında nihai olarak reddedildi. 2011 yılında Belediye’nin yerel mahkeme kararının iptali isteminin Danıştay tarafından reddedilmesinin ardından, Ankara’nın simgesi ‘Ankara bıyıklı kedi’ olarak değiştirilmişti.