Hazal Özdemir
Ermenilerin, özellikle Ermeni kadın ve çocukların hareketi ve belgenin, fotoğrafın hareketi birbirini nasıl etkiliyor, nerelerde kesişiyor, birbirini nasıl kısıtlıyor ya da özgürleştiriyor?
Arkadaşlarıma kahve eşliğinde heyecanla 1906 senesinden çıkıp gelen bir belgeden bahsediyordum. [1] Arşiv belgeleri arşivde kalmaz ne de olsa, bizimle eve, otobüse, vapura, uyku öncesinin eşlikçisi düşüncelere, sofralara taşınır. Uzun bir süredir karşılaşmayı umduğum, Amerika sefaretinden Hariciye (Dışişleri) Nezareti’ne ulaşan, oradan da tercüme edilerek Dahiliye (İçişleri) Nezareti’ne gönderilen evrak da bu yol arkadaşlarından biriydi işte; terk-i tabiiyetle, yani Osmanlı tebaası olmaktan çıkarak, Amerika’daki kocalarının ve babalarının yanına gideceklerin birer adet fotoğraflarının uğrayacakları iskelelere gönderilmesinin zorunluluğu hakkındaydı. Sohbetimiz sürerken arkadaşlarımdan biri şunu sordu: Neden Ermeniler Amerika’ya göç ederken fotoğraflarını pasaportlarında kendileri götürmüyorlardı ki?[2]
1896-1908 arası Osmanlı imparatorluğundan göçen Ermeniler, Osmanlı tabiiyetinden çıkmak, geri dönmeyeceklerine dair bir senet imzalamak ve fotoğraflarını devlete teslim etmek zorundaydılar. [3] Ermenilerin, şehirde varsa Ermeni fotoğrafçılar, yoksa polis tarafından çekilen fotoğrafları, vilayet polisi tarafından tasdik edilerek Dahiliye, Hariciye ve Zabtiye (Polis) Nezaretlerine, giriş çıkış yapabilecekleri iskelelere dağıtılıyordu. [4] İmparatorluğun limanlarında kolay teşhis edilebilmeleri ve bir sorun yaşamamaları için belgelerin ve fotoğrafların kendilerinden önce iskelelere ulaşması gerekliydi. Sivas, Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Harput ve Adana gibi vilayetlerden olup Amerika’ya göç etmek üzere pasaportla Samsun’a veya Trabzon’a gelenlerin önemli bir kısmınıysa çocuk ve kadınlar oluşturuyordu. [5]
Ermeni göçmenler fotoğraflarından daha önce limanlara ulaşırlarsa fotoğrafları gelene kadar limandan ayrılmalarına izin verilmiyor, kadınlar ve çocuklar biçare duruma düşüyordu. Trabzon’da böyle bir mağduriyet meydana gelmiş, fotoğrafları Trabzon limanına zamanında ulaşmayan kadın ve çocuklardan oluşan on iki kişilik bir grup, araya Trabzon valisi ve Erzurum’daki İngiliz konsolosunun girmesine rağmen belgeleri limana gönderilinceye kadar altı haftadan fazla beklemek zorunda kalmıştı. [6]
Arkadaşımın sorusu anlaşılırdı. Belki göçmenler fotoğraflarını ve belgelerini kendileri taşısa, limanda karşılaşılan mağduriyet ortadan kalkacaktı. Fakat, 1906 yılında pasaport, nüfus cüzdanı veya resmi evraklara fotoğraf yapıştırma adeti yoktu henüz, Birinci Dünya Savaşı’na kadar da olmayacaktı. [7] Ki zaten, Ermeniler, imparatorluktan çıkarken bugün anladığımız manasıyla bir pasaport almıyorlardı. Terk-i tâbiiyet ettikleri için, devlet onlara bir pasaport vaat etmiyordu. Ermenilere verilen bir tür iç pasaport olan ve tebaanın Osmanlı sınırları içinde hareketini sağlayan mürur tezkeresiydi. [8] Aldıkları belgeyle evlerinden limanlara seyahat edebiliyorlardı. [9] Zaten artık Osmanlı tebaası sayılmadıklarından Ermeni göçmenlerin nüfus cüzdanları da ellerinden alınarak iptal edilmiş, kayıtları silinmiş ve ellerindeki belgelere temelli göç ettiklerine dair bir ibare yerleştirilmişti – fotoğrafları olmadan. [10]
Belgenin Dolaşımı ve Araştırmanın Sınırları (üzerine beraber düşünmek)
19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında, belgenin ve fotoğrafın özneliği, fotoğrafa sahip olma/olmama ve fotoğrafın imparatorluk içindeki dolaşımı hakkında uzun süredir düşünüyorum. Soruların kendisi de olası yanıtlar kadar dinamik ve çatallı. Ermenilerin, özellikle Ermeni kadın ve çocukların hareketi ve belgenin, fotoğrafın hareketi birbirini nasıl etkiliyor, nerelerde kesişiyor, birbirini nasıl kısıtlıyor ya da özgürleştiriyor?
2016 yılında başladığım ve halen sürdürdüğüm araştırmamda, imparatorluk içindeki fotoğraf ve göç belgelerinin dolaşımını inceleyerek fotoğraflar ve vatandaşlıktan çıkarma kayıtları ile bir dijital ağ meydana getirmeye çalışıyorum. Yazılı ve görsel belgenin oluşturduğu ağa Ermeni göçmenler kadar fotoğrafları çeken Ermeni fotoğrafçılar ve polis, bu belgeleri kontrol eden liman kentlerindeki yetkililer de dahil. Bu ağdan yola çıkarak ya da bu ağ ile/ağda yol alarak geliştirmekte olduğum iki düşünce var. Ermeni göçmenlerin vatandaşlıktan çıkarılmasını zorunlu kılmak ve Göç veri tabanı ismini verdiğim bir sistem oluşturmak, Abdülhamid idaresinin bürokratikleştirme ve sınır oluşturma pratiklerini tamamlayıcı yönetim teknikleri. Aslında burada iki yönlü bir hareketlilik var. Ben göç veri tabanını yönetimsel bir taktik olarak okuyorum, bir yandan da kendi araştırma yöntemim de bir göç veri tabanı yaratarak ilerliyor. Yani göç veri tabanı hem bir taktik hem de bir metot olarak karşımıza çıkıyor. Amacım, bu belgelerin ve fotoğrafların imparatorlukta nerede üretildiğini, nereye dağıtıldığını ve nasıl arşivlendiğini; materyalin hareketliliğiyle Ermeni göçmenlerin hareketlerinin birbirini nasıl belirlediğini değerlendirip tarihsel bir bağlama oturtmak.
Bu verileri organize ederek, depolayarak ve haritalayarak ben de bu sirkülasyonun bir parçası olduğuma inanıyorum. Belki de bu nedenle, bu yazıları (ilki de şurada) kaleme alma, kendi araştırma sürecim ve arşivde yolumun kesiştiği belgeler üzerine yazma ihtiyacı duydum. [11] Başka bir nedeni de araştırmacı olarak hangi noktalarda neler hissettiğimi, nerelerde zorlandığımı paylaşmak, bazı akademik yalnızlıkları kırmaya yardımcı olma isteğim.
Araştırma senesinin, yani yeterliliği verdikten sonra başlayan sürecin, doktoranın en keyifli zamanı olduğunu sıkça duyuyordum. Benimse senem bulduğum, bilgisayarımın farklı yerlerine kaydettiğim, bir kısmını okuduğum, bir kısmına daha göz atmaya fırsat bulamadığım binlerce belgeyi listeleyip klasörlemekle başladı. Bu iş tahminimden uzun sürdükçe sanki bir yerlerde yanlış yapıyor, zamanımı boşa harcıyor gibi hissediyordum. Çevremdeki arkadaşlarım kendi araştırma senelerini daha farklı değerlendiriyordu, kimi kendini elyazmaları okumaya adamıştı örneğin. Bense araştırma daha çekici geldiğinden bir yandan elimdekileri okurken bir yandan da hâlâ yeni belgeler arıyordum. Araştırmada çok dağılmadan, aynı anda hem araştırıp hem tezi yazarak gitmek de verilen başka bir tavsiyeydi. Halbuki ben eğer araştırmada “çok dağılmak” için şimdi zamanım olmayacaksa, başka ne zaman olacak diye düşünüyorum. Etrafımdaki çoğu akademisyen, araştırma sürecinde bulduğum belgelerin ancak yüzde onunu tezde kullanacağımı söylüyor. Aynı anda hem “çok dağılmama”nın, hem de daha önceki araştırmamın üzerine eklememin yolu ne acaba? Neyse ki akademide benimle aynı yollardan geçmiş ya da geçmekte olan, kafa karışıklıklarımı ve sorduğum onlarca soruyu ya Kadıköy’de kahve eşliğinde, Karaköy’de kütüphane molasında, telefonda veya uzun ses kayıtlarında dinleyen, bana destek olan insanlar var.
Elimdeki belgeleri tasnif ettikçe elimdeki dokümanların içeriğine dair yeni bir izlenim ediniyor, merak ettikçe tekrar arşive dönüyorum. Acaba odağımı çok mu sınırlı tutuyorum? Amerika dışına gerçekleşen göç hareketliliğine de bakmalı mıyım? Ya da Ermeniler dışında göç eden diğer milletlere?
Fotoğrafın izini başka arşivlerde sürerken: Project SAVE Armenian Photography Archives, Watertown, Massachusetts. Marta Fodor tarafından çekilmiştir.
Daha önce üzerine yeterince eğilmediğim meselelerde aramalar yapmaya başladım. Sadece Amerika’ya terk-i tabiiyet ile göç eden Ermenilere değil, Avrupa tabiiyetine gecen Ermenilere ya da Avrupa ülkelerine göç eden diğer Osmanlı gayrimüslimlerine bakarak araştırmamı genişlettikçe kendimi yeni materyallerin içinde buldum. 1869 Tabiiyet Kanunu çıktıktan sonra, 1890’lara kadar tabiiyet işleri ve himayeler nasıl denetleniyordu? Başka tabiiyetlerden Osmanlı tabiiyetine geçiş nasıl işliyordu? Mütareke döneminde kimler sınır dışı ediliyordu? Cumhuriyet sonrası Türk tebaasına dönüşüm nasıl yaşanıyordu? Mübadele ile tabiiyet tartışmaları nasıl emlak üzerinden şekilleniyordu? Peki ben, bu kadar çeşitli belgeyi nasıl ve ne ara okuyabilirim?
Kendime çizdiğim sınırların dışına çıkarken hemen hemen her araştırmacının aklına düşecek sorular beni de meşgul etmeye başladı. Acaba kendime doğru bir çerçeve mi çizmiştim? Projemi daha geniş bir tabiiyet eksenine oturtmaya çalıştıkça Amerika’ya göç eden Ermenilerin durumunda iki biriciklik gözüme çarpıyordu. İlki, göç edecek tüm Ermenilerin vatandaşlıktan çıkarılmasının daha sistematik biçimde takip edilmesi, göç edecek Ermeni milletine toptan bir politika olarak uygulanmasıydı. Tarihçi Will Hanley’e dönecek olursak Osmanlı’da tabiiyet uygulamaları kişisel ve pratik: Kişiye, aileye, vakaya göre şekillenir ve değişiklik gösteriyor. [12] Ancak terk-i tabiiyet politikası Ermeni nüfusunu hedef aldığında artık sadece kişisel olandan söz etmemiz mümkün değil. Özellikle 1896’da terk-i tabiiyet kanunu yürürlüğe girdikten sonra kadın ve çocuklar yoğun bir biçimde Osmanlı topraklarından ayrılıyor ve geri dönüşleri yasaklanıyordu. Sadece Ermeni siyasi örgütleriyle bağlantılı olanlar değil, tüm Ermenilerin geri dönüşünün engellenmesi, fesad erbabı (fesat çıkaran kişi) olma ihtimallerinin daha düşük olduğu varsayımına rağmen (ki bu yaftalar ve varsayımların sorunsallığı başlı başına bir başka yazının konusu) kadınlar ve çocukların da tabiiyetten çıkarılması, bu politikanın kanımca tüm Ermeni nüfusunun kriminalize edildiğini ve istenmeyen insanlar olarak Osmanlı toplumundan uzaklaştırıldıklarını gösteriyor.
Terk-i tabiiyetin bir başka boyutu ise vatansızlık. Arşivde rastladığım belgelerde, Osmanlı tabiiyetinden çıkmak isteyenler, hâlihazırda o ülkede yaşadıklarından ya da iş ilişkilerinden dolayı başka bir ülkede vatandaşlığa kabul edilmiş oluyordu. Ancak Ermeniler, Amerikan vatandaşlığına geçmek için beş yıl beklemek zorunda kaldıklarından vatansız kalıyordu. Abdülhamid idaresinin Ermeni hareketliliğine karşı giderek artan sert tutumu, Ermenileri tebaa statüsünü reddederek, mülklerini feshederek, geri dönme ve aileleriyle yeniden bağlantı kurma olanaklarını engelleyerek arafta bıraktı. Tam da bu nedenle, Ermeni göçünü ve geri dönüşünü engelleme girişimlerini, Toygun Altıntaş’ın ifade ettiği gibi, “Ermeniliğin kademeli olarak kriminalize edilmesi” anlatısının bir parçası olarak görüyorum. [13] Tabiiyeti terk ettirip vatansızlaştırmak ve bu süreçte Ermenilerin fotoğraflarını çekmek birbirini tamamlayan eylemler. Fotoğraf çekimi yalnızca araçsallaştırılmış değil. Yani, arşivleme pratikleri arşivden silme, vatansızlaştırma pratiklerinden bağımsız değil. Amerika’ya göç eden Ermeniler nüfus kaydından siliniyor ve Osmanlı tebaası olmaktan çıkıyor, ancak fotoğraflarıyla hâlâ imparatorluk içinde mevcutlar. İmparatorluk içinde limanlara ve çeşitli kurumlara dağıtılıp kayda geçen fotoğraflarıyla istenmeyen insanlar olarak varoluyorlar.
Bu bağlantıları kurmadan önce Ermenilerin fotoğraflarının limanlarda ne işlevle kullanıldığı uzun zamandır aklımda olan bir başka konuydu. Fotoğrafların, limanlarda saklanması bana ilginç bir uygulama gibi geliyordu çünkü Osmanlı limanlarında bulunan devlet görevlilerinin bir Ermeni’nin geri dönmesi durumunda Ermenilerin fotoğraflarını içeren tüm dosyaları kontrol ederek geri dönenlerin kimliklerini tespit etmelerinin oldukça zor olduğunu düşünüyordum. Yukarıda örneğini verdiğim belgeler ise bu noktada imdadıma yetişti: İçişleri Bakanlığı, polis memurlarının kimliklerini kolayca tespit edebilmeleri için fotoğrafların göçmenlerin limanlara ulaşmadan önce ulaşmasını şart koşmuştu. Demek ki fotoğraf kontrolleri Ermeniler Osmanlı sınırlarından çıkmadan yapılıyordu.
Fotoğrafın kullanımı üzerine bu kadar kafa yormam, materyale yaptığım vurgu, fotoğraf ve belgeleri dolaşan, kendi ağlarını oluşturan, sosyal yaşamları olan maddi nesneler olarak görmemizi sağlıyor. [14] Fotoğraf tarihçisi Elizabeth Edwards, fotoğrafların birbiriyle örtüşmeyebilecek belirli nedenlerle üretildiğini, kullanıldığını ve saklandığını savunuyor. [15] Bir fotoğraf yalnızca bir görüntü değil, aynı zamanda devam eden bir üretim, yeniden üretim, değişim ve anlam süreci içinde bağlamına oturtturulmalı. Bir fotoğrafın yolculuğunu takip etmek, sahiplik ve fiziksel mekandaki dramatik değişikliklerin damgasını vurduğu çoklu geçmişleri ortaya çıkarır. Bazı fotoğraflar kişisel obje olarak saklanırken, bazı fotoğraflar da üretildikten kısa bir süre sonra birtakım kurumların arşivine girer. Ermenilerin 20. yüzyılın başında Osmanlı’nın doğusunda çekilen fotoğrafları limanlara ve nezaretlere, 120 sene sonra ise benim arşivime giriyordu.
Arkadaşımın göçmenler neden fotoğraflarını pasaportlarında kendileri taşımıyorlar sorusuna gelince: Ekim 1915’ten bir belge, Osmanlı tabiiyetine kabul edilip nüfusa kaydedilenlere ve Osmanlı tabiiyetinden çıkanlara verilecek evrakta fotoğraflarının yapıştırılmasını talep eder. [16] Nüfus cüzdanlarına (tezkire-i Osmani) ve pasaportlara fotoğraf eklenince belge ve insanın mobilitesi fiziksel olarak birleşir. Henüz tamamen bireysel bir mobiliteden bahsetmek ise mümkün değildir. Birlikte göç eden erkekler ve aileleri, kadınlar ve çocukları aynı pasaportu kullanabilir. [17] Belge ve göçmenler yine birbirini kısıtlayıp özgürleştirseler de daha yakın temaslı bir yaşam sürmeye başlarlar.
Kullanılan kaynaklar
[1] 2021-2022 Akademik yılında American Research Institute in Turkey (ARIT) bursiyeri olma şansına eriştim. Sürdürmekte olduğum tez araştırmam da Friends of ARIT tarafından fonlanmıştır.
[2] Merve Şen araştırmamın başından beri bana destek olmanın yanı sıra bu yazı dizisinin çıkmasına ön ayak oldu. O ve Ümit Kurt bu yazının farklı versiyonlarını okudu, düzeltti, çok yerinde sorular sordu ve eleştiriler getirdiler. Onlara müteşekkirim. İpek Yosmaoğlu senelerdir bütün kafa karışıklıklarımı, bitmeyen sorularımı sakince dinliyor ve elimdeki malzemeye daha önce bakmadığım bir acıdan bakmamı sağlıyor, ona da hep müteşekkirim. İdil Özkan, Emre Can Dağlıoğlu ve Yasemin Akçagüner masaya getirdiğim belgeleri hep heyecanla yorumladıkları ve benimle beyin fırtınası yaptıkları için çok şanslıyım. Tabiiyet konusunda ufkumu açtığı ve her zaman beni düşündürecek sorular sorduğu için Lale Can’a da çok teşekkür ederim.
[3] Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivleri DH.TMIK.M.20.65, 25 Ekim 1896; DH TMIK M 20.78, 27 Ekim 1896.
[4] DH.TMIK.M.51.45, 14 Nisan 1898; DH.TMIK.M.189.21, 25 Kasım 1904; DH.TMIK.M.201.28, 14 Mayıs 1905.
[5] DH.TMIK.M.47.25, 26 Aralık 1897.
[6] DH.TMIK.M.233.58, 25 Eylül 1906.
[7] John Torpey, Invention of the Passport: Surveillance, Citizenship, and the State. Cambridge: Cambridge University Press (2000): 149.
[8] 1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra, İstanbul’un güvenliğini sağlamak, yani kente göçü kısıtlamak için başkente göç etmek isteyenlere mürur tezkeresi, bir tür seyahat izni göstermeleri kuralı konur. 1841’de çıkarılan Men-i Mürur Nizamnamesi, bulundukları kazanın dışına çıkanlara adlarını, yaşlarını, mesleklerini, milletlerini, nereden nereye seyahat edeceklerini belirten bir mürur tezkeresi almak zorunluluğu getirir. Christoph Herzog, “Migration and the State,” The City on the Ottoman Empire: Migration and Making of the Ottoman Modernity, ed. by. Ulrike Freitag and others (Routledge, 2011): 120. 1887’de tek bir tezkereyle tüm aile bireylerinin seyahat edebileceği belirtilir. Nalan Turna, 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Osmanlı Topraklarında Seyahat, Göç ve Asayiş Belgeleri: Mürur Tezkereleri (Kaknüs, 2013): 84. Pasaport ve Ermeni sorunu hakkında daha fazla bilgi için, bakiniz İlkay Yilmaz, “Governing the Armenian question through passports in the late Ottoman empire” (1876-1908), J Hist Sociol. (2019): 1-16.
[9] David Gutman, The Politics of Armenian Migration to North America, 1885-1915: Sojourners, Smugglers and Dubious Citizens (Edinburgh University Press, 2019): 64.
[10] DH.TMIK.M.75.63; 26 Eylül 1899.
[11] Yüksek lisans tezimi yazarken Canan Bolel’in arşiv araştırma suüreci üzerine ANAMED için yazdığı blog postunu okumak benim için yol gösterici ve rahatlatıcı olmuştu.
[12] Will Hanley, Identifying with Nationality: Europeans, Ottomans and Egyptians in Alexandria (Columbia University Press, 2017): 6-7.
[13] Toygun Altıntaş, “The Ottoman War on ‘Anarchism’ and Revolutionary Violence,” To Kill A Sultan: A Transnational History of the Attempt on Abdülhamid II (1905), ed. Houssine Alloul, Edhem Eldem and Henk de Smaele (Palgrave Macmillan, 2018): 127.
[14] Arşiv belgelerinin materyalliği ulus devlet kurmadaki rolü üzerine düşünen birkaç çalışma: Rosie Bsheer, Archive Wars: The Politics of History in Saudi Arabia (Stanford University Press, 2020); Matthew S. Hull, Government of Paper: The Materiality of Bureaucracy in Urban Pakistan (University of California Press, 2012)
[15] Elizabeth Edwards and Janice Hart, “Introduction: Photographs as Objects,” Photographs Objects Histories: On the Materiality of Images, ed. Elizabeth Edwards (London: Routledge, 2004): 2.
[16] HR.SFR.04.419.50, 3 Ekim 1915.
[17] HR.ID.65.75, 28 Haziran 1915.
Kapak görseli: Terk-i tabiiyetle Amerika’nın Miami şehrinde bulunan zevci Kürkcüyan Arakil zevcesi Merzifonlu Zümrüd’le mahdumı Minas’ın fotoğraflarıdır. 24 Ağustos Sene 321. TC Başbakanlık Osmanlı Arşivi, HR. TH.00330.00041.002
Kaynak: 5harfliler