Gezi ve Solda ‘Gerontokrasinin’ Muhtemel Sonu

[ A+ ] /[ A- ]

tumblr_inline_mpx2afeFNS1qz4rgp

Foti BENLİSOY
fotibenlisoy.tumblr.com

Gezi direnişinin yarattığı yeni siyasal iklim üzerine ne kadar şey söylense az. Kelimenin gerçek anlamında yeni bir durumla, hepimizi şu ya da bu yönde değiştiren bir kırılma noktasıyla karşı karşıyayız. Ayaklanmanın mümkün kıldığı dönüşümlerin boyutlarını ancak zamanla idrak edebileceğiz elbette. Ancak, şu kadarını şimdiden söylemek mümkün: Gezi, sosyalist harekette gerçek bir kadrosal yenilenmenin, yani yeni bir kuşağın ipleri ele almasıyla gündeme gelecek köklü bir yeniden dizilişin miladı olabilir. Daha basit (ve kaba) bir dille ifade etmek gerekirse: Gezi, solda gerontokrasinin defterini pekâlâ dürebilir.

Gerontokrasiden ne kastedildiği aşikâr: Solda eski kuşakların, ‘ağabeylerin’ (‘ablalara’ böyle bir rol biçilmiyor elbette) önemli ölçüde belirleyici olduğu, doğrudan ya da dolaylı yollarla yeni kuşakların önünü kestiği, uzun yıllardır sık sık dillendirilen bir husus. Son 10-15 yıl içerisinde yaşanmış bir dizi deneyimin de ortaya koyduğu üzere, elbette haklılık payı olan bir sitem bu. Bazen abartılı yorumlara, sosyalist solun mevcut sorunlarının kaynağına ilişkin kolaycı çıkarımlara dahi yol açabiliyor bu durum. Öyle ki, sosyalist hareketin temel derdinin ‘eskilerin’ varlığı olduğu, ‘ihtiyarlar emekliye ayrılsa’ her şeyin güllük gülistanlık olacağı dost meclislerinde sıkça karşılaşılan bir sohbet konusu.

Gerontokrasi, örgütsel yapılar ve kültürel baskı mekanizmaları aracılığıyla kendini her daim yeniden üretebilir. ‘Ağabeyler’ kendi avantajlı konumlarını muhafaza etmek noktasında küçümsenmemesi gereken bir direnç geliştirebilirler. ‘Ağabeylerin’ çoğu kez yeni bir kuşağın ortaya çıkmasının önünü açmaktan ziyade engelleme yönünde tercih belirlediği açık. Ancak, açıkçası bizdeki sorun, gerontokrasinin gücünden ziyade, onu alaşağı etmeye soyunacak güçlerin zaafı olmuştur hep. Esasında sorun, politikleşmiş yeni bir kuşağın sosyalist hareket içerisinde temayüz edip belirleyici hâle gelememesiyle alakalıdır. Mesele, ‘ağabeylerin’ gücünden çok erkek ve kadın ‘küçük kardeşlerin’ güçsüzlüğüdür. Yeni bir kuşağın geçmiş mücadele ve direniş deneyimleri içerisinde siyasallaşmış eski kuşakların yerini alamamış olması, gerontokrasiyi mümkün kılan faktördür aslında. Yani mesele, 1960’lar sonu ile 1970’ler mücadeleleri içerisinde siyasallaşmış kuşakların yerini, yeni bir kuşağın tam manasıyla dolduramamış olmasıdır. İşte Haziran günleri, yeni deneyimler etrafında siyasallaşmış bir kuşağı sahneye çıkarmasıyla bu güçsüzlüğü gidermeye, bu açığı kapatmaya aday.

Yakın geçmişi hatırlayalım: Son 10, belki daha fazla yıl içerisinde, bir dizi siyasal ve sosyal mücadeleler yaşandıysa da bunlar yeni bir kuşağın siyasallaşmasına zemin oluşturacak yoğunluğa erişemedi. Sosyalist hareket, kamu emekçilerinin sendikalaşma mücadelesi ve öğrenci hareketinden beslenmişse de buralardan çıkan ‘kadrolar’ bütünlüklü bir yeniden yapılanmanın önünü açacak kesafete varamadı. Dahası, 1990’ların sonlarından itibaren bu iki alan da çoraklaştı. Böylece yakın zamana kadar kitle mücadelesi deneyimi olan yeni insanların temayüz edebileceği toplumsal alanların eksikliği bütün ağırlığıyla hissediliyordu. Tekrar etmek gerekirse, sorun, eski kuşakların ‘koltuklarına’ yapışmış olmalarından ziyade ya da en az onun kadar, yeni bir militan kuşağın eksikliğiydi. Yani belirli bir siyasal ve sosyal mücadele deneyimi biriktirmiş ve onun özgüveniyle hareket eden bir militan kuşak eksikti; zira kabul etsek de etmesek de yeni sosyalist kuşaklar ancak sınırlı sosyal ve siyasal eylem deneyimine sahipti. Bu sınırlılık da genç kuşakların siyasal alandaki etkinliğine ciddi sınırlar dayatmaktaydı.

Sözün özü, geçmiş mücadeleleri, bugünün somut sorunlarından yola çıkan yeni direniş deneyimleriyle birleştirecek zincirin halkaları kopmuştu. Söylemeye gerek dahi olmamalı: Haziran ayaklanması, bu kopukluğu telafi etmenin olanaklarını gündeme getiriyor. Belki de koskoca bir kuşak ayaklanma ve sonrasındaki büyük kitle hareketinin yarattığı muazzam deneyimler aracılığıyla siyasallaşıyor. Unutmayalım: Gezi sürecinde çok kısa zaman içerisinde, belki bir çırpıda edinilen siyasal deneyimleri önceki kuşaklar, ancak, çok uzun bir zaman içerisinde ve o da kısmen biriktirebilmişti. Bu durum, bir gençlik isyanı aracılığıyla sahneye çıkan yeni kuşağın kendi eyleme ve örgütlenme kapasitelerine ilişkin geçmişle kıyas kabul etmeyecek bir özgüvene sahip olması anlamına geliyor. Dolayısıyla, bu yeni kuşağı zapturapt altına almak, onu solun mevcut örgütsel yapısına basitçe monte etmek o kadar kolay olmayacak. Tam da bu nedenle gerontokrasiyi dağıtmak, kadrosal ve dolayısıyla örgütsel bir yenilenmeyi, tazelenmeyi gerçekleştirmek (bu deneyimler, bu özgüven dolayısıyla) bugün düne oranla çok daha olası. Örgütsel rutini, siyasal ataleti, bürokratik kastlaşmayı bertaraf etmek hususunda yeni güçler biz istesek de istemesek de daha şimdiden devreye giriyor, girecek. Yeter ki hareket süreklileşebilsin, kendini yeni durumlara uyarlayabilsin, şu ya da bu biçimde çeşitli toplumsal mücadele alanlarında kalıcılaşabilsin. Gezi direnişinin açığa çıkardığı toplumsal enerji, o yıllardır lafı edilen ‘solda yenilenme’yi ilk defa sahici temeller üzerinde gündeme getiriyor. Kıymetini bilelim. Yapacağımız en ciddi hata, Gezi sonrasında her şeyin eskisi gibi devam edeceğini, eski örgütsel yapı ve rutinlerin mevcut oldukları halleriyle yeterli olacağını sanmak olacak.