Genelkurmay’ın ‘Psikolojik Propaganda Belgesi’nde Gayrimüslimler

[ A+ ] /[ A- ]

Hrant KASPARYAN
Agos Gazetesi

Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı tarafından 1996’da yayımlanan Ali Güler imzalı ‘Türkiye’de Gayri Müslimler’ raporunda gayrimüslimler adeta ‘bütün kötülüklerin anası’ olarak gösteriliyor

Araştırmacı Sait Çetinoğlu’nun, Varlık Vergisi ile ilgili çalışmaları sırasında ulaştığı, 1996 yılında Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı tarafından yayımlanan ‘XX. Yüzyıl Başlarının Askeri ve Stratejik Dengeleri İçinde Türkiye’deki Gayri Müslimler (Sosyo-Ekonomik Durum Analizi)’ başlıklı rapor, Türkiye devlet geleneğinde gayrimüslim vatandaşlara hangi gözle bakıldığını ortaya koyan önemli veriler içeriyor. Gayrimüslimlere yönelik ayrımcılığı meşrulaştırma gayesiyle yazıldığı izlenimi uyandıran raporun askeri eğitim için kullanılıyor olması ise, durumun vahametini artırıyor.

Rapor, Taraf gazetesi yazarı Cemil Ertem’in 17 Kasım tarihli yazısında da dikkat çektiği gibi, 1915’te uygulanan soykırımın ardındaki ekonomik gerekçelere de ışık tutuyor. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Türk Askeri Tarih Komisyonu asli üyesi, Türk Silahlı Kuvvetleri Atatürk Araştırma ve Eğitim Merkezi (ATAREM) Genel Kurul Üyesi, Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı Haberleşme Üyesi olan Ali Güler’in kaleme aldığı rapor hakkında, Sait Çetinoğlu’yla söyleştik.

Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı tarafından 1996 yılında Ali Güler imzasıyla yayımlanan ‘Türkiye’deki Gayrimüslimler’ raporunu genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Raporda, Türkiye’de sayıları yirmi ikiyi bulan gayrimüslim unsurdan sadece Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler inceleme kapsamına alınmış. Genelkurmay’ın, raporu bilimsel bir inceleme olarak sunmasına ve bu yargıyı güçlendirmek için tarihçi Fernand Braudel’in bile alet edilmesine rağmen, raporun daha giriş bölümünün ilk paragrafında temel yargı ifade ediliyor: “Gayrimüslimler, İmparatorluğun insan unsuru içinde önemli bir yer tutuyordu. Özellikle bu unsurlar, devletin parçalanmasında da doğrudan veya dolaylı olarak rol oynamışlardır.”

Bu bakımdan rapor bir inceleme olmaktan ziyade, psikolojik bir propaganda belgesidir. Raporun ilerleyen bölümlerinde, başta ifade edilen yargıyı doğrulatmak için istatistik dahil olmak üzere pek çok disiplin, son derece seçmeci bir şekilde kullanılmıştır.

Raporda bu üç gayrimüslim gruba eşit ağırlıkta mı yer veriliyor?

Raporda, Ermeni, Rum ve Yahudi toplumları olmak üzere üç gayrimüslim azınlığın incelendiği ifade edilse de ağırlıklı olarak Ermeni unsuruna yöneliktir. Raporun Agos’un yayın hayatına başladığı 1996’da yayımlanması da anlamlıdır.

Rapor, gayrismüslimlerin devlete “zararlı” faaliyetlerini nasıl aktarıyor?

Rapor, devletin genlerinde reform kabiliyetinin olmamasının yanı sıra reform zihniyetinin de olmadığının bir ifadesi aslında. Devletin güçlendirilmesine yönelik Tanzimat, Islahat ve II. Meşrutiyet reformları birlikte ele alınarak ayrılıkçı eylemlerin odağı olarak sunuluyor. Biliyorsunuz, İttihatçılar, 1916’da 1863 tarihli Ermeni Milli Nizamnamesi’ni ortadan kaldıran bir düzenlemeye imza atmıştı. Savaşın sonunda, 1918’de bu düzenlemenin geri alınıp Nizamname’nin yeniden yürürlüğe konması bile devletin yıkılışını hazırlayan etmenlerden biri olarak niteleniyor.

Tevfik Paşa’nın 1863 Nizamnamesi’ni geri getiren düzenlemesi hem metin içinde hem de sonuç bölümünde devletin yıkılışını hazırlayan bir etmen olarak zikrediliyor. Bu yeni düzenleme ile, sürgünde bulunan Patrik Zaven’in İstanbul’a geri dönmesiyle birlikte Patrik Zaven devletin aleyhine yapılan faaliyetlerin odağı olmakla itham ediliyor. Patrik Zaven Efendi’nin döndükten sonraki faaliyetleri, “Rumlarla birlikte devletin aleyhine faaliyet yürüttüğü” şeklinde değerlendiriliyor. Bu uygulamayla ilgili olarak sonuç bölümünde ise açıkça İttihatçı övgüsü yapılıyor. Rapordan aktarıyorum: “İttihat ve Terakki Gayri Müslimlerin büyük devletler tarafından engellemek amacıyla buna imkân sağlayan hukuki mevzuatı değiştirmiştir. Özellikle 1916’da 1863 Nizamnamesi yürürlükten kaldırılmış, Ermeni Patrikliği bir nevi Osmanlılaştırılmıştır. Bu bakımdan İttihat ve Terakki’nin yaptığı bu düzenleme ne kadar devletin yaşamasına hizmet edecek bir uygulama ise; bunu 1918’de kaldıran düzenleme de o kadar, devletin yıkılışına etki eden bir uygulama olmuştur.”

Bu sözler, açıkça İttihatçıların hukuksuz, ayrımcı uygulamalarının övgüsüdür. Cemaatin iç nizamnamesinin, cemaat iradesi çiğnenerek kaldırılması dahi, bu kadar yıl sonra İttihatçı zihniyet çerçevesinde değerlendirildiğine dikkat çekerim.

Rapor kaç sayfadan oluşuyor ve neler içeriyor?

Genelkurmay Başkanlığı’nın raporu 245 sayfadan oluşuyor. 58 sayfası metin, 22 sayfası kaynakça, 29 sayfası istatistikler ve 31 sayfası da çeviriyazıları verilmeyen çeşitli Osmanlı belgelerinden oluşmaktadır. İstatistikler, başta belirtilen yargıyı güçlendirmek için özellikle seçilmişlerdir. Gayrimüslimler bir blok olarak verilir ve aralarındaki sınıf farklılıklarına yer verilmez. İstatistiklerde Türkler mağdur, Gayrimüslimler sömürücü cephede yer almaktadır.

Raporda yer alan bilgi ve kayıtlar arasında dikkat çeken noktalar neler?

Raporda Ermenilere tanınan statünün yalnız kendi toplumları için değil, diğer bazı cemaatleri de kapsaması bakımından farklı ve üstün nitelikleri olduğu ve gelişmelerin esas dönüm noktasının Gayrimüslimlerin de iştirakiyle hazırlanan 1876 Kanun-ı Esasisi’nin olduğu vurgulanarak Krikor Odyan’ın etkisinden özellikle söz edilir. Osmanlı modernleşmesi, ağır aksak da olsa bir eşit vatandaşlık yaratmayı amaçlıyordu. Genelkurmay raporu ise bunu bile kabullenemiyor ve şu ifadelerle eleştiriyor: “Böylece din esasına dayalı millet sistemi yerine, artık kozmopolit bir ‘Osmanlılık’ fikri ikame edilerek, hâkim millet anlayışı terk edilmiştir. Bütün devlet makamları ve rütbeler, Gayri Müslimlere açılmıştır. Gayri Müslimlerin Müslümanlar için şahitliği kabul edilmezken, Müslümanlar hakkında hüküm vermek üzere mahkemelere azalığı yasal hale gelmiştir. Bu yeni statü ile Gayri Müslimler, Müslümanlara sağlanan haklardan yararlanmakla beraber, askerlikten muaf olmaları dolayısıyla, eğitim ve ticarette kendilerini daha da geliştirme fırsatını elde ettiler. Böylece ayrıcalıklı, üstün bir statüye kavuşmuş oldular.”

Yani, en temel hedefini “muasır medeniyet seviyesini” yakalamak olarak koyan Türkiye Cumhuriyeti’nin Genelkurmayı, vatandaşların hukuk önünde eşit kabul edilmesini dahi sindiremeyen bir tutumu savunuyor.

Burada resmi söylem Genelkurmay’la örtüşmektedir. Resmi tarihçiler Ermeni sorununun bu fermanlardan kaynaklandığını iddia etmekte ısrarlıdırlar. Mesela Salahi Sonyel: “İzafi de olsa, bizim kanaatimize göre bunun [Ermeni Sorunu] biricik ve tek sebebi, Tanzimat ve ardından da Islahat fermanlarıyla azınlıkların müslümanlar gibi aynı statüye getirilmiş olmalarıdır. Nitekim tarihimizdeki binlerce ferman içerisinde en meşhur olan bu iki fermanın ilanından sonradır ki azınlıklar, kendilerine hukuken verilmiş olandan daha fazla haklar istemişler, anarşik hareketlere girişmişlerdir” diye yazmıştır.

Eşitlik, dönemin bazı Müslüman aydınları tarafından da hiciv konusu yapılmıştır. Örneğin, Ziya Paşa, ‘Zafername’ adlı hicviyesinde “Rumdan, Ermeniden yaptı müşir-i bala / Eyledi resm-i musavvatı hukuku ikmal” dizeleriyle Müslümanların/Türklerin eşitlikten ne kadar rahatsız olduğunun, eşitliğin kabul edilmediğinin ifade eder. Bu söylem, az önce söz ettiğimiz Genelkurmay’ın söylemine uygundur.

Raporda gayrimüslimlerin askerlik yapmasıyla ilgili neler söyleniyor?

Rapor, gayrimüslimlerin askerliğe uyum sağlayamayacağını ifade ediyor. Birinci Dünya Harbi sırasında gayrimüslimlerin Amele Taburlarına alınmaları konusunda onların “uyum sorunu” yaşadığı için böyle bir yola başvurulduğu iddia ediliyor.

Gayrimüslimlerin askerde yük hayvanı olarak kullanılmalarının sebebi olarak da gayrimüslimlerin askerden kaçmaları olarak gösteriliyor. Oysa Ordu İkmal Dairesi reisi Miralay Behiç Erkin’in TTK tarafından yakında yayımlanacağını umduğum hatıratında, firarların Türkler/Müslümanlar arasında da yüksek olduğu ifade edilir. Birinci Dünya Savaşı sırasında askerden kaçmanın din ayırmadan ne kadar yaygın olduğu çok iyi bilinir. Hatta Türklerin askerden kaçmak için kendilerine frengi hastalığı bulaştırmaları üzerine Behiç Erkin ‘Frengi Taburları’ teşkil edildiğini zikreder.

Raporda, Amele Taburları uygulamasının Milli Mücadele sırasında da kısmen devam ettiğini de belirtiliyor: “Müdafaa-i Milliye Vekaleti’nin cephelere gönderdiği 2 Mart 1921 tarihli emirde Yol İnşaat Taburları’nın en kısa zamanda kurulması isteniyordu. Nitekim, toplanan Hıristiyan erlerden bu taburlar oluşturulmuştur.” Bu uygulamaya 2. Dünya Savaşı sırasında da Gayrimüslimler tarafından nafıa olarak nitelenen amele taburlarıyla devam ettirilecektir. Uygulamalar arasındaki süreklilik dikkat çekicidir.

Rapora göre, bütün bu ayrımcı uygulamalar gayrimüslimlerin “suiistimalinden” kaynaklanmıştır: “Gayri Müslimler, Osmanlı Devleti’nin, kendilerine karşı gösterdiği bütün iyi niyetli yaklaşımlara rağmen, diğer konularda olduğu gibi, askerlik hizmetinde de, alınan kararları suistimal etmişlerdir… Devletin eşit bir statü oluşturma çabaları, Gayri Müslimlerin olumsuz yaklaşımları ile sonuçsuz kalmıştır.”

Ayrıca, yine rapora göre, gayrimüslimler haklarını kötüye kullanmaktadırlar: “Şunu da belirtmek gerekir ki, incelediğimiz dönem devletin zayıfladığı bir dönem olduğu için, Gayri Müslimler kendilerine verilen bu hakları, millî kimliklerini geliştirmek yolunda bilinçli bir şekilde değerlendirmişlerdir.” Dolayısıyla, rapora göre Gayrimüslimler eşit haklara layık değildirler, sürekli gözaltında bulundurulmaları gerekir.

Raporda yer alan, “İttihat ve Terakki’nin 1908’den itibaren başlattığı milli iktisat politikasına rağmen, Osmanlı sanayinde Gayri Müslimlerin ve yabancıların hemen hemen tamamına yakın etkinliklerinin, 1915 yılında bile, azaltılamadığını söylemek yanlış olmaz. Bu durumun Birinci Dünya Harbi ve sonrasında kısmen; Cumhuriyeti kuran kadro tarafından gerçekleştirilecek millileştirme faaliyetleriyle de 1930’lardan sonra derece derece düzeltileceğini belirtelim” ifadesindeki ‘1915 yılında bile’ vurgusu neyi ima ediyor? Bu vurgu ile 1915’in hangi saiklerle yapıldığını Genelkurmaylık –üstü örtülü de olsa– itiraf etmiş olmuyor mu?

Raporda, “Ecmiazin Katogikosluğu aracılığıyla Osmanlı Ermenilerinin Rusya’ya olan bağımlılığı ve bu bağımlılığın özellikle I. Dünya Savaşı yıllarında devletin başına büyük problemler açmasının, İttihat ve Terakki Hükümetini 1915-1916 yıllarında bazı önemli kararlar almaya zorladı” denerek, 1915’te uygulanan Soykırım’ın ne kadar masum olduğu dile getirilir. Bu masum gösterme çabasının yanında, sizin zikrettiğiniz ve raporun 105. sayfasında yer alan alıntı, soykırımın arkasındaki asıl niyetlerden birini, yani ekonominin Türkleştirilmesini açığa çıkarıyor.

Türkleştirme politikalarının Kemalist dönemde de devam ettiğini bugün çok iyi biliyoruz. Burada şöyle bir silsile izlemek mümkün, 1894-96 Abdülhamit katliamları, İttihat ve Terakki’nin 1909 Adana Katliamı ve 1915 Soykırımı, Kemalistler dönemindeki Nüfus Mübadelesi, 1934 Trakya Pogromu, 1941 Amele Taburları, 1942-44 Varlık Vergisi ve Aşkale-Sivrihisar sürgünleri; çok partili dönemdeki 6-7 Eylül 1955 Pogromu, 1964 kovulmaları, 1974 Kıbrıs işgali, ve nihayet 19 Ocak 2007…

Bu süreçte devlet, her fırsattan yararlanarak, bu coğrafyanın en eski halklarının mülklerine el koyarak onların ekonomik olarak kökünün kazınmasını bir politika olarak benimsemiştir.

Raporun nasıl bir zihniyeti yansıttığını düşünüyorsunuz?

Bu rapor Birinci Dünya Savaşı’nın önemli bir veçhesine ışık tutuyor, ancak asıl olarak devletin kendi vatandaşlarına karşı savaşını ve bu savaşın hâlâ sürdüğünü bir başka açıdan ifade ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.