İnci Hekimoğlu
Demokrat Haber
Biz 70’leri yaşadık, değil mi? Her gün onlarca genç birbirini vurdu. MC (Milliyetçi Cephe) hükümetleri “komünistlerle, anarşistlerle sonuna kadar mücadele” demeçleri verdi.
Oysa neymiş; “Darbe koşullarının olgunlaşması” isteniyormuş.
Meğer, 24 Ocak Kararları’nı hayata geçirebilmek için toplumsal muhalefet; solcular, sendikalar, üniversiteler tanklarla/panzerle ezilip, ABD’nin Türkiye’ye biçtiği rol tereyağından kıl çeker gibi uygulanmak isteniyormuş.
O Kahraman Türk Ordusu ve Milliyetçi/Vatansever ittifakı, Türkiye’yi ABD’yle sorunsuz bir sömürü alanı haline getiriyormuş.
Yıllar sonra kimin ‘hain’, kimin ‘vatansever’ olduğu anlaşıldı ama iş işten geçmişti.
Biz 90’ları yaşadık. İnternet, sosyal medya falan olmadığı için Özel Harp Dairesi ve Genelkurmay haberciliği, kamuoyunu istediği gibi dizayn ediyordu.
Haber dili tekti: Bölücüler, teröristler!
Bütün haber bültenleri aynı kalemden çıkmış gibiydi.
Bunlar size bir şey anımsatıyor mu?
Asit kuyularında eritilen Kürt gençlerinin, evlerinden alınıp işkencede öldürülenlerin, rastgele toplanıp kurşuna dizilenlerin, tecavüz edilen kadınların, babasının önünde işkenceyle öldürülen çocukların çığlıkları ‘Batı’ya ulaşmıyordu.
Yani ‘Beyaz Türkiye’ sadece şehit cenazelerinden haberdardı.
O “sözde” vatansever kalemler, şehitlerin acılarını ustalıkla “Öteki Türkiye”ye öfke olarak yönlendirirlerdi.
Bu kirli savaşta zenginleşen polis müdürlerini, uyuşturucu trafiğini elinde tutan devlet adamlarını, devletin JİTEM’ini, Hizbul-Kontra’sını kimse sorgulamaya cesaret edemezdi.
Kimi PKK vurdu, kimi devlet, birbirine karışırdı.
Bu size bir şey hatırlatıyor mu?
Meselenin Kürtlerin bölünmek istemesi değil, dillerinin, kültürlerinin, kimliklerinin ülkede yaşayan herkes kadar eşit ve özgür olamamasına gösterdikleri tepki olduğu ustaca gizlenirdi.
On yıllarca savaş medyası ve savaş diliyle şekillendirilmiş, Kürt düşmanı nesiller yetiştirildi. Bu sayede askeri vesayet ve temsilcisi hükümetler, iktidar gücünü, iktidar rantlarını dilediği gibi sürdürürken, savaş bahanesiyle bizi susturdu, fakirleştirdi, işsiz bıraktı, korkuttu, sindirdi.
Batı’ya bedeli, binlerce şehidin yanı sıra ağır bir yoksullaşma oldu.
Onlar ‘istikrar’lı iktidarlar sayesinde ne yoksullaştılar, ne de bir tek çocukları “şehit” oldu.
Bunlar size bir şey hatırlatmıyor mu?
Şimdi hafızamızın tamamen silindiğini varsayan bir ‘Tek Adam’, aynı hamasi nutuklarla bizi düşmanlaştırmaya, çocuklarımızı kendi iktidarı için feda etmeye ikna etmeye çalışıyor.
İktidarı sürmeli ki; yolsuzlukların, hırsızlıkların, hukuksuzluğun hesabı sorulamasın.
Öncekiler niyetlerini daha ustalıkla örterlerdi, belki de devlet deneyimleri daha köklü olduğu için!
Bunlar saklamaya bile ihtiyaç duymuyorlar. Hatta itiraf ediyorlar.
İşte Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın sözleri: “HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sözleri üzerine çözüm süreci bitti.”
Devam ediyor: “Seçimden önce dedim ki, Ak Parti varsa çözüm süreci var. Ama sen Ak Parti’yi devirme projesinde kendini kullandıracaksın, sonra kim yapacak, gel yap. AK Parti’yi de devireceksin, sonra diyeceksin ki Ak Parti gel yap.”
Bazı AKP’lilerden de başka itiraflar geliyor. Her biri birbirinden vahim; 1-10 Ağustos’ta yaptıracakları ankete göre, koalisyon ya da erken seçim kararı vereceklermiş.
Yani şehit sayısıyla oy sayısı paralel olarak artıyorsa seçim, savaş oy kazandırmıyorsa koalisyon.
PKK’nin eylemlerini ve eleştirilerimi saklı tutuyorum. Zaten iktidarın asıl hedefi PKK değil HDP ve özellikle de Demirtaş. HDP’siz, en azından Demirtaş gibi etkili bir rakibin susturulduğu bir seçim arenası hedefleniyor.
Türk kadınlarına sesleniyorum.
Kürt anneleri gibi “Yeter artık” demek için, “Barış” diye haykırmak için, çatışmaların ortasına dalıp canlı kalkan olmak için, illaki bizim de kafamızda savaş uçakları mı dolaşmalı?
Biz de hava kararınca sokağa çıkamaz hale mi gelmeliyiz?
Biz de yargısız infaza kurban giden gençlerimizin sayısının çoğalmasını mı beklemeliyiz?
Biz rahatça ölülerimizi gömüyoruz diye, devlet bize şehit maaşları ödüyor diye, kapımız her an çalınıp, sorguya götürülmüyoruz diye mi suskunuz?
Bunca deneyime, bu kadar açık oynanan bu kanlı oyuna sessiz kalmaya devam edecek miyiz?
Başbakan Davutoğlu’nun “Bu ülkenin geleceği için evlatlarımızı da kendimizi de feda etmeye hazırız” sözleri sizi hiç korkutmuyor mu?
Bahsedilen “evlatların” onların değil bizim çocuklarımız olduğu, feda edilenin bizim geleceğimiz olduğu gerçeği sizde hiç isyan duygusu uyandırmıyor mu?
Farkında değil misiniz, yeni MC ile bu kez Genelkurmay’ın görevini devralmış Saray darbe yapıyor.
Özellikle kadın dernekleri, platformları ve tüm sivil toplum kuruluşlarına sesleniyorum.
Mesela Türk Kadınlar Birliği, mesela Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu neden hiç birinizden ses çıkmıyor?
Ağıt yakmak, şehitlik mertebesiyle övünmek dışında Türk kadınlarının yapabileceği hiçbir şey yok mu?
Oy uğruna çocuklarınızı cepheye sürenlere karşı neden meydanlara çıkmıyorsunuz?
Kadının gücünü göstermenin tam zamanı değil mi şimdi?
Barış İçin Kadın Girişimi’ni duydunuz mu?
İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Bursa’da, pek çok merkezde bütün kadınları “Savaşa Hayır” demeye çağırıyor.
Siz niye el vermiyorsunuz, ses vermiyorsunuz?
Sustuğunuz her an savaş lobileri para kazanıyor, güç kazanıyor.
Siz cenazelerinize göz yaşı dökerken onlar oy sayıyor.
Bu gerçeği görmek için daha kaç cenaze kaldırmalıyız?
Parlamentonun devre dışı kaldığı, sandık sonuçlarının fiili bir darbeyle askıya alındığı, geçici bir hükümetin savaş çıkardığı bu siyasi koşulların faturası, hepimize çıkacak.
Daha çok baskı, daha çok şiddet, daha çok yoksulluk ve daha fazla cenaze ile ödeyeceğiz, susmanın faturasını.
Kürt kadınlarının, Kürt annelerinin çatışmaların ortasına kendilerini atmaları, “Edi Bese” diye haykırmaları çektikleri acının, gördükleri şiddetin, kaldırdıkları cenazelerin sonucudur.
Artık Türk kadınları, Türk anneleri de, acıların ortaklığında buluşmalı.
Gözyaşının dini, dili, ırkı yok madem, gözyaşlarımızın ortaklığında buluşmalıyız.
Türk kadınları bu iradeyi gösteremezse, IŞİD ve paralel zihniyet geleceğimizi belirleyecek.
Hep beraber, eşit-özgür-demokratik bir ülkede huzur içinde yaşamak için “Savaşa Hayır” diyelim.
“400 vekil verin, bu iş huzur içinde çözülsün” diyerek daha seçimlerden önce şantaj yapanlara huzurun birbirini öldürmekten değil birlikte yaşamaktan geçtiğini gösterelim.
Çok geç olmadan…