Mehmet Ali Çelebi
Bingöl Dağları’dan kültürler ve asırlar yüklenerek revan olup Nahiçevan, Ermenistan, İran, Azerbaycan halklarını kucaklayan Aras Nehri’nin nice nesiller bağrında büyüttüğü coğrafya kan gölüne çevrildi. 21. yüzyılın zor satrançlarından biri Artsakh (Dağlık Karabağ) ekseninde eylülde patlak veren savaş dramatik süreçler tetikledi. Dağlık Karabağ jeopolitiğine Türkiye’nin de dahil olarak Azerbaycan’ın yanında aktif olarak pozisyon alması, Rusya’nın İhvan-Selefi sevkini kırmızı çizgi olarak kodlaması, İsrail’in doğalgaz, silah ve İran odaklı denklemi, perdeli bagajlar, can kayıpları, göçler… Jeo-stratejik meydan okuyuşların oynattığı faylarla girdaplanan Kafkasya denklemi…
Covid pandemisinin de etkisiyle petrole talep düşünce geliri azalan Rusya’nın hırsları ve anlatısına eşdeğer bir küresel güç olamadığını, aciz kalarak Suriye ve Libya’da bölgesel ülkelerle güç paylaşımı yapmak zorunda kalmasının taze varyantını Dağlık Karabağ Savaşı sırasında gördük. Suriye, İdlib-Efrin-Cerablus, Libya ve Dağlık Karabağ krizlerinde Rusya’nın meseleleri çözme kapasitesinin sınırlı kaldığını, dillendirildiği ölçekte keskin olmadığını gördük. Paşinyan’ı batıdan uzaklaştırıp yörüngesine mahkum etmek, Karabağ’da stratejik üs koparmak, silah poliçelerini kalınlaştırmak için gard alan, Bakü ve Erivan’la da köprüleri atmamak için iki tarafı da idare etmeye çalışan, Türkiye’yle güven bunalımı yaratmamaya çalışan Putin’i savaşı izlediğine pişman edecek sondajlar ortaya çıktı ve domino taşları titredi.
Savaş küresel güçlerin hamlelerde dobra olmak zorunda kalacakları boyuta evrildi. ABD ağ atmasın diye, Kafkasya cihadist grupların kuluçkası olmasın diye irtifa kayıplarını telafi etmek için Rusya hamleler deneyecek görünüyor. Savaşın girdaplarını Washington’daki Amerikan Ermeni Asamblesi’nin Kafkasya Uzmanı olan ve Yerevan Devlet Üniversitesi’nde doktora çalışması yapan Aline Ozinian ile konuştuk. Ozinian, WhatsApp üzerinden, hinterlandında Ermenistan, Azerbaycan, Türkiye, Rusya, ABD gibi dinamikler bulunan Dağlık Karabağ Savaşı’nın sonuçlarını açımlarken üç ateşkesin de “imitasyon” olduğuna dikkat çekti.
- 27 Eylül 2020’de savaş neden başladı? Bir ayı bulan savaşta ne kadar ilerleyebildi Azeri ordusu? Türkiye neden bu kadar agresif olarak Karabağ-Bakü ekseninde pozisyon aldı?
Savaş neden başladı? Türkiye başından beri, Sovyetler Birliği dağıldığından bu yana Azerbaycan ile Ermenistan’ı aynı anda tanımış olsa da diğer Türki cumhuriyetlere ve özellikle Azerbaycan’a karşı büyük bir sempati duydu. “İki devlet tek millet”i sloganlaştırdı. 27 Eylül’e gelmeden yazdan itibaren gördük. Yazın ateşkes ihlalleri zamanında da gördük. Türkiye’nin pozisyonu çok değişti. Türkiye AGİT’e bağlı MİNSK Grubu’nun bir üyesi, bir tarafı. Ve bu grup Karabağ sorununun çözümüne aracı olmak için çalışan bir grup.
Başından beri Türkiye Azerbaycan’a taraftı ama hiçbir zaman bu kadar savaş çığırtkanlığı yapmamıştı. Türkiye taraf olup Azerbaycan ile Ermenistan’ı uzlaştırma konusunda daha önemli bir rol alabilirdi. Ama 27 Eylül’de başlayan savaşta çok agresif pozisyon aldı. Hatta şunu hatırlatmakta yarar var. Savaş başlamadan önce Türkiye’de özellikle yandaş basında PKK Karabağ’a gönderildiğine ve Ermenistan tarafından saldırı hazırlığı olduğuna dair haberler çıktı. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin cihatçıların Azerbaycan’a taşındığı hakkındaki haberlerine bir cevap olarak bu haberler çıkmaya başladı. Bunun hazırlığı belli ki çok önceden yapılmıştı. Belki de yaz aylarında gördüğümüz şey bunun bir provasıydı. Tabi bütün bu savaş çığırtkanlığının sadece Kafkaslar eksenli sadece Ermenistan nefreti üzerinden okumak da çok doğru değil. Yani bunu Doğu Akdeniz’de de gördük, Libya’da da gördük, Suriye’de de görüyoruz. Erdoğan rejiminin genel olarak bir savaşa ihtiyacı var. Genel olarak bir kaosa ihtiyacı var. Bu açıdan da savaşı körüklüyor. Türkiye’nin Azerbaycan’a bağlı özerk bir bölge olan Nahiçevan’da da planları olabilir. Oradaki varlığını daha güçlendirme planları da olabilir.
Hatırlayacaksanız savaşın ikinci haftasında Devlet Bahçeli de Nahiçevan bölgesini tekrar gündeme getirdi. Gence’de F-16’ların beklemesi, sayısız Bayraktar İnsansız Hava Aracı’nın Azerbaycan ordusu tarafından kullanılması artık bizi Türkiye’nin bu savaşa dahili konusunda çok büyük ip uçları veriyor. Ateşkes imzalanalı 26 yıl oldu. 26 yıl boyunca tabii ki ateşkes ihlalleri oldu, ama hiçbir zaman bu kadar büyük ölçüde bir saldırıya kalkışmadı Azerbaycan tarafı. Burada biraz Türkiye’nin azmettirici rolü var. Kişisel düşüncem -ki bunu birçok uzaman da paylaşıyor- Türkiye’nin Azerbaycan’a fikirsel müdahalesi ve askeri yardımı olmasaydı Azerbaycan bu kadar büyük bir savaşa kalkışamazdı. Tabi burada cihatçıların da bölgeye getirildiğini, o açıdan da destek verdiğini unutmayalım. Sonuçta şu anda Karabağ ve Ermenilere karşı savaşan sadece Türkiye ve Azerbaycan değil bir de cihatçı faktörü var. Bunu da görmezden gelmememiz gerekiyor.
Kadim bağ var, hayal kırıklığı yaşanıyor
- Savaş Türkiye’deki Ermeni yurttaşları, çalışmaya Kumkapı gibi yerlere gelen Ermenileri nasıl etkiledi?
Ermeni yurttaşlar bu toprakların otonom halkları. Bu topraklarda belki Türklerden bile eski halklar. Ama diğer Ermenistanlı vatandaşlar ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olmayan, hatta çalışma vizesi bulunmayan insanlar. Bu şekilde çalışmaya mahkum edilen insanlar. Bu kadar sene içerisinde onların da çalışması bir regülasyona bağlanabilirdi. Bu da bir siyaset. Onların o konumda olması, düzensiz işçilik statüsünde bırakılması Türk devletinin hoşuna gitti. Yurttaş olan Ermenilere dönecek olursak “iki devlet tek millet” sloganıyla soy temelli bir bağın altı çiziliyor. Tam olarak ne anlama geldiği bilinmese de Türkiye’de kan, kandaşlık var. Nasıl kandaş olunabilir bu nasıl kafatasçı bir söylemdir diye bakmadan bunun üzerinden bir romantizm besleniyor. Unutulan birşey var ki Türkler, Ermeniler, Kürtler, Süryaniler, Yahudiler yüzyıllardır birlikte yaşıyorlar. Ve bu anlamda Türkler ve Ermeniler arasında da büyük bir bağ var. Azerbaycan ve Türkler arasındaki bağdan çok daha kadim, çok daha detaylı, çok daha kapsamlı bir bağ var. Dönem dönem katliamlarla, soykırımlarla çok trajik bir yere gitse bile kökünde bir ilişki var. Yani bu birlikteliği, bu ortak yaşamı bu denli inkar etmek ve bir anda bütün o tarihi unutmak, ‘Biz Azerbeycanlılarla kardeşiz’ demek büyük bir kalpsizlik.
Şunu da biliyoruz diğer taraftan siyasi anlamda, teorik anlamda bu söylem ne kadar yükseltilse pratik anlamda bunun bir karşılığı yok. Yani bir Ermeni bir Türk ortaklığını, onların yan yana olduğu zaman konuşabilecekleri şeyleri bir Azeriyle bir Türkün paylaşmadığını biliyoruz. Ermenilerin o topraklardaki tarihi, tırnak içinde onlarla olan muhabbet, onlarla olan ilişki gözardı ediliyor. Bence en zarar verici olan bu Ermeni yurttaşlara. Tabii diğeri de nefret suçu boyutuna varan hatta bunu geçen boyutu. İşte Azerbaycan bayraklarıyla, Türk bayraklarıyla Ermenilerin yaşadığı yerlere yapılan konvoylar, sloganlar… Yani bu insanlarda tedirginlik, kaygı, huzursuzluk yaratıyor. ‘Yok edebilirler mi’ korkusuna kadar varıyor. Avrupa’da gördük, barışçıl protestolar yapan, Karabağ sorununu uluslararası kamuoyuna anlatmaya çalışan insanlara, Ermenilere Türklerin nasıl saldırdığını gördük. Fransa’daki Vienne şehrinde MHP’li oldukları, bozkurt oldukları söylenen milliyetçi Türklerin Ermeni avına çıktıklarını gördük. Tabii çok negatif etkiliyor insanları. Büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor. Yaratılan “Hain, arkadan hançerleyen kötü Ermeni, işgalci Ermeni” imgesini tekrar hortlatıyor.
Ermeni soykırımından sonra Ermeniler şu ya da bu sebeple Türkiye’yi terk etmediler. İstanbul’a geldiler Türkiye’nin doğusundan. Ev bildiler Türkiye’yi. Yuva bildiler. Yani me kadar 6-7 Eylül olayları, Varlık Vergisi, Vatandaş Türkçe Konuş kampanyaları, dönem dönem gereğinden fazla yükselen milliyetçilik olsa da; Ermeniler ne kadar tereddütlü olsalar da Türkiye’yi yurt bildiler, ev bildiler. Ama şu son yaşananlarda benim konuştuğum kişiler artık oranın evleri olmadığını görüyorlar. Ve bu yüzleşmenin getirdiği son derece büyük bir yıkıntı var ruhlarında. Tabi bir de dost bildikleri kişilerin suskunluğu var. Kimseden destek görmemek var. Zaten Ermeniler yalnız olduklarını biliyorlardı çok uzun süredir. Burada bu denli yalnız olduklarının yüzlerine vurulması son derece can acıtıcı. Yani bir avuç kalmışlardı, bu insanların gitmek istemesiyle Türkiye’nin kültürel anlamda daha da fakirleşeceğini artık söylememize bile gerek yok.
Bugün Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, Pierre Loti Tepesi’nin isminin değiştirilmesi gündemde. Türkiye artık tek renk olmak istiyor. Yani Türk, Sünni Müslüman olmak istiyor. Hiçbir çeşitliliğe artık tahammülü yok. Tahammülü olmadığı gibi de artık diğer insanların Türkiye’de istedikleri gibi, hatta devletin dikte ettiği gibi yaşaması bile mümkün değil. Artık çember gittikçe daralıyor diye bitireyim
Son haftalarda çok sayıda Ermeni’nin Türkiye’den ayrıldığı yönünde haberler vardı. Hangi ölçüde yansıdı Ermenistan’a…
Ayrılanlar Ermenistan vatandaşı Ermeniler. Çalışma izni bulunmayan Ermeniler. Yoğun yaşadıkları yerlerde, Kumkapı’da vs. Azerbaycanlıların saldırısına uğradıkları için ve can güvenliklerinden korktukları için Türkiye’yi terk eden Ermeniler. Oluşan nefret ortamından bilgi olarak yansıdı Ermenistan basınına.
Sıranın Ermenistan’a gelmeyeceği garantisi yok
- Azerbaycan tarafının da sık gündeme getirdiği Karabağ dışındaki 7 rayon var… Ermeni tarafı bu konuda hangi noktada?
Siz de takip ediyorsunuz. Bu savaş başlangıcından itibaren 7 rayon konusu söylenmedi. Hedef olarak Karabağ’ın tamamı dendi. Yani hem 7 rayon hem Ermenilerin yaşadığı bölgelerin tamamı geri alınacak dendi. Ermeni tarafı bu konuda hangi noktada duruyor? Nikol Paşinyan halka seslendi ve ‘Biz tavize hazırız. Hatta daha önce gitmediğimiz tavizlere hazırız. Ama bizimle pazarlık yapan yok. Yani masaya oturup bunlar görüşmek isteyen yok. Karşı taraf tamamını istiyor. Tamamını istemesi orda yaşayan Ermenilere etnik temizlik anlamına geliyor. Ve orası alındıktan sonra sıranın Ermenistan’a gelmeyeceğine dair de bir garantimiz yok’ dedi. Ben de öyle düşünüyorum. Ve dedi ki ‘Yapabileceğimiz tek şey askeri olarak zayıflamamak. Askeri olarak savaşı sürdürebilmek. İlerlemelerine izin vermemek ve masaya güçlü oturabilmek’ Yani Ermenistan tarafı masaya oturmaya hazır. Ama karşı tarafın şu anda masaya oturmayacağını biliyor. Yani üç ateşkes anlaşması da imitasyon. Onlar ateşkes taklitleri.
Bu anlamda da bölgeyi bilen birisi olarak, 7 rayonun verilmesi şuna bağlı: Burada rayonların konsepti 5+2 olarak alınıyor. Neden 5+2 diyoruz? 5 bölge Karabağ etrafındaki bölge. 2 bölge Karabağ ve Ermenistan arasında köprü vazifesi gören bölge. Yani burada o iki bölge biraz daha sorunlu. Bütün şartlar altında bir bağlantı kalması Ermenistan’ın isteği. Pazarlık Karabağ halkının güvenliğinin sağlanmasıyla, statüyle ilgili. Karabağ tanınacaksa ‘işgal’ denen bölgelerin Azerbaycan’a iadesi gündeme gelecek. Ermenistan’ın bunları iade etmesi ancak Karabağ’a verilecek statüyle sağlanabilir. Bu da Karabağ’ın özerkliğinin tanınmasıdır. Zaten yurt dışında da Amerika Senatosu’nda da Avrupa’nın bazı senatolarında da son bir haftadır bu gündeme geliyor. Ve sorunun çözümü için artık Karabağ’ın tanınmasının gerekli olduğu fikirleri sunuluyor.
İsrail-Bakü ilişkileri
- İsrail faktörü… İsrail’in 19 Ekim 2020’de BAE ile yaptığı petrol boru hattı gibi anlaşması gibi anlaşmalar İsrail’in Azerbaycan siyasetini değiştirir mi?
İsrail faktörü… O anlaşma, o petrol boru hattı İsrail’in ihtiyacı olan doğalgazı yüzde 100 kapasiteyle karşılayacak kapasitede değil. Öyle bile olsa neden tek sepete koysun yumurtalarını İsrail. Yani İsrail ile Azerbaycan arasındaki ilişkinin değişmeyeceğini düşünüyorum. İsrail’in Azerbaycan’a çok büyük silah satışı var. Nakit para alıyor ve dronlarını satıyor. İkincisi doğalgaz anlaşması var. Öyle bir bağımlılık var. Birleşik Arap Emirliği’yle de olabilir aynı şekilde bir anlaşma. Ama ona güvenip onu bırakmayacaktır. İsrail’in en büyük sorun yaşadığı ülkelerden biriyle, İran’la Azerbaycan’ın jeopolitik yakınlığı var. İsrail’in İran’la ilgili çok farklı çalışmalarını Azerbaycan üzerinden yürüttüğü biliniyor. Bu anlamıyla da Azerbaycan İsrail’e gerekli bir ülke. Son olarak da İsrail’deki Azerbaycan lobisi. Güçlü bir lobi var, aynı zamanda Rusya’da da Azerbaycan’da da üçgen şeklinde faaliyet gösteren bir lobi. Bu anlamda İsrail ve Azerbaycan’ın herhangi bir yol ayrımına geleceğini düşünmüyorum. Daha başka bir örnek vereyim size. Şu anda savaş suçlusu olmamak adına, yani sivil alanların bombalanmasından sonra birçok ülke dronlarını yapımında kullanılan parçaları artık Türkiye ve Azerbaycan’a vermeyeceklerini açıkladılar. Ama İsrail silah satışından çekilmeyeceğini açıkladı. Yani hiç sarsılmadı Azerbaycan’la ilişkileri.
Kaynak: Yeni Yaşam Gazetesi