Ermeni Toplumunun Geleceği Tartışılıyor

[ A+ ] /[ A- ]

Agos Gazetesi

Son günlerde yaşanan olaylar ve Bedros Şirinoğlu’nun Başbakan’la görüşmesinden sonra yaptığı açıklamalara duyulan tepki, Türkiye Ermeni toplumunu kimin, nasıl temsil edeceği sorununu bir kez daha gündeme getirdi.

Ermeni toplumu içerisindeki farklı görüşlerin nasıl temsil edileceği; daha sağlıklı bir toplumsal yapıyı oluşturabilmek için ne tür mekanizmaların hayata geçirilebileceği; geçmişte var olan, ancak devlet zoruyla lağvedilen cemaat meclis ve komisyonlarının geleceğe ışık tutup tutamayacağı gibi soruları, Aleksis Kalk, Hayko Bağdat, Kayuş Çalıkman Gavrilof, Hayko Bağdat, Maral Balımoğlu, Avedis Hilkat ve Mıgırdiç Arzivyan’a sorduk.

Sivilleşmenin, yöneticilerin sorgulanabileceği, hesap vereceği, katılıma açık, çoğulcu bir zihniyetin yerleşmesiyle mümkün olacağı konusunda çoğunluk hemfikir. Ancak bunun mekanizmaları konusunda görüşler muhtelif. Sorularımıza yanıt verenlerin bazıları geçmişteki yapıya benzer kurumların yeniden oluşturulmasının önemli bir adım olacağını savunurken, eski kurumların sivilleşme için yeterli olmayacağını, kökten yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu savunanlar da var.

Önemli olan denetleme ve tartışma

ALEXİS KALK

Öğrenci, Nor Zartonk

Sürekli söz konusu olan Cismani Meclis ve diğer meclisler, kuruldukları ve faaliyette bulundukları dönemler dikkate alındığında gayet önemli oluşumlardı. Bu yönetim araçlarının lağvedilmesi Türkiye Ermeni toplumunu kuşkusuz olumsuz etkilemiş, geriye götürmüştür. Bunun sonucunda, dünyevi/cismani nitelik taşıyan sorumlulukların bir kısmı Patriklik makamına devrolundu. Din görevlilerinin “kutsallık zırhı”, yürüttükleri dünyevi işlerin sorgulanmasını ve eleştirilmesini zorlaştırdı. Bu durum, elbette başka dış faktörlerin de pekiştirmesiyle, toplumumuzun daha az sorgulayan ve eleştiren bir yapıya bürünmesinde etkili oldu. Dünyevi işlerle uğraşacak ve din adamlarımızı bu “angarya”lardan kurtaracak sivil meclislerin yeniden kurulması kuşkusuz olumlu bir adım olacaktır. Ama sivilleşme dediğimiz hadisenin sadece temsil edilme, temsilci seçmekten ibaret olduğunu düşünmüyorum. Burada asıl önemli olan seçilenlerin icraatlarının denetlenebilmesi ve tartışılabilmesidir. Unutmayalım ki kimse kusursuz değildir. Bu denetleme, sorgulama ve tartışma süreçleri toplumsal bir dönüşümün ve ilerlemenin lokomotifi olacaktır. Bugün Bedros Şirinoğlu’nun açıklamalarına gösterilen tepkiler önemlidir ve bu yankılar mekanizmanın nasıl işlemesi gerektiği konusunda bizlere fikir verebilir.

Zamanında padişahlar tarafından ya da Lozan gibi uluslararası anlaşmalarla bizlere “lütfedilen” haklar (ve daha fazlası) bugün pek çok ülkede “standart” vatandaş hakları ya da insan hakları olarak tanınıyor. Türkiye’de Ermeni olarak yaşayabilmenin yolu bence bize tanınan hakların birer ayrıcalık olmaktan çıkarılmasından geçiyor. Ana dilde eğitim, basın, yayın, ibadet, yerel kültürlerin desteklenmesi gibi konular Türkiye’deki pek çok etnik grubun ortak sorunları. Uygulamada yaşadığımız sıkıntıların ve zorlukların temelinde bu en doğal haklarımızın hâkim ideoloji tarafından birer “lütuf” olarak görülmesi yatıyor. Biliyorsunuz, gerçekte kimse kimseye hak lütfetmez. Şu anda belki bazı Türkiyeli Ermeniler tarafından da birer lütuf olarak kabul edilen haklarımızın hepsinin arkasında toplumsal mücadeleler yatmaktadır ve bundan sonra da eğer bir hak elde edilecekse, bu yine bir mücadelenin ürünü olacaktır. Gerektiğinde aynı sorunlardan mustarip kardeş halklarla dayanışma içinde olabilmek pek çok sorunumuzun çözüm anahtarı olacaktır.

Sivil temsiliyet değil, sivil itaatsizlik

KAYUŞ ÇALIKMAN GAVRİLOF

Seramikçi Gerek toplumumuz içinde gelişen olaylar (Üç Horan Vakfı seçimleri gibi) gerekse Türk toplumuyla ilişkilerimizde yaşanan süreç (Başbakan-Şirinoğlu görüşmesi gibi), bana sık sık Hagop Baronyan’ı hatırlatır. 100 yılı aşkın bir süre içerisinde nasıl olur da bir toplumun düşünce yapısı değişmez, bunun cevabını bir türlü bulamam. Baronyan yaşasaydı ne gibi farklılıklar olurdu hikâyelerinde? Hiç! Amiraların yerine tefecileri, fabrikatörleri koyun; meyhaneci, balıkçı gibi esnafın yerini de kuyumcularla Perpalılar alsın, gerisi aynı hikâye.

Hal ve şerait buyken toplum içinde farklı görüş diye bir cümle kurmak ne derece anlamlı acaba? Toplumumuzda bırakın farklı görüşü, görüş sahibi insan sayısı toplam nüfusumuzun yüzde 10’u, bilemedin yüzde 20’si olsun. Bunların yarıdan fazlası çok genç… Bunlar asıl umut vaat eden unsurlar olması gerekirken, yerinde sıkı duranlar her dem muhalif oluyorlar, diğerleri yönetimlere alınıp tektipleşiyorlar. Diyelim ki, sivil yönetim mekanizmalarına ihtiyacımız var, ancak bence tüm sorun bunların çok kısa zamanda gerek dini temsilcilikle gerekse devlet mekanizmalarıyla kankalaşma riskinin yüksek oluşudur. Muhtemelen başına geçecek olanlar yine aynı vakıf yöneticileri ve onların uygun bulduğu 3-5 bizim oğlan olacaktır. Yani ismi yeni bir binanın aynı masonik örgü duvarları içine yerleşen kimse, halkı temsil etmeyecek ve aynı Bedros Şirinoğlu devam edecektir, bunun adına da idarecilik denecektir ve böylece sivil temsiliyet mekanizmalarının da bizim toplum içinde işlemeyeceğini mendil elimizde izleyeceğiz. Bu durumda da, bize gereken sivil temsiliyet mekanizmasından çok sivil itaatsizlik mekanizmasıdır.

Sivil oluşumlar kaçınılmaz gereklilik

MARAL BALIMOĞLU

Türkiye Ermeni toplumu için temsil ciddi bir sorun. Ermeni Nizamnamesi ile tanınmış olan hakların, herhangi bir yenilemeye uğramaksızın ortadan kaldırılması bugünkü temsil sorununu yaratan temel neden. Bu sebeple, bugüne dek devletle olan ilişkiler patriklerin önderliğinde gerçekleşmiştir. Laik bir ülkede bir azınlık toplumunun etnik değil sadece ‘dini’ kimliğiyle tanınıyor olması da başlı başına bir tartışma konusudur elbette. Türkiye Cumhuriyeti’ndeki varlığı Lozan Antlaşması’na bağlı olan toplumumuz, sadece bir ‘dini azınlık’ çerçevesine sıkışmış; dolayısıyla da sosyal ve siyasal haklar için bir tartışma platformu, gerek devlet gerekse geniş toplum düzeyinde bizleri temsil edecek sivil bir mekanizma oluşamamıştır.

Son gelişmeler ışığında bir kez daha gördük ki, yalnızca ‘dini’ düzeyde temsiliyet cemaatimizin mevcut ihtiyaçlarını karşılayamıyor. 21. yy şartlarında daha geniş katılımlı, geniş tabanlı bir seçimle göreve gelecek sivil oluşumların gerekliliği kaçınılmazdır. Bu oluşum ya da oluşumların halihazırda seçilmiş yöneticiler tarafından değil, ancak tüm toplumun desteği ve katılımıyla gerçekleşmesi de son derece önemlidir. Neredeyse sadece kilise vakıfları ve mezunlar derneklerinden ibaret olan sivil kurumlarımız; doğaları itibariyle ne yazık ki tüm toplumu kucaklama imkânına sahip değiller.

“Biz başka bir Türkiye’de yaşıyoruz” imza kampanyası, bu sebeplerden ötürü yerinde bir tepkidir; ancak tek başına yeterli değil. Kampanyayı başlatanlar, “Hayırseverler olmasın” ya da “Onlara ihtiyacımız yok” demiyorlar. Asıl sorun, bazılarının sırf maddi yardımda bulundukları için her konuda haklı ya da söz sahibi olmaları. İtiraz, hatta isyan edenlerimizin derdi bu bence. Böyle gelmiş böyle gitmesin, her şey sermayeden ibaret olmasın. Ortada emek verecek, yüreğini koyacak, inanacak, sahip çıkacak insanlar olmadıkça, güzelim binalar, gıcır gıcır kiliseler kimlere hizmet edecek? Üniversiteli gencin ya da kendi halinde bir ev hanımının da en az hayırseverler kadar söz hakkı olduğuna inanıyorum; cemaat kurumları tüm cemaate ait değil midir? Sessiz çoğunluk da gün gelir kendi yüreğinden geçeni söyleyene, söyleyenlere destek verir. Fikirleri geliştirmek ve yapıcı bir harekete dönüştürmek hepimizin yararına olacaktır. Ermeni toplumunun çeşitli kesimlerinin bir araya gelip kendilerini ifade edebilecekleri platformlar yaratmanın, ihtiyaçları belirleme ve sonraki adımları da şekillendirmede yol gösterici olacağına inanıyorum. Konunun hukuki boyutu üzerinde de ayrıca çalışılmalı elbette.

Şeffaflık ve hesap verebilme sorunu

HARUTYUN ŞEŞETYAN

İşadamıYeryüzünde her ülkede, her toplumda olduğu gibi, Türkiye Ermeni toplumunda da, farklı görüşlerin daha iyi temsil edilebilmesi yönünde bir gereksinim var. Bu ayrıca medeniyetin ve demokrasinin olmazsa olmazıdır. Bizim toplumumuzda esas sorun bireylerin belirli konularda sağlıklı ya da mantıklı herhangi bir görüşünün olmaması. Yaygın davranış biçimi dost meclislerinde ya da kapı arkalarında yapılanları çekiştirmek veya olumsuz anlamda eleştirmek; “gel bir işin ucundan tut” dendiğinde de “bana göre değil” deyip bahane üretmek. Oysa kendini bu toplumun bir parçası olarak görenlerin ellerini taşın altına koyup katılımcı olmaları ve ses vermeleri gerekir. Parası olan para, aklı olan fikir, vakti olan emek verirse birkaç yüz kişinin omuzlarındaki yükü geniş bir kitleye yayabilir ve özlenen katılımcı, demokratik ve sağlıklı yapıya yaklaşabiliriz. Ancak, parası olan, “Ben parayı bastırdım, benim borum öter”, aklı olan “ben zekiyim ben bilirim” dememelidir.

Dün dünde kaldı, bugün yeni şeyler söylemek lazım. Azkayin Joğov (Milli Meclis) benzeri yapılar imparatorluk kurumlarıydılar. Bugün bir cumhuriyet var ve biz de buna paralel bir yapılanma içine girmeliyiz. Bunun için bir yıl önce iyi niyetli bir adım atıldı. Çoğu vakıf bir araya geldi ve VADİP oluşturuldu. Önce bazı vakıflar bu oluşumda yer almadılar, bazıları çekildiler, bazıları katıldıkları halde bu oluşumu küçük gördüler, baltalamaya, engellemeye çalıştılar. Bireyler de benzer bir tutum içindeler. Kimi alkışladı, kimi sövdü, kimi küçümsedi, kimi iftira attı. Sonuçta bu proje de özlenen ivmeyi yakalayamadı. Oysa bu oluşum derneklerin, akademisyenlerin ve bazı toplum mensuplarının katılımıyla modern bir ‘Azkayin Joğov’ olabilirdi. Zor olan buna katkı sağlamak, kolay olan çamur atıp uzak durmak. Maalesef toplumun çoğunluğu kolayı seçiyor.

Bir sivilleşme yaygarası var ki anlamakta zorlanıyorum. Bizde ne asker sınıfı var ne de ayrıcalıklı bir ruhban sınıfı. Tüm vakıflarımızı, kilise vakıfları dahil, siviller yönetmiyor mu? Bir Patrikhanemiz var, onu bile neredeyse siviller yönetecek. Sorun sivilleşme değil, şeffaflık, hesap verebilme sorunu. Bu da demokrasiyi özümsemekle ilgili bir konu, kendini karşıdakiyle eşit görebilme erdemi. “Ben buranın yöneticisiyim, bu vakfın başkanıyım” deyip kendine ayrıcalıklı ve özel bir alan yaratıp işbirliğine yanaşmayan insanlarla çoksesli ve katılımcı bir yapıya ulaşamayız. Vakıf yöneticileri şunu bilmeliler ki, onlar bu vakıfların sahipleri değil hizmetkârlarıdır.

Doğum sancıları

HAYKO BAĞDAT

ReklamcıEğer insanların farklı görüşleri varsa, zaten bulundukları her alanda bunun temsilcisi halindedirler diye düşünüyorum. Sorunuzdaki “farklı görüş” vurgusu önemli. Kimden farklı görüş? Ana görüş nedir? Kaynağı ve halinin sebepleri nedir? Konu, toplum yapısı içerisinde değil, ideolojik farklılıklar nezdinde ele alınabilir. Buradaki eşitsizlik bir tarafın örgütlü, diğerin örgütsüz yapıda bulunmasıdır.

Toplu bir temsiliyetin sağlıksızlığından gına gelmiş haldeyiz. Ermeniler kemikleşmiş bir yapıda, bir temsil mekanizması oluşturamazlar. Eşyanın tabiatına aykırı. Ayrıca oluşturulacak mekanizmaları tartışmak bana pek anlamlı gelmiyor. Bu konsensüsle olmaz ki… İnsanlar bir fikir etrafında toplanırlar, örgütlenirler ve ortaya bir fikrin temsiliyeti çıkar. Bunun için merkezden icazet talep etmek anlamsız. Milli Meclis, Cismani Meclis, Milli Merkezi İdare gibi kurumlar geçmişte kalmıştır. İhtiyaca göre şekillendirilecek olan, bireylerin sivil, talepkâr, ilgili ve müdahil olmalarının altyapısını sağlamak olmalı. Adını saydığınız oluşumların hiçbiri “Hah, tamam işte” duygusu veriyor mu size?

Bütün kurumları siviller yönetiyor ve seçimle iş başına geliyorlar zaten. Millet-i sadıkalıktan millet-i zavallılığa geçişte sorun görenler ve görmeyenler arasındaki siyasi farklılık hem o kurumlar içerisinde, hem bunların dışında kalan tüm yaşam alanlarında bir kırılma yaratıyor. Bu da beni heyecanlandırıyor. Sivilleşme lazımsa birileri sivilleşsin artık. Temsil edilmediğini düşünen varsa temsil edilir hale geleceği yapıyı kursun. Kadim kurumlarımız yerli yerinde yeterlidir. Biz önümüzdeki neslin doğumuna sancı çekiyoruz sadece.


Toplumun çeşitli görüşlerini yansıtacak bir heyet oluşmalı

AVEDİS HİLKAT

Sivil toplum yöneticisiSon günlerde gündem oluşturan “cemaat başkanı, Türkiye Ermenileri lideri” vs gibi unvanlarla basına yapılan açıklama toplumda rahatsızlık yaratmıştır. Günümüz Türkiyesinde, Ermeni toplumunun sivil temsilciliğe acil ihtiyacı var. Nasıl dinsel konularda patrikhane bizi temsil ediyorsa, sivil konularda da seçilerek gelen temsilcilere ihtiyaç var. Düşünün ki, laiklik din ile devlet işlerini birbirinden ayırmışsa Ermeni toplumunda ruhani liderin dini konuların dışında görüş belirtmesi etik değildir, yanlış anlaşılmalara yol açabilir. Bu sebeple, toplumun çeşitli görüşlerinden oluşan bir heyet vücuda getirip, seçimle görev verilmesinde yarar vardır. Yoksa cemaat vakıf yöneticileri, dernek yöneticileri gibi temsilcilerin kamuoyunda cemaat başkanı, Ermenilerin lideri vs. gibi sıfatlarla devlet yetkililerine veya basında görüş belirtmesi son derece zararlı ve sıkıntı yaratacak sonuçlar doğurabilir. Bu oluşum yöneticilerin yanı sıra, akademisyenlerden ve cemaatin sevilen kişilerinden meydana getirilebilir.

Danışmanlar ve basın sözcüsü yeter

MIGIRDİÇ ARDZİVYAN

TekstilciYıllarca, Patrikhanemizin yani günün patriğinin, bazen danışmanlarına danışarak, bazen danışmadan götürdüğü bir sistem zaten bulunmaktaydı. Ermeni cemaati adına büyük bir talihsizlik olan, Badriyarkımız Mesrop Sırpazan’ın rahatsızlığı ve bunun sebep olduğu büyük boşluk, bugünkü sorunları ve tartışmaları ortaya çıkardı. Çok özendiğimiz diğer cemaatlerin de yasal olarak bir sivil kurulları yok, fakat toplumları tarafından bu işi yapmak üzere kabul edilmişlikleri var. Biz de böyle bir yapıyı vakıflarımızın dışında, bu boşluğu doldurmak üzere danışmanlar ve basın sözcüsü ile çok geniş tutmadan oluşturabiliriz. Çünkü geniş yapı daha hantal olabilir. Yanlış anlaşılmasın, vakıflarımızda bu yapıya uygun kişiler muhakkak vardır, onlar da bu yapının içinde olabilirler.