Ermeni Soykırımı’nı İnkârın Cezalandırılması ve Yasanın Getirdikleri

[ A+ ] /[ A- ]

Erol ÖZKORAY
Koxuz.net

Soykırımları inkâr edenleri cezalandıran kanunun 23 Ocak 2012 tarihinde Fransız Senatosu’ndan geçmesi ile, Ermeni Soykırımı’nda bambaşka bir boyuta geçildi. Artık yeni bir milat söz konusu. Bu tarihi kararla Ermeni Soykırımı, Yahudi Soykırımı (Shoah) ile eşitlendi. Bu şu anlama geliyor: İnkârcılık bir fikir, görüş ya da entelektüel bir tavır olarak kabul görmeyecek, suça, ayrımcılıǧa, ırkçılıǧa ve nefrete çaǧrı yaptıǧı için cezalandırılacak. Kısaca artık “Ermeni Soykırımı oldu mu? Yoksa olmadı mı?” tartışması tamamen sona erdi, bitti ve konu cezayı öngören kanunla birlikte hukuka havale edildi. Fransa’da kanunen tanınmış soykırımları (Shoah ve Ermeni Soykırımı) inkâr edenler bir yıl hapis ve 45 bin euro para cezasına çarptırılacaklar.

Ancak, kanunun aykırılık nedeniyle Anayasa Konseyi’ne 31 Ocak tarihinde gönderilmesi, tutkulu bir tartışmaya yol açan bu yasanın önünde yeni bir engel oluşturdu. Diǧer taraftan, Türkiye’nin Fransa toprakları üzerinde giriştiǧi hem kabul edilemez, hem de anlaşılmaz saldırısı, bu ülkenin, temsil ettiǧi deǧerler çerçevesinde, Avrupa Birliǧi’ne (AB) girmesinin pek mümkün olmadıǧını da göstermiş oldu. Yani Türkiye’nin, savunduǧu siyasi, ahlaki, etik, insani deǧerler açısından, AB’nin evrensel deǧerleriyle (insan hakları, hümanizm, demokrasi, özgürlükler, adalet, gibi) hiçbir ortak yönü bulunmuyor. Bu krizin ortaya apaçık koyduǧu en önemli konu da zaten bu oldu. Türkiye’nin ne olup, ne olmadıǧı Avrupalılar tarafından çok net olarak görüldü.

Soykırım konusunda tarih yazıldı ve bitti

Şu noktayı hiç unutmamak gerekiyor: Fransız Parlamentosu’nda (Millet Meclisi ve Senato) bir tek seçilmiş bile Ermeni Soykırımı’nı inkâr etmiyor. Kanuna karşı olanlar da hem Millet Meclisi’nde, hem de Senato’da yaptıkları konuşmalarda Ermeni Soykırımı’nı tanıdıklarını, bu konuda hiçbir şüpheye yol açmayacak şekilde 1915 olaylarını bir Soykırım olarak deǧerlendirdiklerini belirttiler. Yani kanunun anayasaya aykırılık nedeniyle reddedilmesi, teknik bir karar olacak ve Ermeni Soykırımı’nın reddi anlamına kesinlikle gelmeyecek. Red durumunda Türkiye’de estirilebilecek olan hava bu açıdan tamamen dezenformasyon, yalan ve kötü niyet ürünü olacaktır. Ermeni Soykırımı olmuştur ve tarih yazılmıştır.

Bu noktaya gelinmesinde tarihçiler belirleyici bir rol oynadı. 1990′lı ve 2000′li yıllarda yapılan bilimsel çalışmalarla Ermeni Soykırımı’nın, soykırım kavramının mucidi Raphaël Lemkin’in kriterlerine tamamen uyduǧu ortaya çıktı. Yani Ermeni Soykırımı’nın, bir topluluǧu tümüyle yok etmeyi amaçladıǧı, sistematik olduǧu, belli merkezden yönetildiǧi, rasyonel olarak planlandıǧı, ideolojisi ırkçı olan bir iktidar tarafından yapıldıǧı ve etnik/dini grubun yaşadıǧı bütün coǧrafyada uygulandıǧı kanıtlandı. Kısaca konu ile ilgili ana tarih yazıldı ve bitti. Bundan sonra tarihçilerin yapacakları çalışmalar sadece detaylar üzerine olacak. Çünkü araştırmanın sonu yok.

Avrupa’nın ideolojik merkezi Fransa

Bu müthiş kararla Fransa, Avrupa’nın ideolojik merkezi olduǧunu, insan hakları ve özgürlüklerin ana vatanı olduǧunu bir kez daha kanıtlamış oldu. 1789 Devrimi’nden, 1968 hareketine varıncaya kadar, siyaset bilimcileri, filozofları, düşün adamlarıyla bu ülke hem siyasette, hem de fikir hayatında öncü rol oynamaya devam ediyor. Her zaman böyle olmuştur: Önemli fikirler ve siyasi akımlar bu ülkeden çıkmış ve dalga dalga yayılarak Avrupa’yı ve dünyayı etkilemiştir. Bu gerçek 1789 Devrimi’nden beri devam ediyor. Ermeni Soykırımı da ilk kez bu ülkede 1970′lı yıllarda gündeme gelmiş ve Senato’nun kararıyla 40 yıllık bu süreç noktalanmıştır.

Kanunun önemi de zaten burada. Soykırım inkârcılarını cezalandıran yasa, diǧer Avrupa ülkelerini de etkileyebilecek ve bu yasa yayılarak bütün Avrupa’da uygulanabilecek, hatta ABD’yi de etkileyerek orada Ermeni Soykırımı’nı tanıyan yasanın nihayet hayata geçirilmesine neden olabilecektir.

Kısaca Türkiye artık 20. yüzyılın en “Büyük Yalanı”nı ve kendi faşist sisteminin normlarını Avrupa’ya ihraç edemeyecek. Türkiye nesine güveniyorsa, otoriter ve sinsi totaliter sistemini oluşturan ögeleri Batı’ya ihraç etmekte bir beis görmüyor. Onlarca özgürlük yok edici yasası olmasına raǧmen (301 ve terörle mücadele kanunu gibi) kendini basın özgürlüǧü şampiyonu gibi lanse edebiliyor (hapisteki 105 gazeteciyle dünya rekoru kırmasına karşın), askerle siyasi iktidarın paylaşılmasını unutturarak “ileri demokrasi” diye propaganda yapabiliyor, sayısız insan hakları ihlaline raǧmen siyasi sisteminin örnek olduǧuna inanıyor. Fikre, aydına, entelektüele, gazeteciye, düşünen insana, kitaba düşman olan bir rejim ve zihniyetin pervasızca bu yalanları söyleyebilmesi için bütün akli melekelerin yitirilmiş olması gerekiyor. Kısaca, bu ceza kanunu Saint-Just’ün sözüyle baǧlarsak, “özgürlük düşmanlarına özgürlük yok” görüşünü hayata geçiriyor.

Faşizmin Avrupa’ya ihracı

Türkiye ilk olarak 2002 yılında, o sırada görevde olan Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoǧlu ile milliyetçi, ırkçı ve faşist sistemini Fransa’ya bir dava yoluyla ihraç etmek istemişti. Fransız Sınır Tanımayan Gazeteciler Kuruluşu (RSF) ile birlikte ben şahit olarak müdahil olmuş ve bu saldırganlıǧı engellemiştik. Bunun sonucu olarak, Fransa’da RSF’in ifade özgürlüǧüne müdahale ettiǧi için 2003 yılında Kıvrıkoǧlu’nu 2.000 euro para cezasına mahkûm ettirmiştik. Yüzsüzlük tutmayınca ve rezil olunca, Kıvrıkoǧlu kararı temyiz etmeye cesaret dahi edemedi. Eǧer kazansaydı, “işte bizim demokratik basınımız, işte bizim demokrasimizin zaferi” diye büyük bir milliyetçi propaganda ile Türkiye halklarına bu zoka yutturulacaktı. Üstelik Fransa’ya “demokrasi dersi” verdiklerini iddia ederek. Kısaca Türkiye’nin faşizmini, demokrasinin kalbine ihraç etmesine izin vermedik. Ermeni Soykırımı konusunda da, son kanunla aynı durum söz konusudur: Türkiye’nin faşist tezleri Avrupa’ya ihraç edilemeyecek. Türkiye kendi faşizmi ile başbaşa kalarak, kendi vatandaşlarını yalanla zehirlemeye devam edecek.

Ama bu kanun Türkiye’yi de derinden etkileyebilecek, Ermeni Soykırımı konusunda ülkede ciddi dönüşümleri tetikleyebilecektir. Hemen deǧil, ama orta ve uzun vadede kanunun Türkiye’de de çok olumlu etkileri olabilir. Bunları hep birlikte yaşayarak göreceǧiz. Ermeni Soykırımı’nı tanıyan bir Türkiye, tarihiyle de hesaplaşacaǧı için, iste asıl o zaman demokrasiye giden otoyolun önünde açıldıǧını görecek.

Toplumun rehabilitasyonu

Resmi tarih, resmi ideoloji, otoriter cumhuriyetle hesaplaşmanın yolu Ermeni Soykırımı’nı tanımaktan geçiyor. Türkiye er veya geç bu yola girmek zorunda; çünkü bugün itibariyle ülke çıkmaz sokakta bulunuyor ve gideceǧi bir yön kalmamış durumda. Türkiye, sırtı duvara yaslanmış vaziyette, savunmada, hiçbir tutar tarafı kalmamış yalanı ayakta tutmak için debeleniyor.

Yani, Anayasa Konseyi’nin kanunu iptal etmesi durumda da deǧişen birsey olmayacak; çünkü zaten hemen konuyla ilgili yeni bir kanun tasarısı daha ortaya çıkacak.

Anayasa Konseyi’nde kanunun 1958 Anayasası’na uygun olduǧu kararının çıkması aslında normal bir sonuç olacaktır, çünkü kanun anayasaldır. Kanunu savunacak çok deǧerli hukuk adamları hazırdır ve argümanları karşı tarafın tezlerini darmadaǧın edecek niteliktedir. Ancak, Anayasa Konseyi, Türkiye ile ilişkileri bozmamak adına siyasi bir karar da alabilir. Anayasa Konseyi’nin oluşumu böyle bir karar çıkabileceǧini de gösteriyor.

Kısaca yalancının mumu yatsıya kadar yanar demişler, ama bu kez yalan 97 yıl dayandı, yani çok uzun sürdü. Fransız Parlamentosu’nun kanunu ile birlikte artık yalan tamamen sona erdi. Bitti. Eǧer kanun anayasaya aykırı diye reddedilirse de bir şey deǧişmeyecek, çünkü adalet için mücadele kaldıǧı yerden devam edecek. Parlamentoya hemen yeni bir kanun tasarısı sunulacak. Bundan sonra eǧer saygınlıǧını geri kazanmak istiyorsa Türkiye’nin yapacaǧı tek şey var: Ermeni Soykırımı’nı tanımak. Böylece, faşizmle siyasetçisinden seçmenine kadar hastalanmış olan toplumun da rehabilitasyonu ve tedavisi başlayabilir. İşte o zaman Max Weber’in “nörotik toplumu”ndan, demokratik topluma geçis süreci gerçekleşebilir.