L. Deniz Ertuğ
15 sene evvel Atina’da Yunanca kursundaydım. Sınıf arkadaşlarım beni kapının önünde yakalamış, soru yağmuruna tutmuşlardı. “İstanbul’da bir gazeteci öldürülmüş duydun mu?” Afallamıştım. İtiraf edeyim ki Hrant Dink kim bilmiyordum bile.
15 sene evvel Ocak ayının 19’unda Atina’da Yunanca kursundaydım. Sınıf arkadaşlarımın tamamı beni daha kapının önünde yakalamış, soru yağmuruna tutmuşlardı. “İstanbul’da bir gazeteci öldürülmüş, duydun mu?”, “Kimmiş o? Ermeniymiş”, “Tanıyor musun? İstanbullu bir Ermeni gazeteci…”. Bugün o günü konuşmak istiyorum ve bizim cehaletimizi.
19 Ocak 2017 Atina
Güneşli bir Atina günüydü. Her zaman ki gibi mutlu mesut kursa gittim. Daha kurs kapısından içeriye henüz girmiştim ki Norveçli bir sınıf arkadaşım “Deniz, İstanbul’da bir gazeteciyi vurmuşlar. Haberin var mı?” diye sordu. Afallamıştım. Yurtdışında belli bir süre kalanlar bilirler siz ne kadar istemeseniz de Avrupalılar sizi ülkenizin temsilcisi olarak görmeye pek bayılıyorlar. Sanki o an Türkiye’yi temsilen oradaymışım gibi sorular birbiri ardına gelmeye başladı. “Ermeni bir gazeteciyi vurmuşlar”. “Güpegündüz İstanbul’da”. Sonra Fransız bir sınıf arkadaşım “Ermeniler Türkiye’de tehdit altında” gibi şeyler söyledi. Anlayamamıştım. Ermeniler Türkiye’de tehdit altında mı?
Mesele düşündüğümden daha derindi. Derse girmeden biraz vaktim vardı, hemen haber sayfalarına baktım. Pek bir şey anlayamamıştım. İtiraf edeyim ki Hrant Dink kim bilmiyordum bile.
19 Ocak günü bu sorulara veremediğim cevaplarla geçti. Fakat çok utandığımı hatırlıyorum. “Niçin benim ülkemde bir gazeteci güpegündüz vurulup öldürülüyor? Nasıl olabilir böyle bir şey? Niçin böyle haberlerle gündemdeyiz? Oysa Türkiye’den ayrıldığımda bazı şeyler sanki değişiyor gibiydi”. Böyle düşüncelerle akşamı zor ettim. Ondan sonraki birkaç gün daha sorulara maruz kaldım ama sonra herkes konuyu unuttu gitti. Ben unutmadım; hayatım değişti.
Atina’da yaşamaya devam
O günden sonra Hrant Dink kafamda bir mesele haline gelmişti. Kimdi Hrant Dink? Neden öldürülmüştü? Hemen her gün kurstan döndüğümde oturup bu konuları araştırmaya başladım.
Mühendislik fakültesinden yeni mezun olmuştum. Şimdi nasıl bilmiyorum ama o dönemde her fakültede inkılap tarihi dersi zorunlu olarak iki dönem boyunca okutuluyordu. O ders bünyesinde bana “1915 Ermeni tehciri” başlıklı bir ödev verilmişti. O zamana kadar Ermenilerin tehcir edildiğinden haberim olmadığı gibi, tehcir kelimesinin anlamını dahi bilmiyordum. Dersi veren profesör-şurada adını anmaya değmeyecek bir insan olduğu için yazmayacağım-, güya tarihçiydi ama bana konuyla ilgili kaynakları özgürce seçme ve araştırma hakkı dahi tanımamıştı. Kaynak listesini vermiş, “Bunlardan yaz getir” demişti. Zorla ders alan her lisans öğrencisi gibi kaynaklar ne yazıyorsa onlardan özetleyip ödevi tamamladım, teslim ettim. Ödev bitti, dersten geçildi, tehciri de unuttum gitti.
Bir iki sene sonra yüksek lisansı Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında yapmaya başlayınca azınlıklarla ilgili çok kapsamlı ve güzel bir ders almıştım. Orada da 1915’ten bahsettik ama daha çok soykırım denilir mi denilmez mi tartışmasını okumuştuk. Özellikle Osmanlı’nın modern bir devlet yapısına sahip olmadığı ve bu yüzden de soykırım yapamayacağı üzerine bazı “ünlü” sosyal bilimcilerin teorilerini incelemiştik. Bu konu benim için bu perdede kaldı. Böylece Yunanca öğrenmek için Atina’ya gittiğim o ay içinde Hrant Dink öldürülmese muhtemelen “Ermeni meselesi” hayatıma tekrar girmeyecekti.
Vanlı değil misin? Ermenisin
O Ocak ayında (o Ocak bir türlü bitmiyordu) Yunanistan’daki arkadaşlarımla kahve içmeye gittiğimizde bu konu henüz sıcak olduğundan yine ara ara soru bombardımanı geliyordu ama bu kez işin rengi değişmişti. Bana daha derin konuları, soykırım iddialarını, tehciri, 1915’i sormaya başlamışlardı. Yunan arkadaşlarımın benden daha fazla şey bildiğini hatta benim hiçbir şey bilmediğimi farkedip utanmıştım. Bir Türk olarak soykırım yaptığımızı kabul edemezdim. Onları ikna etmeye çalışıyordum ama boşuna.
Bir gün Kostas, Marios ve ben kafede otururken, nereden çıktıysa Kostas “Mario biliyor musun Deniz’in ailesi Vanlı” dedi. Marios birdenbire gülerek “Demek ki Ermenisin” dedi ve ellerini çırparak bir şarkı söylemeye başladı.
“Και τοΜους και το Βαν
κιόλα τα λιβάδια
Αρμενία μάνα μου,
τώρα είναι άδεια”
diye bir şarkı. Ne olduğunu önce anlayamadım. Meğerse Yunan bir şarkıcının Taşnak şarkılarından derlediği albümden bir şarkıymış. Orada Muş ve Van’dan bahsediliyor, Van denilince çocuğa serbest çağrışım yapmış. Birinin nereli veya kim olduğunun tabii ki bir önemi yok ama bunu anlatmak istedim çünkü Avrupalı yaşıtlarımın o dönemde hem Ermeniler hem de Osmanlı tarihindeki bazı olaylarla ilgili benden daha fazla bilgili olduklarını çok açıkça gösteren bir andı.
Sonra hayatım boyunca hangi Yunan arkadaşımla konuşsam Vanlı olduğum konusu açıldığında “Ermeni olmalısın” demesine alıştım diyebilirim. Kafalarında böyle bir imaj olduğunu böyle öğrendim. Bu durum beni hem kendi ailemi hem de tarihi araştırmaya daha çok itti diyebilirim.
O bölgede doğmuş bir ailenin çocuğu olarak 1915’e dair hiçbir şey bilmiyordum. Yani evet Ermenileri bir yerden bir yere göndermişlerdi duymuştum. Bu arada Van’daki Zeve şehitliğinden bahsedilirdi, duyardım. Taşnak çeteleri insanları öldürmüşler, konuşulurdu. Ama ben zaten Van’a hiç gitmemiştim, ailem de neredeyse son 50 senedir gitmemiştir, bu yüzden bölgede ne konuşuluyordu bilemiyordum.
İlginç bir nokta da, İstanbul’da doğup büyüdüğüm ve ailemin en yakın arkadaşları Ermeni olduğu halde bu konuyu bir kere dahi konuştuklarını duymamıştım. Sol görüşlü bir çevrede dahi konuşulmadığından pay biçerek toplumun geniş kesimlerinin durumunu oradan düşünebilmek mümkün. Okulda da anlatılmıyordu. 1915’le ilgili hiçbir şey bilmiyorduk. Sonra bir gün yurtdışına çıkıyorsun, bir Ermeni gazeteci öldürülüyor, sen kendi tarihinin yükünün altında kalıyorsun.
El aleme çerez olmak
Bu ne demek aslında? Türk çocukları seçmece bir tarihle yetişiyorlar demek. Hele benim gibi Batılı tarzda bir eğitim alan ve hayatında Ankara’nın doğusuna geçmemiş birisi özel bir ilgisi de olmasa belki de tehciri detaylı olarak hiç incelemeyecek demek. Belki kiminiz “Bu senin kendi cehaletin” diyebilirsiniz. Ama inanın ki değil. Bugün “1915 nedir?” diye sorsak ezici bir çoğunluk Ermeni çeteler Müslümanları öldürdü diyecekler. Öldürdüler öldürmesine ama 1915 o değil. Ayrıca 1915 kararı çetelere değil, sivillere uygulandı. Bu süreci bütünüyle anlatan bir bölüm var mı tarih kitaplarımızda?
Bu kararı o dönemde Osmanlı meclisi tartışıyorken, bizim tartışamıyor olmamız ve hiç böyle bir şey yokmuş gibi yaşamamız bana çok can yakıcı geliyor. Müslümanların yaşadıklarını bir kenara atalım demiyorum. Bu topraklarda herkes acı çekti, benim babaannemin ailesi de kaçmak zorunda kalmış tam da o süreçte Halep’te doğmuş. Ama acıları paylaşalım diyorum sadece bu yüzden de kendi ailemi anlatıyorum.
Geçen sene Times of Israel’de “Türkler, Kürtler, Ermeniler, Yahudiler” başlıklı bir yazı yazmıştım. Çok beğenilmiş, tartışılmıştı. Özellikle Ermenilerden çok yorum gelmişti. Orada söylediğimi burada bir kere daha ifade etmek istiyorum. Aslında bizim gibi “Batılı sayılmayan” halkların ölümlerinin Avrupalıların gözünde pul kadar değeri yok. Fransız parlamenterlerin, Alman aktivistlerin, Belçikalı insan hakları savunucularının inanın umurunda falan değil. Bu coğrafyada kendi çıkarlarına bir tasarım yapma ihtimali olmasa, Ermeni mi Türkü öldürmüş, Kürt mü Ermeni’yi öldürmüş, yoksa hepsi mi birbirini öldürmüş umurlarında olmaz. Her şey bir büyük oyunun parçasından ibaret. Bizim acılarımız, bizim kayıplarımız onların masasında çerez olarak yenilip içiliyor. En çok bu dokunuyor bana. Kendi kendimize konuşamamamız, iki tane Avrupalının mürebbiye gibi başımıza dikilip “Evet Agop anlat bakalım soykırımda kimleri kaybettin?” “Evet Mehmet sen de bu insanları hep katlettin değil mi?” demesi.
Son söz: Dink’in mirası
Türkiye’de şu an öyle bir iklim yok. Bunun farkındayım ama inanıyorum ki taşlar yerine mutlaka oturacak zamanla. Ülkemizin tarihi çok çalkantılı, sıkıntılı dönemlerle dolu. Yeniden konuşabileceğimiz günler gelecektir. Biz bu güzel ülkenin sahipleriyiz, acılarımızı, kızgınlıklarımızı, kayıplarımızı, gözyaşlarımızı paylaşacağız, konuşacağız. Her şey çözülmeyecek belki ama yol kat edeceğiz.
Hrant Dink ölümüyle benim hayatımda çok büyük değişiklik yaptı. Türkiye’ye döndükten sonra okula devam ettim ve o zamanlar Taksim’de Agos satılan bir bayii vardı. Oradan Agos almaya başlamıştım. Herhalde Türk basın tarihinde bu kadar entelektüel bir kadronun yazı yazdığı başka bir mecra görülmemiştir. Hatta daha sonra bir senelik üyelik dahi yaptırmıştım. Sonra zaman geçti, yüksek lisansımı tamamladım ve Agos’ta yazı yayınlama şansım dahi oldu. Keşke Hrant Dink yaşarken de tanıyor olsaydım diye düşündüm. Keşke bu kadar meraksız yaşamasaydım.
Elbette onu sevenlerin, şahsen tanıyanların acısı dinmiyorken, böyle şairane sözler yazmak yabancı birisi olduğum için çok konforlu bir şey. Olur da bu yazıya rastlarlarsa acılarını küçümsediğimi düşünüp, beni yanlış anlamasınlar. Ama Hrant Dink’in en büyük mirası bu bence. Benim gibi 1915’le ilgili fikri olmayan bir gence farkındalık kazandırdı. Biliyorum ki ben tek kişi değilim. O dönemden beri yüzbinlerce genç şu an sadece 1915’i değil, pek çok başka tarihsel yarayı konuşuyor. Düşünsenize o ölümüyle, bizi konuşabileceğimize ikna etti, geçmişteki sorun yumaklarını çözebileceğimize ve umudu kaybetmememiz gerektiğine bizi inandırdı. Dediğim gibi haince katledilmeden evvel hiç tanımadığım bir gazeteci, benim kendi iç yolculuğumda çok derin farklılıklar yaşamama önayak oldu. Bu belki benim için bir teselli olabilir. Ailesine ve sevdiklerine Allah sabırlar versin. Hrant Dink nurlar içinde yat.
Kaynak: Politik Yol