Fehim Taştekin
“Garê düştü, iş bitti” dedi.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan dedi. Lebâleb bir kongrede. Anaların acıları sağılırken; siyaset pek zifiri, katranımsı.
Düşen Garê ateşidir; 13 asker ve polisin baba ocağına.
Düşen izandır, insaftır, insanlıktır; pespaye bir siyaset uğruna.
Türk askeri operasyondan sonra tamamen çekildi. Garê, PKK’nin lojistik, eğitim ve sağlık üssü olarak orada duruyor. Düşen nedir? Bombardımanın yol açtığı hasar ve kayıplardan çıkarılabilecek sonuç bu mudur?
Kendisinin sorumlu olduğu başarısız bir operasyonun bedelini muhalefete ödettirmenin derdinde; 13 rehinenin tutulduğu o katmanlı mağaraları bir siyasal iklim olarak Türkiye’ye taşıyor.
Barış sürecinin gömülüp savaştan yana kararın verildiği 2015’ten beri tekrarlanan fecaatin siyasal getirisi daha ne kadar garantide bilmiyoruz fakat Garê’den çıkan 13 cesetle içerde ve dışarda kapıları zorlayabildiği kadar zorluyor.
Bunlardan biri de Beyaz Saray kapısı. ABD Dışişleri’nin “eğer doğrulanırsa” şartına bağlanmış kınama mesajı tam anlamıyla Joe Biden yönetiminin Türkiye ile ilişkileri nasıl bir zemine oturttuğunun açık göstergesiydi. Sehven değildi; kasti bir gaftı. İlişkileri ‘güvensizlik’ ile tanımlayan süreç daha da belirginleşiyor. Bu tür bir güvensizlik Erdoğan açısından çok tedirgin edici.
Erdoğan öyle bir yüklendi ki iki ülke arasındaki ortaklığın selameti için Joe Biden’dan geciken o telefon illaki gelecekti, gelmeliydi. Böylece temas kurulacak, sözler söylenecek ve ister istemez bir al-ver sürecine girilecekti. O hukuk oluşmadı bir türlü! Biden yerine Dışişleri Bakanı Antony Blinken, mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu’nu aradı, “Ölümlerde PKK’lı teröristler sorumluluk taşıyor” görüşüyle gerilimi şimdilik savuşturdu. Ama kaçarı olan bir ifadeyle! Erdoğan “Teröristlere yardım edemezsiniz” kabilinden çıkışlarla peşinen Biden’ı olabildiğince sıkıştırmaya, elindeki kozların etkisini düşürmeye çalışıyor. Erdoğan’ı kara kara düşündüren ilave S-400 yaptırımları ve Halk Bank davasından gelecek cezalar var. Restleşmeyi PKK üzerinden bir gerilim hattı açarak sürdürmek iç siyaseti çeviren boyutlarıyla birlikte tercihe şayan. Görüyoruz ki Amerikan güçlerinin YPG/SDG ile ortaklığı, Erdoğan’ın çok rahatlıkla “teröre destek” olarak resmedip ABD’yi tercih yapmaya zorlayacağı bir alan. O yüzden Garê’deki fiyaskoya rağmen sınır ötesi harekât arayışları bitmeyeceğe benziyor.
Erdoğan ilk açıklamasında Şengal’i de içine alacak operasyonlar için kararlılık gösterisini sürdürdü. Bu operasyonları içerde satmakta zaten zorlanmıyor. Başarıyı da hezimeti de muhalefete vurmak için kullanıyor.
Önceki günkü ikinci konuşması sınır ötesi vaatlerle yüklüydü; “Gara sınırlarımızın ötesinde güvenli alan oluşturma kararlılığımızı pekiştirdi. Harekâtlarımızı önümüzdeki dönemde tehlikenin olduğu yerlere doğru genişleteceğiz… Güvenli hale getirdiğimiz yerlerde ne kadar gerekiyorsa o kadar kalacağız” dedi.
Erdoğan devletin karanlık tarafında işleyen bütün kodlara siyasallık, toplumsallık ve bütün kurumların iştirakiyle operasyonellik kazandırıyor. Bu minvalde giden her şeyin, hükümette kayyum pozisyonundaki MHP lideri Devlet Bahçeli’ye bağlanması ciddi sapmalar içeriyor. Erdoğan özüyle, sözüyle; duruşuyla, icraatıyla hercümerç olmuş bir siyasetçi. Olup bitenin her zerresinden sorumlu. Şimdi oturup dününden bugüne ‘hayırlı’ sayfalar cımbızlayıp “barış için muktedir” bir lider profili çıkarmak boşuna, hatta zavallıca.
Erdoğan durmayı düşüş olarak algıladığı sürece sınırların ötesinde operasyonları sürdürecektir. Bütün anlatı Türk ordusunun paletleriyle ezdiği komşu topraklarında istikrar efsanesi üzerine dönüyor. Başından beri Amerikalılara da bunun ortak hedefler için ne kadar değerli olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. Fırat’ın doğusu için Donald Trump’a yaptığı gibi eğer bir al-ver dengesi sayesinde Biden’da ufak bir boşluk yakalanırsa planda martın ikinci yarısında şöyle enine boyuna Şengal’e dalmak var. Sonra Fişhabur-Rabia arasında sınır hattına jandarma kesilmek, YPG-SDG güçlerini doğudan kuşatmak, yine bir yeşil ışık gelirse oradan Suriye’ye yürümek, Kürtlerin özerklik hayallerini bu şekilde darmadağın edip Şam ve Moskova ile yeniden pazarlığa oturmak. Daha elde var “Suriye Ulusal Ordusu”. O koz da Bilad-ı Şam’ın yeniden dizaynında tepe tepe kullanılacak. Amerikalılara dönüp dolaşıp kıymetli seçenek diye gözlerine soktukları bir varlık da bu.
Tabii sadece Erdoğan değil Biden’la yeni bir sayfaya hazırlanan başkaları da var.
Önceki yazımda Şengal’e operasyon tehdidinin nasıl Şii milis güçlerini harekete geçirdiğini anlatmıştım. Haşd el Şaabi’nin Şengal’e üç tugay çıkarması hem Türkiye’nin müdahale planlarıyla hem de ABD’nin askeri üslenmede ağırlığı Kürdistan’a kaydırma niyetiyle alakalı. Türkiye, Bağdat ve Erbil’e ‘Şengal’e birlikte gidelim’ diye operasyon seçenekleri sunarken hem Ankara hem Washington’ı rahatsız edecek karşıt bir hamle gelişiyor. Iraklılar Türkiye’nin planlarıyla ilgili ziyadesiyle kuşkulu ve tepkili ama İran etkisi de dışlanamaz.
Her taraf Biden’la karşılaşmadan önce koşulları değiştirmenin derdinde. Suriye tarafı da karıncalanıyor. Terör örgütleri listesindeki Heyet Tahrir el Şam’ın lideri Ebu Muhammed el Colani, Amerikalı gazeteci Martin Smith’e takım elbiseyle poz veriyor. Yeni imaj, Batılılara “IŞİD ve El Kaide ile olan geçmişime takılmayın lütfen, ben sizin adamınız olabilirim” diye fısıldıyor. Zaten bir NATO gücü bunlara koruma sağlıyor! Korkulacak ne var! Belki yanlışlıkla BM’nin terör örgütleri listesine girmiştir, bir ümit düzeltilir! Erdoğan bunun “yanlış” olduğunu söylememiş miydi?
New York Times gazetesi de “Türkiye, Suriye’ye askeri güçlerini gönderdiğinde yaygın bir şekilde eleştirildi ama bugün askerleri milyonlarca Suriyeli ile Esad güçlerinin eliyle olası katliam arasında duruyor” diye Türk askeri varlığına güzelleme yapıyor. Birden bire 2011-2012’de Türkiye’yi daha fazla elini taşın altına sokmaya teşvik eden yalan-dolan yazıları anımsıyoruz.
Sonra Suriye ordusundan ayrılmış askerler 2011’de olduğu gibi birden bire Manaf Tlass liderliğinde yeni bir askeri konsey oluşturup “Geçiş süreci için alternatif arıyorsanız buradayız” diye Biden’ı selamlıyor. Bir de “Askeri konsey olmadan Esad sonrası dönemde istikrar olamaz” diye akıl veriyorlar.
Biden’ın önünde Suriye dosyası kaçıncı sırada bilen yok. Ama herkes şimdiden zar atıyor. Kime ne çıkarsa! Biden’ın coğrafyanın bu tarafına dönük mesaisinin bir türlü başlayamaması sanki biraz da meselelerin çetin bir çıkmazda olmasından kaynaklanıyor.
Biden’ın Erdoğan’la bir al-ver sürecine girmesi, Suriye’de pozisyon değişikliğini gerektiriyor ki bu sadece Kürtlerle bağlantılı bir durum değil. Şu anda Fırat’ın doğusunda Kürtlerle ortaklık sayesinde zemin bulmuş Amerikan varlığı her şeyden önce korsan saldırılarını sürdüren İsrail’e hizmet ediyor. Diğer taraftan Trump zamanında Suriye’de kalmaya gerekçe yapılmış “İran’ın kollarını kesme” hedefi, Tahran’la müzakereden yana bir rotaya rağmen hâlâ geçerli. Beri tarafta ABD artık Rusya’yı sadece Karadeniz değil Akdeniz’de de karşılamak zorunda. Rusların ağır bombardıman uçaklarını da konuşlandırdığı Hmeymim üssü Suriye’yi çok aşan bir stratejik kurguyu barındırıyor. Suriye yönetimi üzerinde baskıyı sürdürüp Rusya ve İran’ı dengeleme-önleme siyasetinde devamlılık varsa Biden da belirsiz sonuçlar için taşları hızlıca yerinden oynatmaktan kaçınabilir.
Durum buyken yerelde alternatif ortaklıklar geliştirmeden Biden’ın makas değişikliğine gitmesi zor.
Tabii bir de Rus gerçekliği tam orada sırıtıyor. O gerçeklik dün Soçi’de Astana formatında düzenlenen 15’inci toplantıda Suriye’nin toprak bütünlüğü ile egemenliğine bağlılık ve terör örgütleriyle mücadele taahhüdünün yinelendiği ortak bildiriyle kendini hatırlattı.
Bu hamlelerin yarını yok. Bunlara strateji demek de zor. Sınır ötesi harekatlar için öne sürülen hedefler gerçeklikten kopuk. Yine de durmak yok! Kimse nefes alamasın. İçten içe patlayan bu atılganlığı gücün olgunlaşması ya da özgüvene bağlamak da akla zarar. Çok boyutlu bir tükenmişliğin kışkırttığı aşırı eylemsellik bu. Gidişat rotasız, plansız, olabildiğince savruk. Her şey çok biçimsiz; yarınsız!
Kaynak: Gazete Duvar