Diyarbakırlılardan ‘Evet Kürtlerin hediyesi’ diyenlere: “Sur’daki bir ‘Hayır’ oyu yüz ‘Hayır’a bedeldir”

[ A+ ] /[ A- ]

Nurhak Yılmaz
Gazetekarinca.com

Muhalefetin ‘şaibeli’ dediği referandumun ardından “Evet Kürtlerin hediyesi” şeklinde bazı yorumlar söz konusu. Peki, yasak ve operasyonlarla en büyük yıkımın yaşandığı Sur’da halk bu ‘yoruma’ ne diyor? Nurhak Yılmaz sandık başından sokağa uzanan Diyarbakır izlenimini yazdı. Bir HDP çalışanı referandum sürecindeki baskıları “HDP Sur İlçe teşkilatında tutuklanmayan toplam 10 kişi ya var ya da yoktu. Yine de 248 köye ulaştık. Gücümüzün yettiği kadar çalıştık” sözleriyle özetlerken buna rağmen sandıktan çıkan ‘Hayır’a dikkat çekiyor. Surluların “Evet Kürtlerin hediyesi” yorumuna yanıtları ise özetle şöyle: “Sur’daki bir ‘Hayır’ oyu yüz ‘Hayır’a bedeldir”.

Diyarbakırlılar 16 Nisan günü, en az 7 Haziran sabahı kadar heyecanlı, endişeli ve sonucu merak eden yüzlerle sandığa gitti.

Merkez ilçelerden birindeki bir okulda sandık görevlisiyim. Sandıkta görevli herkes her şeye anlam yüklemeye çok hazır.

Biz henüz oy pusulaları ve zarflarını mühürleme işlemini tamamlamadan, yani oy kullanma saati gelmeden, bir işçi sınıfın kapısında beliriyor. “İnşaatta çalışıyorum, oyumu hemen kullanayım, işe gidecem” diyor. Yüksek Seçim Kurulu’nun sandık görevlilerine verdiği eğitim, izlettirdiği videolar ve elimize tutuşturulan genelgede ısrarla ve döne döne, “zarflar ve birleşik oy pusulaları mühürlenecek, aksi halde oylar geçersiz sayılacak” denildiği için, biz bu göreve harfiyen riayet ediyoruz. Velhasıl bizim sandığa ilk oyu bir işçi atıyor. “Hayırlı olsun” diyerek işine gidiyor. Erkenden sandığa gelen vatandaş, sandık görevlileri arasında “katılım yüksek olacak” yorumuna yol açıyor.

Sandığımızın bulunduğu okul, ağırlıklı olarak göç mağdurlarının yaşadığı, gelir ortalamasının çok düşük olduğu bir mahallede bulunuyor. Erkekler sessiz ve gergin yüzlerle oylarını kullanıyor. Çoğunlukla bizimle göz teması kurmuyorlar. Kürtçe konuşuyor çoğu. Kadınların içeri girişi de oy kabinine gidişi de sınıftan çıkışı da oldukça “olaylı” geçiyor. Heyecan ve dualar had safhada. Oy kabini ile sandık arasındaki yaklaşık 3 metrelik mesafeyi dualar ve yüzlerde gülümseme ile geçiyorlar. Zarfını sandığa attıktan sonra, üzerine dua okuyup sandığa dokunan, saydam plastik kutuyu adeta kutsayan anneler az değil bizim sınıfta.

Eli ayağı en çok birbirine dolaşanlar ise gençler. “Abla heyecandan yanlış yere bastım” deyip ikinci pusulayı isteyenler, “yanlış yere” mühür bastığı için öfkelenip pusulayı yırtan gençler oluyor. “İkinci pusulayı vermemiz yasak” yanıtını alınca da bize saydıra saydıra çıkıp gidiyorlar.

OHAL koşullarında, 2 yıllık çatışma ve yıkımın ardından 16 Nisan referandumunda oy kullanma işlemi sona eriyor. Akşam olup oylarımızı sayıp adliyenin yolunu tutuyoruz bir polis eşliğinde. Adliye önünde sandık görevlileri ve polislerden oluşan çok uzun bir kuyruk var. Bir kişi telefonundan internete giriyor, “Diyarbakır’da sandıkların yüzde 90’ı açılmış diyor.” Şaşırıyoruz. Neredeyse şehrin yarısından çoğunun oyları bizim elimizdeki torbalarda ve adliye önünde beklerken oluyor bu. Kuyrukta beklerken sağımız solumuzdaki polislerin konuşmaları geliyor kulağa. “Sınava girip bırakacam bu işi”, “Arkamızda biri olsaydı Diyarbakır’da ne işimiz olurdu”, “Mecburiyet olmasa çekilir mi bu iş”, “günlerdir ev yüzü görmedim” diye uzayıp gidiyor şikayetleri. Torbaları teslim ettikten sonra polisler emniyete, biz de evimize yol alıyoruz.

Tabi televizyonda görünen sonuçla, bizim gün boyu gözlemlediğimiz sonuç alakasız. Bu “alakasızlık” gece boyunca devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan henüz sandıktaki oylar sayılırken açıklama yapıyor. “Güneydoğu ve doğudaki oyların değerini bir kez daha vurgulamak isterim” diyor. Bu konuşmanın ardından televizyonlar, “Sandıktan çıkan evet, Kürtlerin hediyesi” minvalinde “analizlerle” dolup taşıyor.

“Kaybeden biz değiliz”

16 Nisan gecesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Cumhuriyet tarihimizde ilk defa tamamen sivil siyaset eliyle yönetim sistemini değiştiriyoruz” sözleri kulağımızda uyurken, 17 Nisan sabahı F-16’ların sesiyle uyanıyoruz. Biz uyurken, “HDP oy kaybetti” tartışması da epey bir yol almış. Diyarbakır’da 7 Haziran, 1 Kasım ve 16 Nisan’da kullanılan oylar “çeşitli gazeteler” ve “çeşitli uzmanlar” tarafından yeniden sayıma tabi tutulunca, biz de yönümüzü Sur’a çeviriyoruz.

Diyarbakır’da referandumu yorumlatacak yer Sur’dur diyoruz. Çünkü Sur her daim olduğu gibi yine Diyarbakır denilince akla gelen ilk yer. Ne yazık ki epey bir süredir “tarihi güzellikleriyle” değil, ağır bir bilançoyla hatırlanıyor. Sur’da ilk olarak, “HDP oy kaybetti” söyleminin muhatabıyla konuşalım diyoruz. HDP Sur İlçe Teşkilatı’ndayız. 2 kadın ve 2 erkek oturmuş sonuçları konuşuyor.

Sonuçları nasıl değerlendiriyorsunuz sorusunu, “ismimi yazmayın” diyerek söze giren bir kadın yanıtlıyor. “Vekillerimizi, belediye başkanlarımızı nasıl almışlarsa, bunu da aldılar, gasp ettiler. Ama biz zaten bu hilelerin yapılacağını biliyorduk, hiç şaşırmadık. Kaybeden biz değiliz. Biz zaten gözaltıları, her şeyi yaşıyoruz, artık batı düşünsün” diyor.

“Tankların gölgesinde çalıştık”

 

“Bize her gün OHAL” diyerek söze başlıyor odadaki iki erkekten biri. O da Sur İlçe Teşkilatı yöneticisi. Ancak ismini vermiyor ve fotoğrafının çekilmesini de istemiyor. Şöyle devam ediyor:

57 yaşındayım. Bu yaşıma kadar neler gördüm kısaca anlatayım. Köylerimiz yakıldı. Dedik biz şehre gidersek ne yapacaz? Nasıl yaşayacaz? Onlar dedi ‘biz bunları köyden çıkarırsak seslerini etmezler.’ Olmadı. Köyümüze gidip hayvanlarımıza su bile veremedik. Çocuklarımız büyüdü. Sur’da büyüdü. Sonra dediler Sur’u yıksak başarırız. Ama o da olmadı. Sur her şeye rağmen bu referandumda hayır dedi. Yani diyor ki sen Kürtsün, biz seni istemiyoruz. Biz de diyoruz ki, aynı gemideyiz, gemi batarsa hepimiz batarız.

Konuşma devam ederken yeni gelenler oluyor. Genç bir kadın. O da HDP çalışanı. Oturur oturmaz başlıyor konuşmaya;

Kürtler referandum sürecinde tarihi bir direniş sergiledi. Hangi koşullarda referandum çalışması yürüttüğümüzü bilseniz siz de böyle düşünürsünüz. Bir defa polislere, HDP’lileri engelleme konusunda tam yetki verilmişti. Ayakkabımızın rengi, giyinişimiz, elimizdeki kalemin şekli, yüzümüzdeki ifade bile engelleme için bahane yapıldı. Anons araçlarımızı arayan polisler ‘içeride bomba var mı’ diye sordu. ‘Valilikten 5 dakika önce emir geldi, bu anons aracı buradan geçmeyecek’ dediler. Fakat biz öyle büyük bir kararlılıkla çalıştık ki, hiçbir şeyden gözümüz korkmadı. Her yerde tanklar, panzerler vardı. Tankların gölgesinde çalıştık, korkmadık. Gözümüzün önünde on binlerce arkadaşımız tutuklandı, ‘biz de tutuklanırız diye korkmadık.’ İlk başta biraz korkuyorduk ama sonra insanlar öldü öldü öldü, insanlar tutuklandı tutuklandı. Biz de en son eh yeter be dedik, ne olacaksa olsun. Yaşananlara alışmadık, içimiz yanmaya devam etti ama biz aştık korkuyu. Bu süre içerisinde HDP Sur İlçe teşkilatında tutuklanmayan toplam 10 kişi ya var ya da yoktu. Yine de 248 köye ulaştık. Gücümüzün yettiği kadar çalıştık.

“Sur’daki bir ‘Hayır’ oyu yüz ‘Hayır’a bedeldir”

HDP binasına gelenlerin sayısı oldukça artıyor. Birbirimizi zor duyuyoruz. Herkes Türkiye genelinde referandumdan “hayır” çıktığını düşünüyor. Son gelen kadın bunu şöyle ifade ediyor:

İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerdeki sonuçlar zaten hayır çıktığını göstermiyor mu? Herkes bunu sormalı kendine. Vicdanlar rahat olmamalı. 16 Nisan’dan önce 5 bin Sur’lu İşkur üzerinden işe alınmış, köylerde yaklaşık 700 kişi mahalle bekçisi olarak işe alınmış. 15 köyde korucu alınmış. Hatta seçim günü, her evet başına insanlara 150 TL verildiği iddiası dolaşıyordu etrafta. Gözümüzün önünde para yardımları akıyordu. Seçim günü bir sürü insan yanıma geldi gizlice. Okulların her yerine kamera yerleştirilmiş, eğer hayır oyu verirsek bizi tutuklayacaklarmış diyenler oldu. Bu söylenti 16 Nisan’dan önce mahallede, kahvede ve sokakta yayılmış. Ama başaramadılar, insanlar direndi. Sur’dan başka yerlere göç edenler de gelip oy kullandı. Sur’da verilen bir hayır oyu, 100 hayır oyuna bedeldir.

“Kimse soruyor mu içeride kaç kişi var”

HDP’den çıkıp sokakta dolaşıyoruz. Tepemizden F-16’lar büyük bir gürültüyle geçmeye devam ediyor. Bir esnafla konuşmak için gürültünün geçmesini bekliyoruz. “Referandum sonucu hakkında ne düşünüyorsunuz” sorusuna bir sürü soruyla yanıt veriyor esnaf:

Soruyor musunuz acaba geçen yıl burada kaç ay çatışma yaşandı? Kimse soruyor mu kaç insan öldü veya evi yıkılan insanlar sandığa gidebildi mi? Veya kimse soruyor mu tutuklanan on binlerce insan oy kullanabildi mi? İnsanlar 60 gündür açlık grevinde, haberiniz var mı? Azalan HDP oyları varsa gidin orada arayın. Öldüler, tutuklandılar. Bence hayır yüzde 55’tir.

Başka bir esnaf ise, bölgede “hayır” oylarının yüksek çıkmasından şikayetçi. “Ben daha fazla evet çıkmasını beklerdim. O kadar şey oldu, insanlar gözünü açmıştır diye düşünüyordum. Ama hayır verdiler. Üzgünüm” diyor.

Halme Akyol, geçen yıl Sur’da yaşanan çatışmalarda oğlunu kaybetmiş. Daha doğrusu, “Sur’dan çıkmadı, halen de haber almış değiliz. Kayboldu” diyor oğlu 16 yaşındaki Şeyhmuz Akyol için. Geçen yıl çatışmalar devam ederken, diğer ailelerle birlikte aylarca beklemiş. Ancak sonuç alamamış. “Referandum için ne diyorsunuz” sorusuna, “Sur’da hayır çıktı. Evet verenler annelerin üç dört yıldır yaşadığı acıyı görmezden geldi. Bizim derdimizi boşver, Taybet anneyi, Cizre’yi nasıl unuturuz? Ancak vekillerimizi, bizi temsil eden insanları cezaevinden çıkarırlarsa, haklarımızı bize verirlerse evet deriz” diyor.

“Evet Kürtlerin hediyesi” yorumuna özetle Diyarbakır’ın Sur’unda vatandaş böyle yanıt veriyor. Bu ifadeler, kelimenin gerçek anlamıyla kan ve ter içinde seçime giden Diyarbakırlıların, yaralarına bir kez daha “sandıkta” merhem aradığını gösteriyor. Bir de yara bere içinde de kalsa, iradelerine saygı istiyorlar.