Dink Cinayeti Davasının 10 Yılı

[ A+ ] /[ A- ]

 

Uygar Gültekin – Gözde Kazaz
Agos

Dink cinayeti davasının hakimlerinden biri, yargılama sırasında cinayet sürecine ilişkin ‘’Bir kitap düşünün, okumaya başladığınızda ortasına gelince sonunda ne olacağını biliyorsunuz’’ demişti. Hrant Dink’in ölüme götüren süreç tam olarak böyle tanımlanabilir.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ‘’Hiç bir cinayet Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacak’’ diyordu. Dink cinayeti o dehlizlerde kaybolacak mı bilinmez ama cinayeti tam da o dehlizlerden çıktı.

Türkiye’nin yakın tarihi siyasi cinayetlerle ve bu siyasi cinayetlerin bitmeyen davalarıyla dolu. Dink cinayeti davasının serüveniyse, diğer siyasi cinayet davalarından biraz farklı. Dink cinayetinin ardından başlayan yargılama süreci, Dink davasının da ‘bitmeyen davalar kervanına’ katılacağına dair kaygıları güçlendirmişti. Türkiye’nin siyasi ikliminde yaşanan çalkantılar, bu çalkantıların açtığı çatlaklar, Dink davasındaki sis bulutunu biraz da olsa araladı.

Dink cinayetinde dahli veya kusuru olan bazı kamu görevlileri bugün yargı önünde. Cinayete eşlik eden bazı jandarma görevlileri de yakın zaman önce tutuklandı. Öte yandan, Milli İstihbarat Teşkilatı gibi bazı kurumlar ve Dink’i hedef haline getiren bazı isimler halen yargı önüne çıkmamışken, ‘vur emri’ni kimin verdiği hala bilmiyoruz. Bu nedenle davada sis perdesi biraz olsun aralansa da hala olduğu yerde duruyor

Dink cinayetinin ardından başlayan yargılama süreci, Türkiye’nin geçmişindeki diğer bütün siyasi cinayetlerin ardından başlayan yargılamalar gibi oldu. Yargılamanın devam ettiği ilk beş yılda üç beş tetikçinin ötesine geçilmedi, soruşturma genişletilmedi. Kamu görevlilerini gösteren izlere rağmen, Jandarma, MİT ve Emniyet görevlileri, mümkün olduğu kadar dava dosyasından uzak tutulmaya çalışıldı. Yargılamanın ilk duruşmasından itibaren, Dink ailesi avukatları Jandarma görevlileriyle ilgili etkili bir soruşturma yapılmasını istese de bu talepleri kabul görmedi. Soruşturma dosyasında kayda değer tek bir işlem yapılmadı.

Bütün bu soruşturmama kararları verilirken hükümet ile ‘cemaat’ arasındaki kavga henüz başlamamıştı.

Cinayet Öncesi

“Hrant Dink Hedefimizdir”

Hrant Dink’in Agos Gazetesini kurmadan yıllar önce Türkiye’deki sol siyasi hareketler içinde yer aldığı biliniyor. Dink, muhtemelen bu hareketler içinde yer alan diğer herkes gibi devletin gözetimi altındaydı. Yıllar sonra ölümüyle ilgi yargılama devam ederken tutuklu istihbaratçı polis şeflerinden Ali Fuat Yılmazer, 70’lerden bu yana Dink’i takip ettiklerini söylüyordu.

Dink, Agos gazetesini kurduktan sonra takip edilme nedeni de, ‘kategorisi’ de değişti. Hrant Dink, uzun yıllar pasaport alamamış, yurt dışına çıkmasına izin verilmemişti. Çünkü ‘devletin hedefindeydi’; devlet tam olarak öyle tarif ediyordu. Dink öldürüldükten yıllar sonra İstihbarat Şubesinin, ‘’Hrant Dink Ermenilik faaliyetleri kapsamında hedefimizdir’’ diyerek Dink’i takip ettiği ortaya çıktı. Yazının tarihi 1997’ydi. Yani Dink öldürülmeden tam 10 yıl önce…

İlk Suikast Kaydı

Agos mütevazi yayın hayatına, Dink de gazetedeki köşesinde yazmaya devam ediyordu. İlk ölüm tehdidi devlet kayıtlarına 2003 Ocak ayında girdi. Bir ihbar mektubunda Sydney’e gidecek olan Dink’e suikast düzenleneceğine söyleniyordu.

Hrant Dink’in hedef haline getirilmesi için bahane olan ‘Ermeni Kimliği’ başlıklı yazı dizisi, 7 Kasım 2003’te Agos’da yayınlanmaya başlandı. Türkiye’de Ermeniler için her dönem oldukça zorlu olsa da, özellikle Avrupa meclislerinin herhangi birinde soykırım meselesi gündeme geldiğinde Türkiye’deki bir Ermeni için hayat daha da zorlaşıyordu. Ermenilere yönelik olarak sürekli hale gelen ve hatta devletin zirvesinin diline doladığı nefret söylemleri 2003 yılı itibariyle gittikçe arttı; koruma talep edilmesini gerektirecek duruma geldi. 2004 Ocak ayında Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob Mutafyan, İstanbul Valiliğine başvurarak Ermeni kurumlarının korunmasını istedi. Bu başvurudan iki gün sonra Agos gazetesinde Hrant Dink imzasıyla ‘Türk’ten Kurtulmak’ başlıklı yazı yayımladı.

Zorlu Yıl 2004

Yazı yayınlanır yayınlanmaz, Türk Ortodoks Kilisesi Başkanı ve daha sonra Ergenekon davası sanığı olarak yargılanan Sevgi Erenerol, suç duyurusunda bulundu. Bir hafta sonra Dink, 6 Şubat 2004’de Sabiha Gökçen’in Ermeni bir yetim olduğuna ilişkin haberini yayınladı. Bir hafta sonra ise yine daha sonra yargılanmasına neden olacak ‘Ermenistan’la Tanışmak’ başlıklı yazıyı yayımladı.

Bu yazı hakkında da Erenerol tarafından suç duyurusunda bulunuldu. Erenerol’un yanı sıra İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şubesinin amiri Avni Usta da ‘‘tetkike değer’’ diyerek Şişli Savcılığına yazıyı gönderdi.

Dink’in Sabiha Gökçen haberiyle ilgili herhangi bir suç duyurusu veya işlem yapılmadı. Yazı Agos’ta yayınlandıktan 16 gün sonra 21 Şubat 2004’te Hürriyet Gazetesinin manşetinde yer aldı. Yayının ertesi günü Genelkurmay Başkanlığı açıklama yaptı: ‘‘Milli değerlerimize yönelik bu tip yayımların ne amaçla yapıldığı Türk toplumunun büyük bir kesimince artık anlaşılmakta ve endişe ile izlenmektedir.’’

Genelkurmay’ın açıklamasının ardından Hrant Dink valiliğe çağrılarak Vali Yardımcısı ve iki MİT görevlisiyle görüşmek zorunda kaldı. MİT, Dink’in ölümünden sonra görüşme için ‘’Sabiha Gökçen ile ilgili haberlerin toplum içinde infial uyandırabileceği, duyum ve söylentilere dayanan bu haberi yayınlamanın özellikle toplumda bulunan bazı kişi ve çevrelerce çarpıtarak kullanılabileceği hususları ifade edilmiştir’’ dedi. Dink ise aynı görüşmeyle ilgili gazetesinde çıkan yazısında ‘‘haddim bildirildi’’ demişti.

Dink hakkında ardı ardında Türkiye’nin pek çok yerinden suç duyurusunda bulunuldu. Bir yandan da Agos önünde ‘Dink, öfke ve nefretimizin hedefidir’ pankartlarıyla eylemler yapılır olmuştu. 30 Mart 2004’te dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in oluruyla Dink hakkında soruşturma izni verildi, dava açıldı, yargılama başladı. Dink artık adliye önünde protesto ediliyor, adliye içinde saldırıya uğruyordu. Ergenekon davası sanıklarından avukat Kemal Kerinçsiz, duruşmalara müdahil olmak için talepte bulunuyordu. Yine Ergenekon sanıklarından emekli Jandarma Tuğgeneral Veli Küçük de bir duruşmayı izlemeye geldi ve müdahillik talebinde bulundu.

Dink hakkında, kendisi hakkında açılan soruşturmanın haberini yaptığı için bir dava daha açıldı. Ardından Reuters’e verdiği röportaj nedeniyle bir dava daha açıldı. 2006 yılı Ekim ayında, Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob Mutafyan, bir kez daha Ermeni kurumlarının korunması için Valiliğe başvurdu.

O Esnada Trabzon

Hayal, Ermenilere Kin Besliyor

Dink, kamuoyunun gündeminden düşmezken, Trabzon’da Mc Donald’s bombacısı Yasin Hayal’in Ermenilere dönük kin beslediği ve İstanbul’da eylem yapmayı planladığı bilgisi 2005 yılının Ekim ayında Emniyet İstihbaratının kayıtlarına girdi. Bilgi, Trabzon’da polis muhbiri olan Erhan Tuncel’den geliyordu. Hayal’in organize bir suç örgütü içinde yer alan şahıslara irtibatlı olduğu ve TNT bombası aradığını da İstihbarat Şubesi polisleri 2006 yılı Ocak ayı itibariyle biliyordu.

5 Şubat 2006’da Trabzon’da yaşayan Rahip Andrea Santoro, görev yaptığı kilisede öldürüldü. Santoro’nun öldürülmesinden 10 gün sonra, 15 Şubat 2006’da “Yasin Hayal’in İstanbul’a giderek ne pahasına olursa olsun Hrant Dink’i öldüreceği” bilgisi Trabzon İstihbarat Şubesi polisleri tarafından kayıt altına alınmıştı bile. Bu bilgi Ankara Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı ve İstanbul Emniyet İstihbarat Şubesi’ne gönderildi.

Trabzon’da Emniyet İstihbarat, “Yasin Hayal’in Dink’i öldürmekten vazgeçmediğini” rapor etti. Aynı raporda Hayal’in dinlendiğini bildiği için telefon kullanmayı bıraktığı da belirtiliyordu.

Bu bilgiden sonra Yasin Hayal’den bilgi getiren polis muhbiri Erhan Tuncel, muhbirlikten çıkartıldı.

Hrant Dink 19 Ocak 2007’de katledildi.

Dink katledildikten hemen sonra dönemin İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu, İstanbul Valisi Muammer Güler ve İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, kameraların karşısına geçti. Cerrah, ‘’Bu iş örgüt işi değil, milliyetçi duygularla birkaç kişi tarafından işlenmiş’’ açıklamasını yaptı.

İlk Yargılama: Dalganın En Büyüğü

Dink’in öldürülmesiyle ilgili olarak ilk yargı süreci Nisan 2007’de başladı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 18 kişi yargılanıyordu. İlk duruşma 2 Temmuz 2007’de görüldü. Dink Ailesinin avukatlığını yapmak için 500’e yakın avukat başvurdu. İlk duruşmada polis muhbiri Erhan Tuncel, Dink’in öldürüleceği bilgisini istihbarat görevlilerine verdiğini söyledi. Yargılamanın daha ikinci duruşmasında, Erhan Tuncel’in söylediği raporlar mahkemeye ulaştı. İkinci duruşmadan itibaren, bugün devam eden soruşturmanın en önemli isimlerinden biri olduğu kabul edilen Trabzon Jandarma İstihbarat görevlisinin Veysel Şahin olduğu biliniyordu. Şahin, cinayetten 9 yıl sonra tutuklandı.

Yargılama devam ederken Dink ailesi avukatları, İstanbul ve Trabzon’da görevli olan, aralarında Cerrah’ın da bulunduğu kamu görevlilerinin yargılanması için başvurularda bulunmaya başladı. Trabzon ve İstanbul Valilikleri, soruşturma izinlerini vermedi, Bölge İdare Mahkemeleri avukatların itirazlarını reddetti.

Mahkeme, İstanbul Valiliği’ne, Valilik makamında Dink’le yapılan görüşmeye dair bilgi sordu. Valilik uzun süre mahkemenin bu sorusunu yanıtlamadı. MİT yıllar sonra görüşmeye katılanların MİT Bölge Başkanı Özel Yılmaz ve MİT görevlisi Handan Selçuk olduğunu soruşturma makamlarına bildirecekti. Özel Yılmaz, Savcılığa verdiği ifadesinde, dönemin MİT müsteşarı Şenkal Atasagun’un talebi üzerine Dink’le görüştüklerini söyledi.

8 Ekim 2007’de Savcılık, açık olan soruşturma dosyasına ilişkin gizlilik kararı aldırdı. Böylece soruşturma dosyası Dink ailesi avukatlarına da kapatılmış oldu.

Cinayet sonrasında tetikçi Ogün Samast’ın Samsun’da polislerle ve Türk bayrağıyla çektirdiği fotoğraf ortaya çıktı ve çok tartışıldı. 30 Ekim 2007’de Samsun’da Ogün Samast’a kahraman muamelesi yapan polis memuru hakkında dava açıldı. Öte yandan Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı da Trabzon’daki Jandarma görevlileri hakkında soruşturma başlattı. İddianame hazırlandı ve 2008 Nisan ayında Trabzon’daki Jandarma görevlileri hakkında dava açıldı. Dava açılanlar arasında Jandarma Alay Komutanı Ali Öz de bulunuyordu. O dosyada yargılanan Öz ve diğer Jandarma görevlilerinin tutuklanması için de daha 9 yıl vardı.

Dink ailesi avukatları, İstanbul 14. Ceza Mahkemesi ve İstanbul Savcılığı’na, Trabzon ve Samsun’da devam eden yargılama ve soruşturmaların ana davayla birleşmesi için dilekçe verdi. Dilekçelerin hepsi reddedildi. Soruşturmaların tamamının İstanbul Cumhuriyet Savcılığında birleştirilmesine de daha 9 yıl vardı.

Avukat Fethiye Çetin, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden yargılamalarla ilgili ‘‘ Dalga geçtiler’’ demişti. Yargılama boyunca sanık avukatları Hrant Dink’e ve Dink ailesine hakaretler etti. Daha sonra Ergenekon Davası sanığı olan Fuat Turgut, bu nedenle mahkemeden kovuldu.

7 Temmuz 2008’de davanın sanıklarından, azmettirci Yasin Hayal’in eniştesi Coşkun İğci, mahkemede verdiği ifadesinde, “Dink’in öldürüleceğine dair bilgiyi Jandarma İstihbarat’a verdiğini” söyledi.

Dava devam ederken Devlet Denetleme Kurulu, Başbakanlık Müfettişleri ve İçişleri Bakanlığı Müfettişleri kamu görevlileriyle ilgili inceleme yaptılar; kamu görevlilerinin bir kısmı için soruşturma açılması gerektiğine kara verdiler. İnceleme yapan müfettişlerin bir kısmı şu anda tutuklu bulunuyor.

2008’in Ekim ayından itibaren Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi görevlileri mahkemede tanık olarak dinlenmeye başladı. Tanık olarak ifade veren polisler, “Dink’in öldürülmesine dönük somut bir istihbarat veya faaliyet olmadığını” iddia ettiler. Bu polis memurları şu anda davada sanık olarak yargılanıyor.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlileri, soruşturma ve yargılama süreçlerinin dışında tutuldular. Dink ailesi avukatları, Cerrah’ın da aralarında bulunduğu İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlisi polislerin ve Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı görevlisi polis memurlarının tanık olarak dinlenmesini istedi. Mahkeme heyeti talepleri reddetti. O polislerin sanık olarak yargılanması için de 9 yıl geçmesi gerekti.

Görülen 25 duruşma boyunca kamu görevlilerin mahkemeye gelmesi yönündeki bütün talepler reddedildi. Yargılama makamının gönülsüzlüğü, resmi kurumların ve bürokrasinin direnciyle birleşince etkili ve kapsamlı olmaktan uzak, görünürde bir yargılama faaliyeti yürütüldü. Bu süreçte her kurum, adeta güçlü bir irade tarafından kurgulanan bir oyunda kendisine biçilen oyunu oynadı. Cinayeti önleme konusunda belirleyici görevi ve işlenmesinden dolayı sorumluluğu olanlara ‘dokunulmadı’.

Hakim Rüstem Eryılmaz’ın başkanı olduğu mahkeme, bu 25 duruşma sonrasında, 17 Ocak 2012 günü kararı açıkladı; “örgüt yoktur” dedi. Mahkeme, Cerrah’ın ilk gün söylediği gibi cinayetin üç beş gencin işi olduğuna karar verdi. Dink ailesi avukatlarından Fethiye Çetin mahkemenin kararını ‘’ Dalganın en büyüğünü sona saklamışlar’’ diye değerlendirdi.

Kırılma Noktaları

Dink cinayeti davasındaki en büyük kırılma noktası, bugün ‘FETÖ’ olarak adlandırılan Fetullah Gülen Cemaati ile hükümet arasında başlayan kavga oldu. Kavga başladıktan sonra, cemaatçi olduğu iddia edilen polisler de soruşturma konusu olmaya başladı. Ancak bu kavga devam ederken ortaya çıkan bazı mahkeme kararları da yargılamada biraz olsun yol alınmasını sağladı.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yargılaması devam ederken, yargılama sürecinin uzaması ve etkisiz olması nedeniyle Dink ailesi avukatları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. AİHM, usulen koyduğu “iç hukuk yolları tükenmelidir” şartına bir istisna yaptı ve Dink cinayetiyle ilgili iç hukuk yolları devam ederken, 10 Şubat 2010’da kararını açıkladı. Türkiye’yi mahkum eden AİHM’in mahkumiyet kararında, kamu görevlilerine ilişkin etkin soruşturma yapılmadığı belirtiliyordu. Böylece kamu görevlilerinin soruşturulması yönünde önemli bir karar alınmış oldu. AİHM kararını veredursun, İstanbul’daki yerel mahkeme yargılamaya devam ediyordu.

12 Kasım 2012’de Dink ailesi avukatları Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulundu. İki yıl sonra, 17 Temmuz 2014’te Anayasa Mahkemesi Dink cinayeti davasında ihlal kararı verdi.

13 Mayıs 2013’de Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Dink cinayeti davasında İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararı bozdu; “örgüt var” dedi ve dosyayı yerel mahkemeye gönderdi.

2013 yılının Nisan ayında ‘dördüncü yargı paketi’ olarak anılan yasal değişikler yapılırken, Dink cinayeti davasını da yakından ilgilendiren önemli bir düzenleme yapıldı. AİHM tarafından etkin soruşturma yürütülmediğine karar verilen davalarda, soruşturma açılmasına olanak sağlandı. Bunun üzerine, Temmuz 2013’te Dink ailesi avukatları, Trabzon Emniyet, Jandarma, İstanbul Valilik ve Emniyet görevlileri hakkında soruşturma açılması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuruda bulundu.

28 Kasım’da İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve cinayetle ilgili soruşturma açılması istenen diğer isimlerle ilgili soruşturma izni vermedi. 22 Ocak 2014’de Bölge İdare Mahkemesi de bu kararı onayladı. Neticede 21 Şubat’ta da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, ‘kovuşturmaya yer olmadığı’ yönünde karar verdi.

21 Mayıs 2014’te Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kovuşturmaya yer olmadığı yönündeki kararını kaldırdı. Mahkeme AİHM kararına ve dördüncü yargı paketinde yapılan yasal değişikliğe dikkat çekti. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, bunun üzerine mahkemenin verdiği kararın ‘kamu yararı için’ bozulması talebiyle 4 Haziran’da Adalet Bakanlığı’na başvurdu. Bakanlık, savcılığın talebini reddetti. Böylece, yıllarca korunan kamu görevlileri için adliye yolları göründü.

İlk Tutuklama

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, mahkeme kararlarının ardından, yıllardır hiçbir ciddi gelişmenin yaşanmadığı Dink cinayeti dosyasını yeniden raftan indirdi. 13 Ocak 2015’te, cinayetin üzerinden tam 7 yıl geçtikten sonra ilk olarak dönemin Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi görevlisi polis memurları Muhittin Zenit ve Özkan Mumcu soruşturma kapsamında tutuklandı. 18 Ocak’ta da Cizre Emniyet Müdürü olarak görev yapan, yine dönemin Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi görevlisi Ercan Demir tutuklandı. 6 Mart’ta dönemin Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek; 28 Mayıs’ta da Emniyet İstihbarat Dairesi C Şubeden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer tutuklandı.

İddianamesinin Arkasında Duran Savcı

Soruşturmayı yürüten savcı Gökalp Kökçü, 22 Ekim’de aralarında dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler, Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Engin Dinç ve Ramazan Akyürek’in de sanık olarak bulunduğu iddianameyi mahkemeye gönderdi. Türkiye hukuk tarihinde yaşanmayan şeyler yaşanmaya başlamıştı.

Aynı gün iddianame teknik gerekçelerle geri gönderildi. Kökçü, 25 Ekim’de bir kez daha iddianamesini mahkemeye gönderdi. Teknik olarak iddianamenin mahkemeye gidebilmesi için öncelikle Başsavcılığa gönderilmesi gerekiyordu. Başsavcılık, 3 Kasım’da iddianameyi savcıya geri gönderdi; ‘kasten öldürme’ suçu ile şahıslar arasında illiyet bağını yeterli düzeyde delillendirilmemesi gerekçe gösteriliyordu. Savcı Kökçü, 4 Kasım’da iddianamesine bir isim daha ekleyerek yeniden mahkemeye gönderdi.

İddianamenin iade edilmesinin asıl nedeninin Ahmet İlhan Güler ve Celalettin Cerrah’ın dosyada bulunması olduğu iddia edildi. Savcının ısrarıyla iddianame mahkeme tarafından kabul edildi ama Dink soruşturmasında, hala dokunulması istenmeyen bazı direnç noktalarının olduğu bir kez daha anlaşılmış oldu. Savcı Kökçü, bir yandan da Jandarma görevlileriyle ilgili soruşturmayı yürütürken dosyadan alındı.

Dink Davasında Bir Eşik: 15 Temmuz

Kavga Nasıl Başladı?

2012 yılının Şubat ayında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasıyla, hükümet ve cemaat arasındaki kavga gün yüzüne çıkmış oldu. Kavganın bütün şiddetiyle hissedildiği yerlerden biri de Dink cinayeti soruşturması oldu. Yıllarca hiç ilerlemeyen soruşturma dosyası, bir anda hareketlendi.

Cemaatin Adı Dink Dosyasında

Savcı Kökçü, kamu görevlilerinin ihmallerine ilişkin hazırladığı iddianamesinde, FETÖ’nün (Fethullah Gülen Cemaati, Erdoğan’ın FETÖ tabirini kullanmasından sonra FETÖ olarak anılmaya başlamıştı) cinayeti bütün ayrıntılarına kadar bildiğini iddia ederek ‘yol verilen cinayet’ olarak tanımladı.

Görüntü Var kendileri Yok

Soruşturma derinleştirildikçe bazı Jandarma görevlilerinin de cinayetle olan ilişkisi ortaya çıkmaya başladı. Cinayetten tam 9 yıl sonra, cinayet günü, tetikçi Ogün Samast’a eşlik eden Jandarma görevlilerinin görüntüleri basına verildi. 2015 yılının Kasım ayında, jandarmanın olay yerinde olduğuna dair kanıtlar savcılık dosyasına girdi. Ancak gözaltına alınan veya ifade çağırılan olmadı.

Yeni Eşik

15 Temmuz Darbe Girişiminin ardından, Dink cinayeti soruşturması, yeni bir aşamaya taşındı. Darbe girişimi öncesinde Dink cinayeti soruşturma dosyasından alınan Savcı Gökalp Kökçü, dosyaya yeniden atandı. Savcı Kökçü, Dink cinayetinin yanı sıra pek çok önemli darbe soruşturmasının da savcısı oldu.

Soruşturmada daha önce uzanılamayan kurumlardan biri olan Jandarma’ya operasyon başladı. Zira Dink cinayeti soruşturmasında da adı geçen bazı Jandarma görevlileri darbe girişimine katıldıkları gerekçesiyle tutuklanmıştı.

Darbe girişimi sonrasında Dink cinayetiyle ilişkisi olduğu iddiasıyla, aralarında üst düzey rütbelilerin de bulunduğu 30’u aşkın jandarma görevlisi gözaltına alındı, 15 jandarma görevlisi tutuklandı.

Dink Cinayeti Darbe Dosyasında

Dink cinayetindeki jandarma soruşturmasında henüz dava açılmış değil. Ancak darbe soruşturmalarıyla ilgili hazırlanan iddianamelerde Dink cinayetine atıf yapılmaya başlandı.

15 Temmuz Darbe Girişimi iddianameleri, Dink cinayetini, ‘FETÖ’nün darbeye giden yolda ilk silahlı eylemi’ olarak kabul ediyor.

Darbe öncesinde, Dink cinayeti soruşturması savcısının yaklaşımı cinayetin ‘araç suç’ olduğu yönündeydi. Dink cinayetinin, silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirme adına işlenmesine izin verilmiş ‘araç suç’ niteliğinde olduğu vurgulanmıştı. Cinayete ilişkin tanımlama 15 Temmuz’un ardından değişti.

Cinayete giden süreçle cinayeti birbirinden bağımsız değerlendirmeyen Dink ailesi avukatları, cinayeti sadece Gülen Cemaati’nin faaliyetiyle açıklayan iddialar konusunda temkinli. Avukatlar, Dink’in yazdığı Sabiha Gökçen haberi ardından Genelkurmay Başkanlığı yaptığı açıklamanın, Valilik makamında Dink’in tehdit edilmesinin, duruşmalarda saldırıya uğramasının, hedef haline getirilmesinin, Dink’e koruma sağlanmamasının cinayetle bağı olduğunu sık sık dile getiriyorlar; cinayette birçok kişinin ve yapının ortaklaştığını belirterek Dink cinayetine ‘mutabakat cinayeti’ adını veriyorlar. Dink ailesi avukatları, Gülen cemaatiyle adı zikredilen kişilerin de cinayette önemli iştirakleri ve sorumlulukları olduğunu da dile getirmekle birlikte, esas yorumlarını, iddianameyi ve delilleri gördükten sonra yapmak niyetindeler.

Cinayetin üzerinden 10 yıl geçti. Cinayet davasında henüz Hrant Dink’in vurulması emrini kimin verdiği belirsiz. FETÖ ve 15 Temmuz Darbe Girişimi iddiasıyla ilgili olarak yargılamalar yeni başladı. FETÖ ve Dink cinayeti bağlantısı konusundaki iddiaların ne kadar derinleşeceği ise belirsiz. Yargılama sürecine dönük müdahalelerse soru işaretleri yaratıyor. Dink davasını yürüten mahkemenin önce üye hakimleri değiştirildi. Yeni atanan hakimlerden biri FETÖ soruşturmasından gözaltına alındı. Yargılamayı başından bu yana sürdüren Mahkeme Başkanı da yakın zamanda dosyadan alınarak başka bir mahkemede görevlendirildi.

Siyasi iklimde meydana gelen değişiklikler, on yılın ardından Dink cinayetine dair pek çok şeyi açığa çıkarttı. Ancak yine farklı bir siyasi iklim 10 yıl boyunca aynı gerçekleri karartmıştı. Adalet için 10 yılda birkaç adım atabildik. Ancak hakikat için kaç yıl gerekli, henüz bilmiyoruz.