Dinî Cemaat mi, Sivil Toplum mu?

[ A+ ] /[ A- ]

Markar Esayan
Agos Gazetesi

Önceki haftalarda, enformasyon devrimi ve internet kullanımı sayesinde tüm dünyanın bir tuşla odamıza ulaşabildiği günümüz şartlarında, kendi iç çekişmeleri ile zorlu bir yıl geçiren ve bu zorlu yılın hemen başında Hrant Dink’i kurban veren Türkiye’de, Türkiye Ermenilerinin, kendileri, cemaatleri ve ülkeleri hakkındaki kanaatleri üzerinde durmuştuk. Konu başlıkları arasında eğitim, dil, medya ve basın, karma evlilikler, radyo, dernekler, Ermenilerin siyasi eğilimleri ve vatandaşlığa ilişkin algılamaları yer almıştı. ‘Türkiye’de Azınlık Olmak’ araştırmasına sayfalarımızda yer verdiğimiz bu son haftada ise, temsiliyet, sivilleşme, Hrant Dink suikastı sonrası Ermeniler, ve Ermenilerin AB’ye bakışına ilişkin sonuç ve değerlendirmeleri sunuyoruz.

‘Temsiliyet’ denen Muamma

Temsiliyet, hakların nasıl elde edileceği, toplumsal fayda alanlarının nasıl paylaşılacağı, bu paylaşım sürecinin en tepeden en aşağıya kadar nasıl sağlıklı bir biçimde işleyeceğinin ve diğer toplumsal gruplarla ilişkilerin nasıl yürütüleceğinin kilitlendiği, tartışmalı bir kavram. Ermeniler, halihazırda ciddi anlamda temsiliyet sorunu yaşayan bir toplumsal grup olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim “Türkiye Ermeni toplumunun temsiliyetinde sorunlar var mı?” sorusuna, %68,4 gibi ezici bir çoğunlukla “Evet” yanıtı verilmiş. Gerçekten de Ermeniler, modern ve seküler anlamda tam anlamıyla temsil edilmiyorlar. Bunun tarihsel arka planı belli. Cumhuriyet rejimi, tanımladığı vatandaş kavramının dışında kalan azınlıkların temsilinin, kendi modern ve laik ulus-devlet tahayyülüyle paradoks oluşturacak bir biçimde, dini cemaat hiyerarşisi içerisinde sıkışmasını yeğliyor. Hatta bu hiyerarşinin liderliğinin, yani Patrikhane’nin; tüzel bir kişilik edinmesini bile engelleyerek muğlak, kolay şekil verilebilir, kırılgan ve temsil yeteneği ‘hiç’ten, ‘çok’a doğru ayarlanabilir bir durumda kalmasını arzu ediyor. Böylelikle devletin, işine geldiğinde ‘devletçe’ bir duruş sergilemesi beklenen, gelmediğinde de Eminönü Kaymakamlığı’na eş koşulan, gerektiğinde tamamen siyasileşen, gerektiğinde ise dini bir cemaat liderliğinin türlü tezahürlerine bürünen bir ‘temsil’ sergileniyor. Dini ve onu tüm tezahürlerini ‘iptidai’ ve ‘akıl dışı’ olarak yorumlayan modernizmin bu çelişkisi, Türkiye’nin ulus-devlet kurucuları tarafından oldukça şevkle sahiplenilmiş görünüyor. Kilise’nin, kuralları asla kendinin koyamayacağı bir siyasi alanda sağlıklı bir biçimde toplumu temsil edemeyeceği ortada. Kilise, bazen gönüllü talip olduğu, bazen ise mecbur bırakıldığı siyasi kimliği ile kendi asıl alanına, yani müminlerin dinî ihtiyaçlarına da yabancılaşmak durumunda. Kuşkusuz, her patrik kendi meşrebince siyasi olma, ruhani kalma, ya da her ikisini birden yürütme çabasında olma performansları sergileyebilir. Ama bu tercih ne olursa olsun, kendini sivil alanda temsil edemeyen bir cemaatte, dinî temsiliyet, eleştirilerden muaf kalacağını ya da her alanı hakkıyla doldurabileceğini düşünmemeli. Nitekim, müteveffa Patrik Şınorhk Kalustyan gereğinden fazla ruhani olmakla suçlanırken, şu anki patrik II. Mesrob da siyasi alanda yanlış pozisyonlar almakla ve ruhani önderlik sınırlarını aşan liderlik arzusu nedeniyle sık sık eleştiriliyor. Son Amerika ziyaretinde yaşanan skandal, işte biraz da temeldeki bu çelişkinin ürünü. Hem Kilise’nin, hem de Ermeni toplumunun bu durumdan zarar gördüğü artık görülmeli.

Ermeniler Nasıl Temsil Edilmek Istiyor?

Şimdi gelin, yeterince temsil edilmediğini düşünen Ermenilerin bu temsilin nasıl olması gerektiğine dair cevaplarına bakalım. “Temsiliyet sizce nasıl olmalı?” sorusuna katılımcıların %28,3’ü “Sivil bir heyet veya komisyon ile temsil edilmeli” yanıtını vererek temsilin öznesini işaret ederken, %24,2’lik bir grup “Daha etkin, faal ve cesur bir temsiliyet olmalı” diyerek bu temsiliyetin sahip olması gereken niteliği belirliyorlar. Soruya “Daha demokratik, halka danışılan bir temsiliyet olmalı” yanıtını verenlerin oranı %8,6, “TBMM’de bir Ermeni milletvekili olmalı” diyenlerin oranı ise %5,1. “Patrikhane daha etkin ve faal olmalı” diyenlerin oranının %1,9 olması, yukarıda dile getirdiğimiz sıkıntılara bir kez daha dikkatimizi çekiyor.

Hrant Dink suikastı sonrasında Ermeniler

Hrant Dink suikastının, belki de onun tam da sivil bir temsiliyeti –ister istemez– yüklenmiş olmasından ötürü, ne kadar sarsıcı olduğu ortada. Hrant Dink’in, defalarca dile getirdiği gibi, sivil temsiliyetin; mutlaka, tamamen sivil ve kurumsal olması gerektiğini, Ermeni toplumunun kendi dinamikleriyle bunu mutlaka üretmek zorunda olduğunu vurgulamakla birlikte, kendisinin, Ermeni toplumunu temsil etmek gibi cüretkâr bir pozisyonu asla arzu etmediğini biliyoruz. Ancak o ne derse desin, belki de Ermeni toplumunun ürettiği en anlamlı, en etkin sivil sesimizdi Hrant. Agos ve Hrant Dink öyle boş ve ihmal edilmiş bir alana ses vermişti ki, kısa sürede herkes için sivil bir fikir odağı haline geldi. Bu Hrant’ın seçimi değildi, ama bunu reddetmek de mümkün olmadı onun için. Dolayısıyla, Ermeniler, Hrant’ı kaybetmekle, suskun kaldıkları onca yıl sonra sahip oldukları onurlu ve akıl dolu seslerini de kaybetmiş oldular. Onun çizgiyi aştığını düşünenler, kiliseye zarar verdiğini iddia edenler, Hrant’ın nasıl bir değer olduğunu 19 Ocak günü saat henüz üçü çok az geçmişken çoktan anlamışlardı bile. Bu anlamda Hrant Dink suikastını değerlendiren katılımcıların verdiği cevaplar hayli çeşitlilik gösteriyor. “Toplumda tedirginlik ve güvensizlik oluştu” diyen %25,1’lik kesim, belki de oldukça iyimser bir cevap vermiş oluyor. “Toplumda bir değişim olmadı” diyenlerin oranı %17,4. “Ermeni toplumu sindirildi ve içine kapandı” diyenlerin ve “Ermeni kimliğinin sahiplenilmesi açısından bir uyanışa neden oldu” diyenlerin oranları eşit: %12. %11,3 “Toplumsal bilinç arttı”, %5,4 ise “Milliyetçilik arttı” diyor.

Suikast sonrasında sık sık gündeme gelen “Ermeniler Türkiye’yi terk edecek mi?” sorusuna yanıt oluşturabilecek veriler de araştırmada mevcut: %52,9’luk bir kesim, “İmkânınız olsa yurtdışına yerleşmeyi düşünür müsünüz?” sorusunu olumlu yanıtlıyor; “Hayır” diyenlerin oranı ise %44,9. Bu sonuçların Türkiye geneli ile farklılık arz etmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ermeniler ve AB

Araştırma sonuçlarını tek bir kelimeyle özetlemek istediğinizde hiç zorlanmıyorsunuz: ‘Değişim’. Ermeniler değişiyorlar. Gerek küreselleşme gibi makro süreçlerin, gerekse toplumsal iç dinamiklerin etkisiyle, Ermeniler de daha iyi yaşayabilmenin yollarını arıyorlar hiç şüphesiz. Hatta geçmişte yaşadıkları zorlukların bir daha tekerrür etmeyeceği bir biçimde, içinde yaşadıkları ‘büyük toplum’da da dönüşüm yaşanmasını arzu ediyorlar. Bu arzu, araştırmanın Avrupa Birliği bölümünde kendini açıkça ele veriyor. Türkiye’nin AB’ye üye olması konusunda, genel kamuoyu desteğinin %40’ların altına indiği bu günlerde Ermeniler AB’ye %70’le “Evet” diyor. “Türkiye AB’ye üye olursa ne kazanır?” sorusuna verilen yanıtlar arasında, “Demokratik hak ve özgürlükler, insan haklarında ilerleme”nin %35,5’le ilk sırayı alması, “Ekonomik güçlülük” şıkkının ise %22,7’de kalması, AB’nin Ermeniler için daha çok özgürlükler ve eşitlik açısından önemsendiğini gösteriyor.

Bu soruya cevap vermeyenlerin %35 gibi yüksek bir orana tekabül etmesi ise, pek çok proje gibi, AB üyeliğinin de halka tepeden indirilen ve tabanda tartışılmayan bir süreç olduğunun bir kanıtı. Zira, AB üyeliğinin halk dilinde ne anlama geldiği konusunda henüz anlamlı çalışma yapılmış değil. Buna uyumlu olarak da “Türkiye AB’ye üye olursa ne kaybeder?” sorusuna katılımcıların %33’ü “Hiçbir şey kaybetmez” cevabını verirken, soruya cevap ver-e-meyenlerin oranı %41. “Türkiye AB’ye üye olursa siz ne kazanırsınız?” sorusuna ise özgürlük, azınlık hakları, demokrasi, yüksek yaşam standartları diyenlerin toplamı %50’yi geçerken, cevap vermeyenlerin oranı yine %40’lara yaklaşıyor.

Sonuç olarak

‘Türkiye’de Azınlık Olmak’ araştırmasının sonuçları, Türkiye Ermenilerinin bugünü ve geleceği ile ilgili olan herkes için önemli veriler sunuyor.

Bu veriler, Ermeni toplumun önemli bir kesiminin gelecekte hangi şartlarda, nasıl pozisyon ve kararlar alacağının da ipuçlarını vermekte. Dolayısıyla, ruhani önderliğimizden cemaat kurumlarımıza, eğitim camiamızdan basınımıza kadar, bu verileri iyi okuyan herkesin bu araştırmadan ziyadesiyle faydalanacaklarına inanıyoruz.