Aret Çiçekeker ve Cemil Çiçek Arasında Fark Göremiyorum, ya Siz?

[ A+ ] /[ A- ]

Sarkis GÜREH

Hyetert internet sitesinde, iki haftadır üst üste Aret Çiçekeker imzalı, Agos gazetesini sert bir şekilde eleştiren yazılar yayınlanıyor. Çiçekeker, gazeteyi ve genel yayın yönetmenini, Beyoğlu Üç Horan Vakfı seçimlerinde taraf tutmakla, toplumu yönlendirmekle ve aklına gelen çeşitli basın ahlaksızlıklarıyla suçluyor. İyi ki de yapıyor tüm bunları; çünkü bu sayede, eleştirilmesi gereken Beyaz Ermenilerin iç yüzünü görme imkanı bulabiliyoruz. Çiçekeker’e, buna fırsat tanıdığı için teşekkür etmeliyiz.

Çiçekeker, “Üç Horan Seçimleri ve Agos-1” imzalı yazının daha ilk paragrafında objektif olmaktan ne kadar uzak kalacağının işaretini veriyor: Beyoğlu seçimleri ile ilgili daha önce yazmak istemiş Çiçekeker, ama nedense o hafta çıkacak Agos’u beklemiş; okumuş ve gazeteyi “toplumu yönlendirmekte kullanılan bir yönetim aracı” olarak değerlendirmiş. İşin tuhafı, bu da yeni ortaya çıkan bir durum değilmiş, bırakılan yerden devam edilmesiymiş. Daha bu ilk cümlelerden anlıyoruz ki, Agos’u taraf olmakla suçlayan ve fakat kendisi taraf tutan bir yazar var karşımızda. Çiçekeker için Agos zaten “sabıkalı”; gazetenin tavrının yeni ortaya çıkan bir durum olmadığını söylemesi, gazete ile Patrikhane arasında yaşanan sürtüşmeye işaret ediyor. Beyaz Ermenilerin, “Hrant Dink, Patrik II. Mesrob’a karşı!” şeklinde lanse edip özünü çarpıttığı tartışma, esasında iktidar olgusu ve değişim üzerineydi. O gün eleştirilen iktidarı ve onların basiretsiz uygulamalarını bu gün hala görmek bunaltıcı oluyor. Beyaz Ermeniler, Üç Horan seçimlerinde yine tartışmanın özünü saptırıyor.

Çiçekeker’in “toplumu yönlendirmekte kullanılan bir yönetim aracı” tanımlamasıyla ne kast ettiği pek anlaşılmıyor ve lakin bir gazetenin toplumu yönetmek gibi bir derdi olamayacağı kabulüyle, biz bu tanımın “yönlendirme” kısmıyla ilgilenelim. Bir gazete, bir olay karşısında istediği kadar tarafsız kalmaya çalışsın, nihayetinde okuyan gözün insafına kalmıştır. Agos için de durum budur. Agos’un gazetecilik anlayışı, toplumun bugünü ve geleceği üzerinde söz sahibi olan yöneticilerin uygulamalarını topluma aktarmak ve farklı yönetim anlayışlarının, örneğin şeffaflık, katılımcılık, ortak havuz, Patrikhane’nin cemaat işlerinin idaresi üzerindeki tekelinin kırılması anlamında sivilleşme gibi anlayışları tartışmaya açmak olagelmiş. Bu yönetim anlayışları, toplumun değişen yapısını anlamaktan uzak ve yöneticiliğin evrimini ıskalamış Aret Çiçekeker gibileri için elbette toplumu yönlendirme anlamına gelecektir. Çiçekeker’in gözünde toplum yönlendirilebilecek kadar bilinçsiz ve cahil olsa gerek.

Dikkatten kaçmaması gereken bir kavram var bu ilk paragrafta: Cemaatin içinde olmak-dışında olmak. Çiçekeker’e göre Etyen Mahcupyan cemaat içi çekişmelerin kaynağı olmuş, halbuki kendisi toplumun dışındayken ne güzel yazılar yazıyormuş. Şu iç-dış kavramları üzerine duralım: Bu hayali ayrım, Beyaz Ermenilerin, sadece kendilerini “cemaat” olarak tanımlamalarından dolayı ortaya çıkar. Elbette dışta olanın söz hakkı yoktur. Sınır çizgisi tam olarak net değilse de, Patrikhane, Vakıf ve Yerid kokteyllerinde boy gösterenler genelde cemaatin içinde sayılır. Dışında kalanları da bu içerdekiler belirler. Yani Mahçupyan hiçbir Patrikhane kokteyline gitmediği için Ermeni toplumu hakkında bir yorum yapma hakkı yoktur! Agos’un genel yayın yönetmeni, üstelik, bir de yangın çıkarıp ateşini körüklüyor. Bu ne cüret!

Çiçekeker’in ikinci paragrafı tam ibretlik: Burada, “tamam Beyoğlu Vakfı zengin ama Dolapdere ve Kurtuluşta fakir çok” benzeri izahatlarda bulunuluyor. Çok doğru ve yerinde bir tespitin ardından bakla tüm ıslaklığıyla servis ediliyor. “Normal şartlarda, hiç bir vakfın birinci görevi bölgesindeki insanlara bakmak olamaz”. Yani, “yardım bekleme benden, buz gibi soğurum senden!” Bu, boşa yapılmış bir hatırlatma değil; Çiçekeker, kabul ettiği gibi muazzam bir gelire sahip olan vakfın kuruluş amaçlarını yerine getirdikten sonra kalan bütçesinden o semtte yaşayan (niye sadece o semt olsun tüm İstanbulluların) fertlerin söz hakkı olmadığını açıklamak gereği duymuş. Yani dedelerimizden kalan mülklerin akıbetiyle ilgili herhangi bir talep dile getirilmesi baştan engelleniyor. Agos katılımcılıktan söz edince, gazeteye saldırmaları bu yüzden. Çiçekeker, paragrafın devamında vakfın gelirini bilmediğini ve bu nedenle fakir ailelere yapılan yardımların yeterli olup olamayacağını bilemeyeceğini söylüyor. Ancak çok büyük boyutlarda yardım yapıldığını da ekliyor. Ben Çiçekeker’e söyleyeyim: Fakir ailelere yapılan yardım miktarı ayda 20 TL. Kendisinin çok iyi matematik bilgisine sahip olduğuna eminim, o yüzden hesabı kendisine bırakıyorum.

Sari Liste’nin bizzat Agos önderliğinde oluşturulmuş olduğunu herhalde duymayan kalmamıştır” gibi bir iddia da bulunuyor Çiçekeker. Ama sadece iddiada bulunuyor. Bu iddiasını destekleyecek tek bir kanıt ya da tutarlı bir düşünce öne sürmüyor. Zaten iddianın cümlenin öncesiyle ve sonrasıyla hiçbir alakası yok, gökten zembille paragrafın sonuna konuvermiş.

Çiçekeker’in gazeteyi tek taraflılıkla suçladığı paragrafa gelelim şimdi: “(Gazete)…secimde usulsüzlük olduğunu belirten haber ve yorumlarla dolu. Başka semtlerden insanlar taşınıp oy kullandırılmış, oy kullanma hakkı olan insanlara oy kullandırılmamış vs. Ben öncelikle bu haberlerin doğruluğunun ve yanlışlığının ötesinde tek taraflılığına dikkat çekmek istiyorum. Bu konuları vakıf yönetimi ile konuşsak tam tersi bilgiler verileceğini tahmin edebiliriz. Bu durumda biz kime inanacağız?

Saflığın bu kadarında kasıt aranır artık. Yöneticiler usulsüzlük yapmış, ne yazık ki bu oyuna ortak olanlar (yani, başka semtte yaşadığı halde yönetimin kaldırdığı minibüslere binip seçimde sahte ikâmet adresleriyle oy kullananlar) usulsüzlüğü itiraf etmiş, bu itiraf gazetenin sayfalarında yayımlanmış ve sayın Çiçekeker bunları görmek/göstermek istemiyor. Üstelik, gidip yöneticilere, “Bakar mısınız, siz usulsüzlük yaptınız mı?” diye sormamızı istiyor. Yapmadım dediklerinde de inanmamızı bekliyor. Bilinçsiziz, cahiliz, tamam da, enayi yerine konmak biraz fazla oluyor.

Çiçekeker, yazıda Etyen Mahçupyan’ı seçmen rakamlarını çarpıtmakla suçluyor ve “Sonuçta, sayıları bu kadar çarpıtmak yerine, beyaz listenin geçen seçimdeki kadar oy aldığını, bu seçimdeki oy artışı olan 300 küsür oyun sarı listenin aldığı oy sayısı olan 376 ile hemen hemen örtüştüğünü ve oylardaki bu artışın tamamen Sari Liste’nin ithal oylarından kaynaklandığını görebilmek zor değil” diyor. Neresinden bakarsanız bakın tutarsız bir iddia ile karşı karşıyayız. Çiçekeker’e göre seçim bölgesinde Sarı Liste’yi destekleyen hiç kimse yok. Hepsi ithal. Oysa ben varım, kardeşim var, çevremde tanıdığım onca insan var. Onu da geçelim, bu bölgede yıllardır oturan onca arkadaşım ve aileleri var ki çoğu gibi ben de ilk kez bu seçimde seçmen kütüğüne kayıt oldum ve oy kullandım. Şimdi… Kimin iddiasına “kargalar güler” Sayın Çiçekeker?

Çiçekeker, içerisinde Sason doğumluların bulunmasından dolayı Sarı Liste aleyhine “Kürtlere oy vermeyin” diyerek propaganda yapanları anlayışla karşılamamız gerektiğini ise şöyle izah ediyor: “Hemşeriliğe dayanan oy potansiyeline güvenip bir liste oluşturuyorsanız asıl ayrımcı siz olursunuz ve bu tip çirkin ifadelere de zemin hazırlarsınız”. Buradaki zihniyete hakkında ne söylemeli…? Aret Çiçekeker ve Cemil Çiçek… Fark göremiyorum, ya siz?

Beyaz Ermenilerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu kökenli Ermenilere “Kürt” diyerek kendilerince hakaret etmeye çalışmaları, ayrımcı literatüre yeni bir tanım olarak geçmeyi hak edecek cinsten. Burada, ezilenin, güçlü olduğu alanda, fırsat bulduğunda, kendinden zayıf gördüğünü ezmeye çalışması olarak özetleyeceğimiz bir garabet olduğunu görmek gerek her şeyden önce.

Devlet politikalarıyla her daim ayrımcılığa uğrayan Türkiye Ermenileri iyice bastırıldı. Beyaz Ermeniler, köylerinden gelen, çoğu fakir olan Sasonlu Ermeniler karşısında, kendisini de ezen milliyetçiliğin dilini kullanmakta bir beis görmedi. Tabii bunlar Çiçekeker için bir sorun oluşturmuyor. Onun için önemli olan İstanbul Ermenilerinin yüceliği. Bunu da şu cümlelerinden anlıyoruz: “İstanbulluluk kimseye verilmiş bir hak değildir ama sonradan gelen gruplar cemaate entegre olmaya çalışmak yerine kendi içlerinde gruplaşarak en köklü kurumları tek başlarına yönetmeye kalkarlarsa bu tip sorunların yaşanması kaçınılmazdır”. İşte… Asıl meselenin iktidar olmak / iktidarda kalmak olduğunu nihayet bu cümleden anlıyoruz. Çiçekeker keşke lafı bu kadar dolaştırmayıp “Sason’dan gelip İstanbul’un en köklü kurumunun başına tek başınıza geçemezsiniz efendiler!” diye bağırsaydı da, ben bu yazıyı yazmak, sizler de gözlerinizi yormak zorunda kalmasaydınız.

Herkesin anlayacağı üzere “ama” bağlacı, iki cümleyi birbirine bağlarken, ilk cümlenin anlamının yitmesine neden olur. “İstanbulluluk bir hak değildir ama” diyor Çiçekeker, sorun siz “Kürtlerde”… Bize uymak zorundasınız, bize uymayanın yönetimde yeri yok, söz hakkı yok… Şu halde sormak gerekiyor: Şu durumda “bölücülüğü” kim yapmış oluyor Sayın Çiçekeker?

Öncelik her zaman İstanbullularda da, kim İstanbullu Ermeni? Bizans döneminde İstanbul’a göçenler ile Fatih’in emriyle İstanbul’a getirilen Ermenilerin soyundan gelenler saf kan İstanbullu Ermeni mi oluyorlar? Diğerleri, ‘ilk kim göçtü?’ kronolojisine göre derece derece mi sıralanıyor? O halde son göçenler Sasonlular oldukları için onlara söz hakkı tanınmaması doğal. Ermenistan’dan gelenlerin halini sormayın bile.