Samim AKGÖNÜL
Azınlıkça Dergisi
Birçok kere yazdım, ısrarlıyım. Azınlık olmak sayıyla ilgili bir durum değil. Hükmedilmek ile ilgili bir durum.
İki paralel sürecin sonucu doğuyor azınlıklar. Birincisi azlaştırma, niceliksel; ikincisi azınlıklaştırma, niteliksel.
Azınlık mensupları kendilerini ikinci sınıf vatandaş hissettikçe azınlığı oluştururlar. Göğsünü gere gere “Ben bu ülkenin vatandaşıyım; iyi ki de öyleyim, çünkü devletim bütün haklarımı veriyor, kimliğimi koruyor” dediği anda, azınlık, azınlık olmaktan çıkar. Toplumsal yaşamda söz hakkı olan, kendini kendi yerinde hisseden bir gruptur artık.
Azınlıklar ise atopos’tur, her yerde eğreti. Yaşadıkları, vatandaşı oldukları, samimiyetle bağlı oldukları ülkelerinde hep başka bir ülkeyle ilişkilendirilirler. Ne zaman hak talep etseler, eşitlik isteseler, kamuoyu, yönetenler, egemenler işaret parmaklarıyla diğer bir ülkeyi gösterirler. “Ama bak orada da bu var / orada da bu yok”. Fransa’nın Fransız vatandaşı Türkiye asıllılara, cami açamazsınız çünkü Türkiye’de Hıristiyan din adamları bıçaklanıyor, boğazlanıyor demesi gibi bir şey. Düşünebiliyor musunuz?
Ekümenik Patrik Bartholomeos’un iki demeci gene konuyu gündeme getirdi. Patrik CBS televizyonunda “60 Minutes” programına röportaj vermiş. 17 Aralık’ta yayınlandı program. Röportaj buradan seyredilebilir : www.cbsnews.com
Demeçleri olay yarattı. Neden? Çünkü yabancı bir medya organında, Türkiye’nin azınlık politikalarını eleştirdi. Nasıl olabilir değil mi? Kol kırılır ama yen içinde kalmaz mı?
Üstelik eleştiriyi yapan ‘Türk’ değil, Rum. Hangi hakla, hangi cüretle değil mi? Kimin umurunda Türkiye vatandaşı olması? İkinci sınıf vatandaş. O da aynı şeyi söylemiş zaten. “Biz demiş, kendimizi Türkiye’de ikinci sınıf vatandaş hissediyoruz”.
Gazeteci, “neden Yunanistan’a gitmiyorsunuz” diye sorunca “Burası bizim ülkemiz, diye cevap vermiş, burayı seviyoruz, görevimiz buradadır, burada ölmek istiyoruz.”
Hrant Dink de aynı şeyi söylememiş miydi? “Evet, bu topraklarda gözümüz var, ama alıp götürmek için değil, altına yatmak için”
Türkçede “cehennem azabı çekiyoruz” anlamına gelebilecek “çarmıha gerilmiş hissediyoruz” demiş Patrik, haklarımız verilmiyor. Okulumuz onca söze rağmen on yıllardır açılmıyor.
Bütün politikacılar hep bir ağızdan suçluyorlar Patrik Bartholomeos’u. 1) Yabancı bir gazeteciye. 2) Bir Rum 3) Türkiye’yi nasıl eleştirir? Üçlü suç!
Bir de Eşitler Arasında Birinci Patrikhane’nin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı başının Habertürk gazetesine verdiği demece göz atmak elzem ne demek istediğini anlamak için (19 Aralık 2009).
Başbakan’la bir konuşmalarını aktarıyor Patrik Bartholomeos. Meslek Yüksekokullarının, yani Heybeliada (Halki) Ruhban Okulu’nun artık açılması gerektiğini, Türkiye yasalarına göre Patrik’in Türkiye vatandaşı olması gerektiğini, zaten birkaç bin kişi kalmış Türkiye vatandaşı Ortodoksların arasından çıkan bir iki din adamı olmak isteyen gencin yurtdışında eğitim almak zorunda kaldıklarını, kimisinin geri dönmediğini anlatmış ülkesinin Başbakanına, tehlikedeyiz demiş.
Ne cevap vermiş Patrik’in kendi ülkesinin Başbakanı? Ama demiş, Venezüela’nın başkenti Karakas’ta da cami yok. Afedersiniz, Yunanistan’ın başkenti Atina’da cami yok demiş. Arada fark var mıdır? Yoktur.
Yunanistan’ın başkenti Atina’da cami olmaması Yunanistan’ın ayıbıdır. Yunanistan’daki Türk azınlığın ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmesi, Yunanistan’ın ayıbıdır, kimliklerini ifade edememeleri Yunanistan’ın ayıbıdır, dinî liderlerini seçememeleri Yunanistan’ın ayıbıdır, hatta AİHM tarafından tescilli suçudur.
Ancak bütün bunların Türkiye’nin iç politikalarıyla, kendi vatandaşlarına vermek zorunda olduğu haklarla uzaktan yakından alakası yoktur. Bütün bunlar Türkiye’nin ayıbına bahane olamaz. Bahsi geçen Türkiye’nin vatandaşlarıdır, bir kaç kere daha yazabilirim gerekirse.
Türkiye’de Rum Ortodoks azınlık söz konusu olduğunda ille de Batı Trakya’dan bahsedilir. Bakın ben bile yukarıda aynı tuzağa düştüm, beynimiz yıkanmış “mütekabiliyet” var diye 1923’den beri.
O zaman açık açık yazayım. Türkiye ile Yunanistan’da bulunan Ortodoks-Rum azınlıkla Müslüman – Türk azınlık arasında mütekabiliyet, yani karşılıklılık yoktur. Hukuken de yoktur, siyaseten de yoktur, ahlaken de yoktur. Bir ülkenin kendi vatandaşlarına zulüm uygulaması, diğer bir ülkenin gene kendi vatandaşlarına zulüm uygulamasının bahanesini teşkil edemez. Türkiye’nin kurucu belgesi, nedense hiç okunmayan, okutulmayan Lozan Antlaşması’nın 45. maddesi şöyle der : “İşbu Fasıl Ahkâmı ile Türkiye’nin Gayri-müslim ekalliyetleri hakkında tanınan hukuk, Yunanistan tarafından dahi kendi arazisinde bulunan Müslüman ekalliyet hakkında tanınmıştır” Yeterince anlaşılır, günümüz Türkçesi’ne çevirmeye gerek yok. Bu madde iki Devlet’e kendi vatandaşlarına karşı yükümlülük getirir. Ceza hakkı değil, misilleme hiç değil.