Aykan Sever
Delik deşik, paramparça hayatlar karşısında yazmanın bir faydası var mı? Hele hele soğuk nevale kıvamında yapılan “analizler”in savaştan kurtulmanın yollarını bulma çabasına ortak olmaktan çok, bir tür yabancılaştırma eylemine katkıda bulunduğunu gördükten sonra.
Soruyu biraz farklı kurgulayarak belki apolitik bir akıl yürütmeden kurtulabiliriz: Savaşa nasıl son vereceğiz? Bunu pratikte nasıl sağlayacağız? Çünkü bugün asıl ihtiyacımız olan barış. Sonrası da elbette sorularla dolu. Peki korona salgını, iklim krizi, artan savaşlar, ekonomik krizler eşliğinde daha güzel bir yaşama dair beklentisini kaybetmiş, âdeta sadece soluk alıp vermeye razı ve buna şükür eder hale gelmiş bir insanlık yeniden ütopyalar ve başka bir dünya yaratma mücadelesine soyunabilecek mi? Bütün bu iç içe geçmiş soruların yanıtını da ancak hayatta somut karşılıklar aradığımız sürece bulabileceğiz. Bugün savaşı durdurmak için ne yaptın?
Üçüncü Dünya Savaşı
Sovyetler Birliği’nin yıkılışı dünyada birçok şeyin değişmesine ön ayak oldu. Bu süreç aynı zamanda bir yeniden paylaşım savaşının başlamasını tetikledi. İki kutuplu dünya sona ermiş, kapitalist sömürünün, talanın önü “yeni” coğrafyalarda alabildiğine açılmıştı. ABD hegemonyası ciddi sarsıntılar geçirmeksizin 2008 ekonomik krizi ve sonrası “Arap baharı”na kadar geldi.
2008 ekonomik krizi Çin, Hindistan gibi bölgesel güçlerin daha da etkinlik artırdığı bir dönemin perdesini açtı. Çin zamanla ABD’nin dünya üzerindeki hegemonik pozisyonunu tehdit eder hale geldi. Arap Baharı’nda ise birçok başka gelişmenin yanı sıra, Rusya özellikle Suriye savaşına müdahil olup kendini etkili bir güce dönüştürmeyi becerdi. Burada Putin yönetimi tarafından Türk devletinin zaafları ve hırslarını kullanarak geliştirilen “kırılgan bağımlılık” ilişkilerinin de rolü büyük oldu. Ve hâlâ var.
Rusya, Gürcistan savaşı ve Kırım’ın ilhakındaki “başarı”larını Suriye ve Libya’nın paylaşım süreçlerindeki etkinliği ile bütünleştirdi. Şu an Afrika’da ayrıca on üç ülkede paralı asker grubu Wagner aracılığıyla ya da doğrudan kendi askerî gücüyle bulunuyor. Rusya’nın 2015 sonrası nüfuz alanlarını artırması genel planda ABD ile Sovyetler Birliği dönemindekine benzer bir “eşit diyalog” zemini talebini gündeme getirdi.
Batı cephesi ise Obama’nın son döneminden başlayarak Çin’le ciddi bir mücadeleye girişti. Rusya biraz daha geri planda kaldı. Trump döneminde ise Putin problem olarak görülmediği gibi bu ikili epey sıkı fıkı oldular. Biden yönetiminde ABD’de müesses nizam yeniden iktidara gelirken Çin ve Rusya düşman olarak tanımlandı. Bu konuda Trump dönemiyle karşılaştırıldığında görece tutarlı bir strateji uygulamaya konuldu. Yeniden imparatorluk hayalleri kuran Boris Johnson İngiltere’si de bu politikaların en tutarlı destekçisi. AUKUS (Avustralya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki güvenlik paktı) paktıyla Çin, Pasifik hattından çevrelenmeye çalışılırken Biden’ın özel olarak önem verdiği, kanlı tortular üzerine oturan “Ukrayna sorunu” yeniden hareketlendirildi. Ülkenin geleceğine dair AB ve NATO üyeliği dışında herhangi bir kurgusu olmayan Zelenski yönetimini en azından yakın zamanda tutulmayacağı açık olan bu vaatler etrafında motive etmek zor olmadı.
Putin yönetiminin hesapları
Moskova’daki iktidarın politikaları CIA analistlerinin yansıttığı türden “Putin’in çılgınlığı”na hapsedilebilecek kısırlıkta değil. Kremlin’de “kötü adamlar” hüküm sürüyor olabilir ama bu aynı zamanda onların “akılsız” olduğu anlamına gelmiyor. Aksine Ukrayna’ya dönük işgal harekâtını geliştirirken ani bir karar vermediler. Muhtemelen ABD-İngiltere’nin Ukrayna’yı onlar için bir tür Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ına dönüştürmeye çalıştıklarını gördüler. Riski yine de göze aldılar. Bu aşamaya kadar gelmek için muhtemelen epey hesap yaptılar. Mesela Rusya stratejik bir silah olarak kullandığı S-400’ü Hindistan’a satarak bu ülkeyi en azından kendisine karşı nötr hale getirdi. Azerbaycan’la saldırının hemen öncesi imzalanan “gerekli hallerde karşılıklı asker gönderme”yi de kapsayan anlaşma birçok açıdan Putin için işlevsel olacak. Anlaşma Ankara’nın Bakü üzerindeki etkinliğini kısıtlarken Avrupa için sınırlı da olsa alternatif olarak görülebilecek Azeri gazının üzerinde de Putin Rusya’sının söz sahibi olmasını sağlıyor. Geçen haftaki alımlarla Şah Deniz projesinde Rus şirketi Lukoil’in hisseleri yüzde 19,99 çıktı. Yani gaz musluğunu burada da elinde tutanlardan biri Moskova olacak. Zaten Aliyev de kısa bir süre önce ziyaret edip destek verdiği Zelenski’yi hemen unuttu.
Benzer bir durumu Erdoğan yönetiminde de gördük. Geçtiğimiz hafta içinde Suriye-El Bab’da Türkiye’nin desteklediği paramiliter gruplara Rusya hava saldırısı düzenledikten sonra Putin-Erdoğan görüşmesi yapıldı. Muhtemelen enerji kozu ileri sürülerek rejimin Ukrayna başlığında etkisiz bir pozisyona çekilmesi sağlandı. Bu durum kendisini Rusya’nın Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınması oylamasında gösterdi. Oylamada kırk dört ülke karara kabul oyu verirken, Türkiye çekimser oy kullandı. Azerbaycan ise oylamaya katılmadı.
İşgalin üçüncü günü
İlk iki gün Rusya çeşitli yönlerden ülkeye girerken Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’den de defalarca masaya oturma çağrısı geldi. İkinci gün savaş sürse de Kremlin görüşmelerin yapılabileceğini açıkladı. Fakat Ukrayna yönetimi üçüncü gün Rusya’nın çeşitli şartlar dayattığını ileri sürerek görüşmeden vazgeçti.
O güne kadar Rusya’ya karşı yaptırımlarla yetinen Batı’nın açıktan para ve silah desteği sunmasının yanı sıra muhtemelen gayri resmî bir biçimde savaşa dahil olmaları da Zelenski yönetimini masadan uzaklaştırmış olabilir. Bunun en azından ilk elden anlamı maalesef savaşın uzaması ve çok sayıda insanın, ölmesi, yaralanması, çeşitli biçimlerde mağdur olması. Gerisi yalan ve propaganda.
Barış derken…
Evet, elbette öncelikle “barış” istiyoruz. Fakat barışı sadece bir savaş olmama hali değil, başka bir dünya arayışının bir biçimi olarak düşünelim. Savaş karşısında barış derken aslında başka bir dünyadan söz ediyoruz. Bunu konuşmanın imkânı ise dünya ezilenlerinin hakikatine dayanmaktan geçiyor.
Savaşı kara kafalıların, lanetlilerin, göç yollarında ölenlerin, dünyanın her yerinde sadece ulusal değil, tüm makbul sınırların dışına itilenlerin gerçekliğini esas almadan yorumlarsanız kendinizi -tıpkı bugün olduğu gibi- ya yeni çarların borularını üflerken ya da Afganistan’daki yıkımın ardından Taliban türünden insanlıktan uzak grupların imajını toparlamaya çalışan devletlerin sözcüsü olarak buluverirsiniz. Ezilenlerin hakikati en temel kerteriz noktası olduğunda liberal hümanizmin maskesi de düşüverir. Barış derken onurlu bir yaşamdan, ezilenlerin kurtuluşundan söz ediyoruz. Bugün sesi cılız da olsa bu arayış tüm dirayetiyle ayakta, umut da…
Ne yapacağız?
Yukarıda anlatmaya çalıştığım savaşın/barışın öyküsünün elbette birçok eksik tarafı var. Fakat asıl noksanlık bizim savaşı nasıl durduracağımızla ilgili. Tabii ki bundan kastım öncelikle Ukrayna’daki savaş. Fakat harp gerçekliği bu cephe ile sınırlı değil. Bütün dünyada sürmekte olana karşı ne yapacağız? Savaşı neyle durdurabiliriz sorusuna Nobel Ödüllü Rus gazeteci Dmitri Muratov “Gezegenimizdeki hayatı yalnızca küresel bir savaş karşıtı hareket kurtarabilir,” diye yanıt vermiş. Birçok insanın ortak olabileceği bir fikir. Hatta öncesinde pek görmesek de savaşın ilk gününden itibaren dünyanın birçok farklı coğrafyasında insanlar meydanlara çıkarak barış istedi. Bu uzun zamandır âdeta uyuşturulmuş dünyanın yavaş yavaş da olsa silkindiğine işaret ediyor. Buradaki sorunsa, beğenelim beğenmeyelim, tarihte iyi kötü bir kerteriz noktası olan Sovyetler Birliği’nin dağılması, kendi cismani varlığının ne anlam ifade ettiği bir yana farklı, umutlu bir yaşam düşlemenin olanağını da ortadan kaldırdı.
Fakat artık kaçabileceğimiz bir yer yok. İklim krizinin gölgesinde siber uzay dahil dünyanın bütününde süren post-modern karakterli yeniden paylaşım savaşı yaşam olanaklarını da bir hayli daraltıyor. Bütün bunlara karşı mücadele etmek zorundayız. Umudu ve ütopyamızı da bu uğraş içinde yeniden yeşertmekten başka yol yok…
Kaynak: Birikim dergisi