Bu Sefer ‘‘Dostluk Kazansın’’

[ A+ ] /[ A- ]

Evrensel Gazetesi

Hrant Dink Anısına…

Büyük maç geldi çattı. Futbol; bin yıllık ortak bir tarihe sahip iki komşu halkın arasına örülmüş duvarları aşındırmanın önemli bir adımı olacak.

Dünya Kupası Elemeleri 5. grup ilk maçında Ermenistan ve Türkiye’nin karşılaşması artık iki taraf adına da bir şekilde ilişki kurmanın kaçınılmazlığını gösterdi. Ermenistan-Türkiye maçı nedeniyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’ın davetini kabul ederek Ermenistan’a gidecek olması iki ülke ilişkileri açısından önemli bir tarihi gelişmedir. Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kurulan Ermenistan Cumhuriyeti’i ilk tanıyan ülkelerden biri olmuş fakat cumhurbaşkanı düzeyinde hiçbir ziyaret düzenlememiştir. Bu bağlamda ilişkisizliğin, kitleleri birleştirebilen futbol ile delinmesi, barış yanlıları adına mutluluk vericidir.

Öte yandan bu ziyaret iki ülke milliyetçileri tarafından ise daha gerçekleşmeden, hoş karşılanmamıştır. Türkiye tarafında CHP’de Deniz Baykal, Azerbaycan halkının, iktidarıyla, muhalefetiyle, tüm kesimleriyle Türkiye’nin gerçek dostu olduğunu vurgulayarak Türkiye’nin dış politikasını buna göre belirlemesi gerektiğini söylemiştir. Baykal, “Bana ‘Erivan’a maça gider misiniz’ diyorsunuz, Bakü’ye maça gitmeyi tercih ederim’’ demiştir. (1 Eylül 2008 Birgün Gazetesi)

MHP’de Devlet Bahçeli ise Baykal ile paralel bir açıklama yaparak “Dış baskı ve dayatmalara boyun eğilerek, içerdeki Erivan lobilerine teslim olunarak Ermenistan’a gidilmesi, tarihi bir gaflet olacak, böyle bir davranış Türkiye’nin onurunu yaralayacaktır” dedi. (2 Eylül 2008 Radikal Gazetesi)

Ermenistan cephesinde Taşnagtsuyun Partisi’nden Giro Manoyan ise “Bize kalsa, bu daveti yapmazdık. Bu ziyaret Türkiye’nin siyasetinin özünü değiştirmeyecek, şeklini değiştirecektir. Gül gelecek olursa, bu ziyareti sesimizi duyurmak için bir fırsat olarak kullanacağız” dedi. (2 Eylül 2008 Radikal Gazetesi)

Cumhurbaşkanı Gül’ün Ermenistan ziyaretinin Ermeni milliyetçilerin seslerini duyurmaya bir fırsat olacağı kuşkusuzdur. Gül’ün ziyaretinin protesto edilmesi ve maç sırasında İstiklal Marşı’nın yuhalanması gibi muhtemel milliyetçi tepkiler ne yazık ki olacaktır. Öte yandan içteki milliyetçi baskılara rağmen Sarkisyan hükümeti tarafından 1 hafta boyunca vize ve vize ücretinin kaldırılması yapıcı adımları olarak aklımızda yer etmiştir.

Abdullah Gül’ün Ermenistan’ı ziyareti kuşkusuz ki ilişkileri bir anda düzeltmeyecektir ama ilişkilerin normalleşmesi için atılan samimi adımların olması iki tarafta da barış yanlısı sessiz çoğunluk için umut olacaktır. Bu yapıcı adımlar futbol ile başlayıp siyasette de sürmesi iki halk adına da önemlidir. Bu bağlamda siyasilerin, milliyetçilik ile ucuz oy kazanma politikalarını bırakmaları ve geleceğe barış ve kardeşlik bırakmaları şarttır.

Maç Tarihi : Kristal Gece’nin yıldönümü

Ermenistan-Türkiye maçının 6 -7 Eylül 1955 olaylarının yıl dönümüne denk gelmesi ise kaderin başka bir cilvesi olarak not düşülebilir. Menderes başbakanlığındaki Demokrat Parti iktidarı zamanında devlete ‘’derinlik’’ katılarak organize edilen 6-7 Eylül olayları yakın tarihimizde azınlıklara uygulanan şiddet ve baskı politikalarından sadece biriydi. 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’un farklı bölgelerinde aynı saatte başlayacak kadar örgütlü bu olaylar, azınlıkların bilinçaltlarına korku, yağma, kundaklama ve tecavüz görüntülerini kazıdı.

6-7 Eylül olayları 20. yüzyılın başından beri bu topraklarda uygulanan sermayenin Türkleştirilmesi / Müslümanlaştırılması hareketinin önemli halkalarından biri olarak değerlendirilmelidir. Türk ve Müslüman olmayan her unsuru kendisine düşman gören ve yarattığı sanal korkulardan beslenerek iktidarını sağlamlaştıran ulusalcı / milliyetçi bu zihniyet Anadolu halklarına kan ve gözyaşından başka bir şey vermemiştir. Ektiği düşmanlık tohumları bugün şiddet ve linç kültürünü yeşertmiş, tahammülsüz bir toplumsal yapı meydana getirmiştir.

Türkiyeli Ermeniler adına ‘’milli’’ maç

Şüphesiz ki Ermenistan – Türkiye maçını heyecanlı bir şekilde, değişik duygular ile bekleyen tek topluluk Türkiye Ermenileri’dir. Kısa da olsa futbol ile birlikte gerçekleşecek bu yakınlaşma Türkiyeli Ermeniler adına da önemlidir. Futbolun kitleleri birleştirici tarafı, 2008 Avrupa Şampiyonası’nda hiç de azımsanmayacak kadar Türkiyeli Ermeni’nin Fatih Terim’in başında olduğu (!) Türkiye’yi desteklemesi ile de örneklenebilir. Tabi burada Avrupa Şampiyonası’ndaki Türkiye’nin gösterdiği son dakika performanslarının da etkisi vardır.

Türkiyeli Ermeniler tarihsel kıyımlar ve baskılar sonucu içe kapanan bir yapıya bürünmüşlerdir. Yediği yumruklardan hali kalmamış bir boksörün, yumruklardan korunmak için kollarını kafasının önünde birleştirip, vücudunu kapatarak gard alıp, savunma yapması misali bir içe kapanmaktır bu. Bu içe kapanmanın en büyük getirisi ‘’haklı olma halinde dahi susmadır’’, çünkü burası Türkiye’dir. Bu bağlamda Ermenistan’ın atacağı bir golün sevincini ve heyecanını genç nesil ‘’bağırarak’’, yaşlı nesil ise onları ‘’susturarak’’ yaşayacaktır. İşte bu Türkiyeli Ermeni olmak böyle bir şeydir.

Kafkaslar’da kurtlarla dans

Hazar Denizi ve Asya’daki enerji kaynaklarını önemini kazanmasından sonra Ermenistan ve Türkiye ilişkileri de değişmeye başlamıştır. ABD, AB ve Rusya sermayelerinin bölgede rahatça hareket edebilmeleri ve bu üç aktörün stratejik çıkarlarını koruması adına Kafkasya’da istikrar giderek daha da önem kazanmıştır. Bu bölgenin üç genç cumhuriyeti olan Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’ın ekonomik anlamda istikrarını, politik anlamda da sağlamak üzere bu üç aktörün çeşitli yatırımları vardır. AGİT Minsk Grubu, Dünya Bankası, Açık Toplum Enstitüsü ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USIAD) gibi oluşumlar bu üç genç ülkenin kendi aralarında olan ilişkileri ile Türkiye’yle olan ilişkilerini geliştirmek için çalışmalarda ve yatırımlarda bulunmaktadırlar.

Çeşitli sermeye gruplarının ülkeler arasındaki ilişkileri geliştirmek için yaptıkları çabalar sonucunda kendilerine ”kar” olarak dönecek projeler içindir. Bu bağlamda Türkiye-Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerinin düzelmesi, sermeye gruplarının kar amaçlı projeleri ile değil halkların önderlik ettiği projeler ile olmalıdır. Sermaye ile ilgili ‘’dostluk’’ projeleri kapitalizmin ilk krizinde ya da projeler kar değerlerini yitirdikleri anda ‘’dostluk’’ değerini yitirir. Bu sahte dostluklar karşısında biz Türkiyeli ve Ermenistanlı yurttaşlar olarak, Ermenistan kanadında Karabağ probleminin barışçıl bir şekilde çözülmesi için adımlar atılması için, Türkiye kanadında ise sınır kapısının açılması için kampanyalar örgütlenmeliyiz.

Milliyetçilere ve Neo-liberallere rağmen halkların kardeşliğini savunmak

Türkiye’de ise ilişkiler CHP’nin mütekabiliyet hukuğu ile AKP’nin millet-i hakime anlayışı arasında sıkışmış durumdadır. CHP azınlıklar ile ilgili alınan her kararda Yunanistan ve Balkan Türklerini işaret ederek mütekabiliyet istemekte yani buranın asli haklarından olan azınlıklara yabancı demekte onları ‘’misafir’’(!) olarak görmektedir. Diğer tarafta ise AKP ise millet-i hakime anlayışı ile Türkiye’deki diğer halklara Osmanlı misali ‘’hoşgörü’’ politikası uygulamaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili pek çok kitapta Osmanlı‘nın sınırları içindeki gayrimüslim tebaaya geniş haklar (!) verildiği ve azınlıkların ‘huzur’ ve ‘refah’ içinde yaşadığı anlatılır. Osmanlı’nın ne kadar ‘’hoşgörülü’’ olduğundan dem vurulur. Yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan diğer halklara ‘’hoşgörülü’’ davranmak, onları bu topraklarda ‘’misafir’’(!) gibi görmek her zaman teşhir edilmesi gereken bir Osmanlı /AKP düşünce biçmidir. Bunun teşhir edilmesi ‘kendine demokratların’ maskelerini düşürmek için önemlidir.

Öte yandan azınlıklar da kısmen bu millet-i hakime hukuğunu içselleştirmiş durumdadırlar. Yüzyıllardır sürdürülen bu politikanın halk kitleleri tarafından içselleştirilmesini kısmen anlayabilmekle birlikte kimi düşünürlerimizin bu anlayısı bir çeşit kurtuluş yolu olarak görmelerini ve denize düşenin yılana sarılması misali milliyetçilik karşısında ümetçilik tarafında saf tutmalarını anlayamıyoruz. Unutmamalıdır ki Hrant Dink cinayetine giden yolun önemli taşlarında birini de AKP’nin hükümet sözcüsü Cemil Çiçek döşemiştir. Cemil Çiçek’in Ermeni Konferansı için mecliste ”Bizi sırtımızdan hançerliyorlar” açıklaması hala hafızalardadır ve AKP’nin farklı olana, demokrasite karşı tavrını göstermektedir. Düşmanımızın düşmanı bizim dostumuz değildir.

AKP yanlısı neo-liberaller bilmedirler ki bugün Ermeni sorunu aynı zamanda Kürt sorunudur, Kadın sorunudur, Alevi sorunudur. Bu sorun ancak ve ancak Feministler, Sosyalistler, Rumlar, Süryaniler, Yahudiler, Kürtler, Aleviler, Eşcinseller, Ekolojistler ve işyerinde patron baskısı gören işçiler ile birlikte çözülebilir. Ezilenlerin bir araya gelip birbirlerini kollamaya başlayarak, ‘yaratılan’ kamplaşmalara karşı koymaları zordur fakat ‘’gerçek demokrasiye’’ ve ‘’gerçek eşitliğe’’ ulaşmak için ‘’tek yol’’da budur.

Nor Zartonk

www.norzartonk.org