Sayat TEKİR*
‘’Yine gerçeklerden açtık kapıyı,
Bir pirin önünde kıldık tapıyı.
Arı birlik ile yapar yapıyı,
Birlik ile bitmeyende bal olmaz.’’
Pir Sultan Abdal, Gelin Özümüze Sitem Edelim
Türkiye’de Müslüman olmayan halklara yönelik, devletin organize ettiği yağma ve saldırılar olarak gerçekleşen 6-7 Eylül 1955 Pogrom’u üzerinden, 59 sene geçti. Geçen bu 59 senede, ülkede Ermeniler halen öldürülmekte, Kilise ve Sinagog saldırıları halen olmakta, Ermeni ya da Rum kelimesi halen küfür olarak kullanılmakta ya da öncesinde ‘’affedersiniz’’ denilerek anılmaktadır.
6 Eylül 1955’te İstanbul ve İzmir’de başlayan saldırılar neticesinde, içlerinde evlerin, işyerlerinin, ibadethanelerin ve okulların bulunduğu 5 binin üzerinde mekan kundaklanarak, yağmalanarak ya da tahrip edilerek saldırıya uğradı. Bu saldırıların yanı sıra cinayet, yaralama ve tecavüzler de yaşandı. Saldırganların bir kısmı farklı illerden organize edilerek getirilmiş kişilerdi. Bu organizasyonu, 6-7 Eylül pogromu olduğu sırada Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli olan, 1988-1990 yılları arasında MGK genel sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu ,sonradan yalanlasa da, verdiği bir röportajda “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.’’ diyerek ortaya koydu.
Bir çok Rum, Ermeni ve Yahudi’nin yurtlarından kopmasına yol açan 6-7 Eylül Pogromu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dilinden düşürmediği ve bir demokrasi şehidi olarak bahsettiği Adnan Menderes hükümeti döneminde gerçekleşti. 6-7 Eylül Pogrom’u CHP, DP, AP ya da AKP (vs.) fark etmeden hükümetler üstü bir devlet politikasının uygulamalarından sadece biriydi. Halkları birbirine kırdıran bu politikanın amacı sermayenin Türkleştirilmesi ve toplumun homojenleştirilmesidir. 1915 Ermeni Soykırımı ile başlayan bu devlet politikası, Cumhuriyet döneminde farklı uygulamalarla devam etti. 1923 nüfus mübadelesi, 1934 Trakya Pogrom’u, 1936 Beyannamesi, 1941 Yirmi Kura Askerlik, 1942 Varlık Vergisi ve 1964 Sürgünü de bu politikanın diğer parçalarıdır.
Türk-Müslüman-Sunni-Erkek olmayan ya da kendine biat etmeyen her unsuru kendisine düşman olarak gören, halkların arasında yarattığı karşıtlıklarla sanal korkulardan beslenerek iktidarını sağlamlaştıran bu ırkçı devlet politikası, Anadolu halklarına kan ve gözyaşından başka bir şey vermedi. Bu ırkçı devlet politikası; hükümeti, paramiliter ya da kolluk kuvvetleri, derin devleti ya da istihbaratı ile tüm katliamları organize etti ya da göz yumdu. Yine bu politikanın uygulayıcıları failleri cezasız bırakarak katliamları adeta teşvik ettiler. 6-7 Eylül Pogromu sonrası ilk olarak Aziz Nesin, Nihat Sargın, Kemal Tahir, Asım Bezirci, Hasan İzzettin Dinamo ve Hulusi Dosdoğru gibi dönemin önemli sosyalistleri tutuklanıp sonra serbest bırakıldılar. Sonrasında tutuklanan olayın failleri ise ceza almadan serbest kaldılar.
Bu ırkçı devlet politikasının uygulayıcıları; 6-7 Eylül 1955 Pogromu öncesi aynı 1978’de Maraş Katliamı’nda olduğu gibi kapıları işaretlediler, aynı 1980 Çorum Katliamı’nda olduğu gibi evlere ve işyerlerine saldırdılar ve aynı Madımak Oteli’ini yaktıkları gibi Rum ve Ermeni Kiliseleri’ni ateşe verdiler. Kitleleri kışkırtmak için dün 6-7 Eylül’de ‘’Atamızın evi bomba ile hasara uğradı’’ diye başlık atanların, Sivas’ta 1993’te ‘’Aziz Nesin dinimize ve peygamberimize küfür ediyor’’ diye bildiri dağıtanlardan ya da 2013 Haziran’ında meydanlarda ‘’Camiye ayakkabılarıyla girdiler, içki içtiler’’ diye haykıranlardan farkı yoktur.
Ektiği düşmanlık tohumlarını sürekli diri tutan bu zihniyet, şiddet ve linç kültürünün sürekli besledi. Daha birkaç gün önce Mahir Çetin adlı bir genç, 30 kişilik ırkçı bir grup tarafından, Kürtçe konuştuğu gerekçesiyle (!) linçe uğrayarak öldürüldü.
Üzerinden 59 yıl geçmesine rağmen 6-7 Eylül 1955 Pogromu günümüzde de halen devam eden hükümetler üstü ırkçı devlet politikasını gözler önüne sermektedir. Bu politika mevcudiyetini devam ettirmek için önyargılar ve karşıtlıklar yaratarak halkları birbirlerine düşürmektedir. Tüm bunlar ışığında bizler, Ermeniler, Türkler, Rumlar, Aleviler, Yahudiler, Kürtler ve tüm kardeş halklar; tek dil, tek din, tek bayrak ve tek millet anlayışına karşı birlikte mücadele etmek zorundayız. Bizler; tüm ezilenler, her türlü ayrımcılığa karşı eşitlik, özgürlük ve kardeşlik mücadelesi yan yana, omuz omuza vermeliyiz.
* Nor Zartonk Dergisi, Eylül-Ekim 2014 sayısında yayınlanmıştır.