Baraja Benden Bir Kalça

[ A+ ] /[ A- ]

20150529_125410

Diren Cevahir Şen
Feminist Politika Dergisi, Sayı: 27

Yaşamım genel olarak “aktivist gibi” geçtiğinden zahir, “milletvekili adayımız sen olur musun?” ve “sizin oradan sen aday olsana” cümlelerini bana işittiren heyetler karşıma dikilinceye kadar ben meseleyi ciddiye almamıştım hiç. Zira önceleri arkadaşlarım çoğu şaka, yarı ciddi söylerlerdi böyle şeyleri. “Sen meclise girsen meclis kahkahadan yıkılır, atarsın bir iffetsiz kahkaha, mecliste şenlik yaparız…” gibi cümleleri öyle çok duydum ki.

İş gereği yine Bartın’a gitmelerimden birinde, babamın telkiniyle bir HDK toplantısına katıldım. Bir salon dolusu erkek ve azıcık kadın bana bakıyorlardı ve bir şey söyleyecek gibiydiler. Toplantının hiç odaklanamadığım bir kısmı,“eş başkan böyle dedi”, “başbakan şunu yaptı”, “bakan bu etti…” minvalinde sohbetle geçti. Bense için için o salondan kalkıp sokaklara atmak istiyordum kendimi. Konuşulanları dinlemediğim ve kendi dünyamda zihinsel bir gezintiye çıktığım saniyelerde; “Diren!” dedi bir ses.: “Biz aday olarak seni düşündük. Hem kadın hem gençsin. Ve kenti tanıyorsun. Adayımız sen olur musun?” Çok ciddilerdi. Benzer cümleleri bir hafta sonra birlikte politika yaptığım ekoloji meclisinden arkadaşlarımdan da işittim. Herkes ciddiydi.

Ne kadar tarihi bir seçim olduğunu biliyorduk. 13 yıllık AKP iktidarı toplumun tüm kesimleri için işkence halini almıştı. Bu dayanılmaz halleri yaşarken herkes bir çıkış arıyordu kendince. Benim çıkışım ise HDP’nin barajı aşması için bir şeyler yapmaktı. Ama bunun milletvekili adayı olmak suretiyle olabileceği hiç aklıma gelmezdi. Bir sürü iç konuşmadan ve yakın çevremden birkaç kişiyle paylaştıktan sonra aday olmayı kabul ettim.

Bartın’a bu kez “başka türlü” gidecek olmak beni hem heyecanlandırıyor, hem de korkutuyordu. Bu benim için sıradan bir durum değildi. Üstelik HDP’den aday olmak Bartın’da nasıl karşılanır pek fikrim de yoktu.

Ortada öyle kocaman bir ekip yok, korumak adına öğrencileri, soruşturma geçirtmemek adına da kamu çalışanlarını aktif çalışmalara katamıyoruz. Peki ben ne yapacağım bu kadar saat, gün, hafta? Nasıl bir çalışma yürüteceğim? Zaten 2 milletvekilinin meclise gönderildiği Bartın’da, 2. sıra adayı da atamayla gelen ve kente dair tek bir fikri olmayan son derece “erkek” bir aday. Eyvah! Tek başınasın Diren.
Diğer partiler amiyane tabirle “bangır bangır” propaganda yaparlarken, RTE TVlerde açılışlar için boy gösterirken ve hemen her gün HDP’ye yönelik bir saldırı haberi gelirken, kendimi ne kadar iyi hissedebilirsem o kadar iyi hissettim. O saldırıların bir gün her sokağında ayak izim olan şehirde benim de başıma gelebileceğini düşünmemiştim ne yalan söyleyeyim. Çünkü “burada böyle şeyler olmaz” denmişti hep. Olmamasına sebep olarak 12 Eylül koşullarında dahi münferit iki olay dışında faşist saldırı yaşanmaması düşünülüyordu. Ve fakat parti teşkilatı tabelasının takıldığı günün ertesi gecesi, ilk saldırı gerçekleşti. Yirmi kişilik grup önceden organize olarak saldırmaya karar vermişti. İki kişi yandaki çatıya çıkmış, pankartı ve tabelayı indirmişlerdi. TV an be an olanları vermişti.Şaşkın, endişeli ve öfkeliydim.
Her yıl pikniği olurmuş öğrencilerin.Komşu illerin adaylarıyla birlikte oradaydım. Her şey gayet iyiydi, eğleniyorduk. Eli baltalı yirmi kişi öğle yemeğimizi yerken saldırdılar bize. Çok korktum. Provokasyona gelinmesi ihtimalinden, birinin yaralanması, ölmesi ve saldırıya uğrama ihtimalimden…. Bunlar olmadı ama annesi o piknikte yemek yapmakla görevli küçük çocuğun bana can havliyle sarılıp ağlamasını ve göğsümde hissettiğim kalp atışlarını hiç unutmayacağım.

Başka bir akşam ise 190 promil alkollü bir adamın daha saldırısına uğradı parti.Çok içerlemiş ve kiremit atmak istemiş binaya.Ve biz yine gece yarıları karakollarda…

Tüm bunlar olurken bir de sokaklarında gece yarıları, sabaha karşıları, geceleri ve gündüzleri özgürce dolaşabildiğim Bartın’da yalnız yürüyemez olmuştum. Tacize de uğradığım halde yıllar önce korkmamıştım yürümeye, hem de yalnızken ve geceleri. Şimdiyse olur olmaz arkama dönüp bakıyor, belli bir saatten sonra yalnız çıkmıyor, çıkarsam beni bırakmalarını istiyordum.Bunlar bu şehirde yaşama ihtimalimin hiç olmadığını düşündüğüm şeylerdi ve iyi hissetmiyordum.

Bana kendimi iyi hissettiren şeylerse hep kadınlarla yaptığım çalışmalardı. “Galla bazarı” diye de bilinen Bartın’ın o tarihi pazarına aday olarak gitmek beni strese soksa da; yıllarca kendi bahçelerinde ürettikleri taze sebzeleri satın aldığımız ve bir kısmı da tanıdık olan kadınlar beni aday sıfatıyla karşılarında görünce değişik tepkiler vermediler değil. En çok muhatap olduğum sorulardan biriyse“aslen nerelisin?” idi. Çünkü HDP bir Kürt partisiydi ve benim “buralı” olarak, “orada” ne işim vardı? Teorik propaganda tarzıyla gidilemeyeceğini, bunun bir karşılık bulamayacağını biliyordum taşrada. Fakat dokunmak hep iyi gelir ya ve bakmak, tam da öyle oldu. Sadece bakarak ve dokunarak da çoğu şeyi anlatabildiğimi deneyimledim.
Kadın Dayanışma Derneği’ne gittiğimde sadece kadın, hatta feminist olduğum için bana oy vereceklerini söyleyen kadınları gördüm. Çünkü feministler dayanışma gösteriyorlardı kadınlarla.Ve devlet ha bire saldırıyordu feministlere.
Barajı aşıp aşamayacağımız problematiği beynimi yiyordu. Karamsardım. Belki de meseleye Karadeniz’den bakıyordum.Ama ne yapabilirdim ki? Bir buçuk aydır Bartın’daydım, seçim dönemi boyunca sadece iki kez il dışına çıkmıştım ve rahatça seçim çalışması yapamadığım koşullar yaşıyordum.

Yargılandığım bir HES davası duruşmasında,kısa süre için de olsa yanımda olmak için kilometrelerce öteden gelen bir arkadaşım nefes aldırdı bana ilk olarak.Öyle eğlenceli bir çalışma yaptık ki, otobüs yazıhanesi çalışanından dahi oy istedi beni tanıtarak. Hiç gitmesin istedim.

Seçime bir hafta kala benimle dayanışmak için üç yol arkadaşım daha geldi. “Stant açalım, biraz daha görünür olalım” dedik. İlk yarım saati sakin geçen çalışmanın ilerleyen dakikalarında birilerinin organize olduğunu fark ettik. Toparlandık ama takip edildik. Parti önüne geldiğimizde ise tehdit, hakaret ve taciz başladı. Hapsolmuştuk ve dışarıda bekleyen üç beş adamın arasından çıkıp gitmeye cesaretimiz yoktu. Kendimi hiç bu kadar güvensiz hissetmemiştim. Bu kadarını kaldırabileceğimden emin değildim. Barajı aşamazsak eğer, nasıl yaşardım? İstanbul’dan gelen ve biraz olsun rahatlamamı sağlayan arkadaşlarım giderken ben, bana 1 yıl gibi gelen o 1haftayı nasıl geçireceğimi düşündüm..

Esasında o son olaya kadar ben ne kadar ciddi bir şey yaptığımı anlamadığımı fark ediyorum şimdi. Deli olmalıyım, ya da gözü çok kara. Politika yaparken metropoldeki gibi rahatça sokağa çıkılan, ekiplerle çalışılan kampanyalarımız olmadı bizim. Ve fakat bu tip saldırılarla karşılaşacağımı düşünmemiştim.Üstelik bire bir çalışmalarda tek bir olumsuzluk da olmamıştı.“HDP’de ne işin var?” sorusuna sıklıkla maruz kalsam da, ben “bizim gız”dım. Ancak yine de anlıyorum ki, Bartın’da da oldukça örgütlü bir faşizm var. Olmaması için bir sebep yok zira.
Aday olurken seçilemeyeceğimi, seçilirsem aslında bunun bir devrim anlamı taşıyacağını biliyordum. Amaç zaten baraja bir kalça atıp yıkmak ve görünür olmaktı. Oyları yüzde 5.2 arttırarak buna yaptım; kampanya boyunca bana hep dokunan feminist yoldaşlarımdan da aldığım güçle.