Nesi Altaras
2 Ocak’ta Yahudi, Rum, Ermeni ve Süryani gençlerden oluşan bir grup sarayda Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan ile buluştu. Paylaşımında Türk Yahudi Toplumu inşaat süreci tartışmalı olan sarayın yeni isim projesine ortak olarak Milletin Evi ibaresine yer verdi.
Bu buluşma meşrulaştırma projesinin bir uzantısından başka nasıl bir şey olabilir? Şalom’dan Sibel Konfino’nun haberine göre katılan gençler toplumumuzun sorunlarından bahsetmiş. Sinagoglara yapılan ırkçı saldırılar ve kamuda Yahudilerin çalışmıyor olmasına dikkat çekilmiş. Toplantıda Doğan, Yahudi toplumunda “öğretilmiş çaresizlik” olduğunu söyleyip cemaat üyelerinin “bilerek öne çıkmadığı” kanısına varmış. “Yeni nesil gençlerin sesinin daha gür çıkması gerektiğini” vurgulamış. Bu şekilde özellikle kamu istihdamındaki ayrımcılık için mağdur olan tarafı sorumlu tutmuş, devleti tamamen aklamış.
Bu toplantıyı yapıcı bulduğunu söyleyen açıklamalar ancak şaşkınlıkla karşılanabilir. Katılan Yahudi gençlerden Sarp Kaston, Şalom’daki yazısında “her şeyden önce devletin içinde gayrimüslimleri problem olarak görenler olduğu sürece de kolay kolay değişmeyecekti” diyor. Kaston kurumsal antisemitizm sorununu ‘problem olarak görenler‘ diyerek birkaç kişinin yarattığı bir sorunmuş gibi çiziyor. Ancak işin doğrusu devletin her kademesinde antisemit açıklamalar, Soros üzerinden geliştirilen antisemit komplolar gördük ve görmeye devam ediyoruz. Ülke yönetiminden bazı kişilerin tasfiyesinden ziyade sistematik çözüm gerekiyor ve bu çözümlerin saray toplantılarından çıkmayacağı gayet belirgin.
Yazısında Türklük vurgusu yapan Kaston “orada bulunan her genç bu ülkede doğan, kendini bu ülkenin bir parçası hissetmeye çalışan kişilerdi” diyor. Bu şekilde, meşrulaştırma toplantılarını eleştirenleri ötekileştiriyor, sanki saray görüşmesine karşı olmak ülkesini sevmemek demeye getiriyor.
Saray ziyaretçilerinin fark etmesi gereken şey Yahudi sorunlarının sadece maruz kaldığımız ayrımcılıkla sınırlı olmadığı. Saray’a giden gençler Yahudi toplumunun küçüldüğünü belirtmiş. Neden göç veriyoruz? Antisemitizmin tırmanışı göç sebeplerinin sadece bir kısmı. Diğer göç sebepleri ise Yahudilere özgü değil. Türkiye’de yaşayan her genç gibi, genç Yahudiler için de iş imkanlarının yetersizliği ve ifade özgürlüğünün kısıtlı olması göç sebepleri arasında geliyor. Türkiye’nin neredeyse tüm gençleri yurtdışında yaşamak istediğini söylerken İspanya-Portekiz vatandaşlıkları sayesinde AB’de veya aliyah yaparak İsrail’de yeni bir hayata başlama şansı olan genç Yahudilerin Türkiye’den ayrılıyor olması şaşırtıcı değil.
Neler Yahudi Sorunları?
Gençlerin ülkeden ayrılmak istemesine sebep olan her sıkıntı bir Yahudi sorundur. Toplumumuzun geleceğini ve küçülmesini konuşurken bunu görmezden gelemeyiz. İfade özgürlüğü de bir Yahudi sorunudur. Yahudilerin de ifade özgürlüğüne ihtiyacı var. Genç işsizlik de bir Yahudi sorunudur. LGBTİ+ hakları da bir Yahudi sorunudur. Aile içi şiddet de bir Yahudi sorunudur. Herhangi bir Yahudi’yi derinden etkileyen her şey Yahudi toplumu olarak bizim sorunumuzdur. Bu sorunların çözümünü Saray’da bulmak mümkün değil. Yahudi toplumu liderleri onyıllardır çözümü devlete yakınlıkta aramayı, ülkenin geneliyle beraber yüzleştiğimiz sıkıntılar karşısında kayades politikasını uygulamayı sürdürüyor. Elde ettikleri sonuç ise daha antisemit bir Türkiye ve durmadan küçülen ve fakirleşen bir Yahudi toplumu. Saray ziyareti bilançosu kabarık ve başarısızlığı aşikar devlet yakınlığı politikasının bir devamı. Toplumumuza yarar sağlamayan bu politikanın neresinden dönülürse kardır.
Bu tür ‘diyalog’ toplatıları henüz problemlerin tespit dahi edilmemiş olduğu iddiası üzerine kurulu. Ancak Türkiye’de Yahudi gençlerin sorunlarının ne olduğu kesinlikle bir bilmece değil. Bu toplantıda Yahudi gençler sadece ayrımcılık ve ırkçı saldırılar gibi devletin kolayca içinden sıyrılabileceği, devletin topluma atfedebileceği sorunlardan bahsetmiş. Devletin direkt olarak faili olduğu sorunlardan ise tabii ki bahsedilememiş. Bunun için katılımcıları suçlayamayız. Saray’da el konulan sinagog vakıflarının iadesini, Varlık Vergisi’ne tabi tutulan insanlar için özür ve tazminat, nefret suçu yasasının kuvvetlendirilmesi, gibi doğrudan devletin muhattap olduğu sorunları ifade etmek mümkün değil.
Toplantıda mevzubahis edilen sorunlar hem anlatan hem dinleyen tarafça zaten biliniyor. Bu mizansenin tek amacı sarayın çok kültürlülük imajını meşrulaştırmak, #MilletinEvi gibi yeniden isimlendirme çabalarına gaz vermek. Bu tarz görüşmeler maalesef katılımcılardan birinin ifade ettiği gibi “verimli ve yapıcı” olamaz, çünkü amaç bir şey ‘yapmak’ değil. Diyalog toplantısını gerçekleştirerek zaten istenen şey ‘yapılmış’ oluyor.
Yakınlığın Amacı
Bu toplantılar ancak katılanlara önemli olma hissini veya güce yakın olma zevkini verebilir. Katılımcılar da tam olarak bunu ifade etmiş: Kaston “orada bulunmak en azından benim için önemliydi” derken başka bir katılımcı “Üst düzey bir devlet çalışanı ile böyle bilgi alışverişi yapabilmek her şartta bir ayrıcalıktır” diyor. Üçüncü bir katılımcı ise toplantının tek sonucunu açıkça söylemiş, belki de hakikatı ele vermiş: “devlet büyüğü ile Türk Yahudi Toplumunun yaşadığı problemleri konuşmak hoşuma gitti.” Varlığı reddedilmeyen sorunları ‘önemli’ bir kişiye ifade etmek dinlenmeye alışık olmayan Yahudiler için hoş bir deneyim.
Ancak olması gereken sadece makbul sorunların değil, her sorunun konuşulabilmesi. Karşımıza sadece bizi dinlermiş gibi yapacak değil harekete geçecek muhataplar alabilmek. Sadece sormak ve anlatmak değil, talep etmeye de ihtiyacımız var. Bir azınlık toplumu olarak talep etme fikrine alışkın değiliz. Ama vatandaş olarak alışmak zorundayız. Yahudi sorunu konseptine geniş perspektiften bakarken, toplumumuzun yaşaması, gelişmesi, nefes alması için gereken değişimlerin sadece bizi ilgilendirmediğini anlayabilmemiz gerekiyor. Boğaziçi protestolarından da görüyoruz: Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz.
Kaynak: Avlaremoz