Asker Ölümlerinde Kimden Şüphelenmeliyiz?

[ A+ ] /[ A- ]

Ayhan BİLGEN
Evrensel Gazetesi

Sevag Şahin Balıkçı terhisine 23 gün kala ve ilginç bir tesadüf (!) eseri 24 Nisan’ın yıldönümünde arkadaşının silahından çıkan kurşunla hayatını kaybeden bir asker. 5 Kasım Pazartesi günü Diyarbakır’da görülecek davaya dikkat çekmek için Cumartesi annelerinin her hafta yaptığı Galatasaray eyleminin ardından 12.30 da anılacak.

Şüpheli asker ölümleri son yılların insan hakları ihlalleri içerisinde önemli bir yer tutuyor. Ne yazık ki bir çok alanda olduğu gibi bu konuda da ne etkin idari soruşturma mekanizmaları işletiliyor, ne yargılama sürecinin sonucunda vicdanları rahatlatacak bir noktaya ulaşılıyor ne de meclis denetiminden ikna edici bir sonuca ulaşılıyor.

Yasama, yürütme ve yargı içinden insanların acılarını bir nebze olsun hafifletecek tabloların çıkmıyor olması bir sistemin kokuşmuşluğunu, çürümesini göstermeye yeter. Ama daha kaygı verici olan sivil denetim ve baskı mekanizmalarının, toplumsal izleme ve müdahale araçlarının zayıflığıdır.

İnsani değerler ve buna dayalı duyarlılığın gün geçtikçe yok olmaya yüz tuttuğunu kabullenmek hepimiz için zor bir durum. Bu tip olaylarda yakınlarını kaybedenlerin acısı ile kıyaslanmasa ve ateş hala sadece düştüğü yeri yaksa da karşı karşıya bulunduğumuz büyük felaketle güç yetirebildiğimiz ölçüde yüzleşmeliyiz.

Gösterilerde güvenlik güçlerince açılan ateş sonucu hayatını kaybedenler, askerde “şüpheli ölüm” şaibesi ile üstü örtülenler, cezaevlerinde sessiz sedasız ölüme terk edilenler, Türkiye insan hakları karnesinin yüz kızartıcı parçaları değil asıl yüzü olarak görülmelidir.

“Türkiye’ye yakışmayan sahneler” tanımlamasını bu nedenle son derece zayıf, yüzeysel hatta gerçekle yüzleşmeyi engelleyen yaklaşım olarak ele almalıyız. Bu tür vakalar bir rejimin gerçek karakterini ele verir.

Cumhuriyeti halka açmayı, cumhuriyet törenlerini halka açmak sanan bir tartışmanın içerisindeyiz. Cumhuriyet içinde alternatif aramak yerine cumhuriyet törenleri için alternatif aramayı muhalefet sanıyoruz. Sisteme başkaldırı gibi sunmaya çalışıyoruz.

Toplumsal çabaların siyasal karar süreçleri üzerinde etkin sonuç doğuramıyor olması, Türkiye devlet ve siyaset düzeninin temel yapısal sorunudur. Bu konuya odaklanmadan, buna dair arayışlar içine girmeden hiçbir acıya son vermek, hatta asgari sorumluluğumuzu yerine getirmiş olmak mümkün gözükmüyor.