Zeynep Ekim ELBAŞI
Agos Gazetesi
Hrant Dink Vakfı’nın sözlü tarih projesi için Dersim’e gitmemize birkaç gün kala, mahallede bir komşumuza rastlıyorum. Belli ki annemden duymuş, “Tunceli’ye gidiyormuşsun” diyor bana. Yüzünde “Herhalde istekli gitmiyorsundur, mecburidir, vah vah!” ifadesi var. Giydiğim şorta bakıp “Orada böyle giyinme, Kürt erkekleri var orada şimdi” diyor. Dişlerimi sıkıp derin bir nefes alıyorum, “Eh be teyzeciğim, ben Dersim’e gidiyorum, Tunceli’ye değil” demek istiyorum ama susuyorum.
Kente girerken Zazaca bir tabela karşılıyor bizi. Çantaları otele bırakır bırakmaz dışarı çıkıp kalabalığa karışıyoruz. Birçok örgütün ve derneğin standı sıra sıra dizilmiş. ‘Dersim Ermenileri Derneği’nin standına yöneliyoruz. Sonradan adının Mehmet Ali olduğunu öğrendiğimiz, yirmili yaşlarında bir adam karşılıyor bizi. Sohbete başlayınca, anneannesinin Ermeni olduğunu öğreniyoruz. Dersimli Ermenilerle görüşmek istediğimizi söylüyoruz; bize yardımcı olabileceğini düşündüğü birçok kişiyle tanışmamızı sağlıyor. Mehmet Ali Dersim’deki ilk arkadaşımız, standı da uğrak yerimiz oluyor.
Ertesi gün heyecanla arıyor bizi. Bize yardım etmek isteyen yeni birilerini bulmuş. Tanışacağımız kişinin adı da Mehmet. 30’lu yaşlarında. Köyünde yaşlı bir Ermeni kadının yaşadığını, bizi onun yanına götürebileceğini söylüyor. Sözleştiğimiz saatte buluşuyoruz ve Mazgirt’e bağlı Göktepe köyüne doğru yola çıkıyoruz. Yolda, dağlardaki kocaman yazılar ve bayraklar gözümüze çarpıyor: “Ne mutlu Türk’üm diyene!”, “Güçlüyüz, Cesuruz, Hazırız, Komando!” Hem ironik, hem de ürkütücü bir gövde gösterisi…
Amanat Teyze
Köye ulaşıyoruz. Şirin bir köy evi; balkonunda iki yaşlı kadın oturuyor. Görüşeceğimiz teyzenin adı Amanat. İlk anda gelmiyor aklımıza ama, adının ‘emanet’ kelimesinden geliyor olabileceğini tahmin ediyoruz. Neden ‘emanet’, kime emanet acaba Amanat Teyze? Hikâyesini çok hatırlamıyor ama anlattıkları, bu konuda bir fikir veriyor: “Büyük kırım olmuş, çok kötü şeyler yaşanmış. Babam bu köye bırakılmış. Köyün beyi sahip çıkmış ona. Hiç kötülük etmemişler bize, ama çok çalıştırmışlar.” Fazla zorlamak istemiyoruz Amanat Teyze’yi.
Amanat Teyze’nin erkek kardeşi Sıtkı Bey’i görmek üzere Mazgirt’in yolunu tutuyoruz. Evin yakınında bir duvar yazısı: “Dünya kadının emeğiyle güzelleşir.” Dağlarda gördüğümüz yazıların aksine, bu kez içimiz açılıyor. Sıtkı Amca kasketli, pos bıyıklı, güleryüzlü bir adam. Bahçedeki bir elma ağacının altını gösterip “Şuraya oturun” diyor. Sohbete başlıyoruz. 1915’i, kız kardeşiyle neredeyse aynı kelimelerle anlatıyor. Ara ara çeşitli âşıklardan mısralar okuyor, sık sık da gülümsüyor. ‘Ermeniliğe’ dair hatırladıkları, birkaç akrabasının Ermenice adından ibaret.
Özellikle Dersim’in merkezinde konuştuğumuz kişilerin Ermeni kimliklerini sahiplenmelerinin miladı, Hrant Dink’in öldürülüşüne denk düşüyor. “Benim anneannem, dedem, babaannem Ermeni’ydi” diyor birçok Dersimli. Ama belli ki, geçmişte Dersim’de kimlikleriyle pek de rahat bir hayat sürmemişler. Amanat Teyze’nin adı bile onun bir ‘öteki’ olduğunu söylemiyor mu?
Kürt erkeği Can Yoldaş
Akşam stadyumda yapılacak olan konsere gitmek üzere meydandan geçerken, dokuz-on yaşlarında bir kız çocuğu “Toplu mezarların açılması için bir imza verir misiniz?” diyerek durduruyor bizi, yaptığı işi oyun olarak görmediğini belli eden bir yüz ifadesiyle.
Gündüz birlikte köy köy dolaştığımız insanlar, konser alanında yere örtüler serip oturmuşlar. Ailenin yedi yaşındaki oğlu Can Yoldaş’la tanışıyoruz. Elindeki köpük tabancasıyla sabun baloncukları püskürtüyor bize. Bir kuzeni, elinde bir paket kekle Can Yoldaş’ın yanına geliyor. Can Yoldaş, küçücük elleriyle paketi açıp keki parçalara bölüyor, birer parça da bize uzatıyor. Nedense, kulaklarımda, İstanbul’daki komşumuzun sözlerinin çınlamasına neden oluyor; ne de olsa Can Yoldaş da küçük bir Kürt erkeği… Can Yoldaş’ın, elindeki lokmayı komşumuza uzattığını hayal ediyorum. Sanki sihirli bir lokmaymış, komşu teyze bu lokmayı yediğinde, kendinden olmayana dair öfkesi bir anda geçecekmiş gibi…
Babası, Can Yoldaş’ın polis olmak istediğini söyleyip yakınıyor. Bizimle lokmasını paylaşan o küçük, sevecen ellerin ileride cop tutacağını hayal edemiyorum. O anda, her polisin bir zamanlar bir çocuk olduğu gerçeği de aklımdan çıkıveriyor. Dersim insanının güzelliği, bazı acı gerçekleri unutturabiliyor insana.