Barış Süreci ve Anadolu’nun Hıristiyan Halkları

[ A+ ] /[ A- ]

Ayşe GÜNAYSU
Özgür Gündem

Anadolu’da 20. yüzyılın başında her beş kişiden biri gayrimüslimdi. Yani nüfusun yüzde 20’si Hıristiyan ve Yahudilerden oluşuyordu. Normal nüfus artış hızında bu hesaba göre, bugün Türkiye topraklarında 14 milyon gayrimüslim yaşıyor olmalıydı. Bugün ise Hıristiyan ve Yahudi nüfusun toplamı 100 bin dolaylarında. Yüzde 20 olan oran soykırım sürecinde 1000’de bire düşmüş durumda. Soyun kırımı işte bu kadar matematiksel bir açıklıktadır.

Bu gerçekle yüzleşme konusunda son 30 yılda Kürtler, Türklerden hep daha ilerde olmuştur.

Bakın, Musa Anter henüz daha soykırım birkaç kişinin dışında Türk aydınlarının gündeminde bile değilken, hatıralarında yer ve kişi adları vererek katliamlara ait ayrıntılar anlatıyordu.

Nokta dergisi 22-28 Şubat 2007 tarihli sayısında Musa Anter’in şu sözlerini aktarıyor: “Evet, Kürtler bu katliamda aktif rol oynadılar. (…) Ermeni katliamında aktif rol oynayan amcam (ki ölünceye kadar kendisine hep küs kaldım) her zaman anlatırdı. ‘Yakaladığımız ve öldürmeye götürdüğümüz kadın ve çocukların da içinde bulunduğu bir gruptan Ermeni bir kadın bana Kürtçe ‘aramızdaki tek fark dinlerimizdir. Bizi öldürmekle cennete gideceğini sanma, çünkü cennetin kapısında katiller giremez yazar’ dedi.”

Soykırım konusunda tipik Türk tepkisini hiçbir zaman Kürtlerden görmedik. Tersine çok sayıda Kürt aydın ve yazar soykırımı Kürtlerin yüzleşmesi gereken bir sorun olarak ortaya koymuştur.

2005 yılında Özgür Gündem gazetesi 24 Nisan’da “Özür Diliyoruz” manşetiyle çıkmıştı. Hiçbir Türk gazetesinin değil 2005’te, yakın-orta vadede bile böyle bir manşetle çıkacağını hayal bile edemeyiz.

2011 yılında büyük ölçüde Diyarbakır Belediyesi’nin yardımlarıyla açılan tarihi Surp Giragos Kilisesi’nin açılışında konuşan Osman Baydemir’in sesi hâlâ kulaklarımdan gitmez. Dünyanın dört bir yanından gelmiş Ermenilere sesleniyordu: “Burası bizim değil, sizin şehriniz. Siz bizim konuğumuz değilsiniz, biz sizin konuğunuzuz.”

Baydemir bir başka konuşmasında, “Dedesi Diyarbakır’da doğmuş olan her Ermeni’nin hakkı Diyarbakır’da yaşamaktır. Benim bu kent üzerinde ne kadar hakkım varsa Ermenilerin, Keldanilerin, Ezidilerin, Süryanilerin de o kadar hakkı vardır” diyor, kentlerine geri dönme çağrısında bulunuyordu. “Yerel otoriteler olarak biz birlikte yaşamanın tüm koşullarını yaratma konusunda hazırız. Artık kimsenin kurban olmayacağı bir geleceği hep birlikte kurgulayacağımıza inanıyorum.” Daha geçenlerde Ahmet Türk, “dedelerimizin eli kanlı” dedi, “biz evlatları olarak, torunları olarak özür diliyoruz” dedi.

Kısacası, o en büyük dönüştürücü güç, hayat, iş başında. Kürt siyasi hareketi Anadolu’nun Hıristiyan halklarının imhası ve bununla yüzleşme konusunda kendi toplumunu Türk toplumundan çok daha hızlı bir şekilde bilinçlendirdi.

Peki, o zaman Kürt siyasi hareketinin lideri Abdullah Öcalan’ın ünlü görüşme tutanaklarında Ermeniler, Rumlar, Yahudilerle ilgili sözlerini nereye koyacağız? Nasıl açıklayacağız? Bin yıllık Hıristiyanlık öfkesine, Rum, Ermeni, Yahudi’nin Anadolu’da hak iddia ettiğine, Kürtlere Mustafa Kemal’in de başta yer verdiği, ama İsrail lobisi, Ermeni ve Rumların devreye girerek, ‘Kürtler ne kadar dışlanırsa o kadar başarılı oluruz’ dediklerine ilişkin sözlerinden bahsediyorum.

Oysa Türk-İslam sentezcileri, faşizan İslami zihniyet, tam da bu temaları PKK’ye karşı kullanır. PKK’ye küfrederken Yahudi ve Ermeni kimliğini kullanır.

En yakın örneklerini araştırmaya şu an vakit bulamadım, ama yakın geçmişte Özgür Gündem’deki bir yazımda anmıştım PKK’yi Yahudi, Ermeni, Hıristiyan uşağı olmakla suçlayan cümleleri. 11 Ağustos 2012 tarihli EMİR-DER başlıklı bir bildiriden cümleler: “Dış güçlerin piyonu olarak varlığını sürdüren PKK, Siyonist devlet İSRAİL’in, kendilerine vaat edilmiş toprakların ele geçirilmesi için, PKK gibi eli kanlı, başı kara bir yılan olan insanlıktan nasibini almamış kişileri maşa olarak kullanmaktadır.” Bir de, 5 Eylül 2012 tarihli Milli Gazete’de Mehmet Şevki Eygi’den bir örnek vermiştim: “PKK’nin vazifesi Türkiye’yi parçalamak, bölmektir. Bir Kürdistan kurmak için mi? Hayır! Büyük Ermenistan, Büyük İsrail, Hıristiyan Küçük Asya için.”

Her şey aslında son derece açık, her şey ortada. Sadece Kürtlerle Türkler arasında yapılacak bir anlaşma ya da uzlaşmanın adı barış olur, gerçek barış olamaz. Evet, Kürtler ve Türkler savaşan iki tarafı temsil ediyorlar, bu yüzden de ölmeye ve öldürmeye son vermenin ilk koşulu savaşın sona ermesi, hayatın kutsanması. Ama gerçek barış için bu yetmez. Anadolu’nun Müslüman halklarının üzerinde, dağların, tepelerin, dere yataklarının, koyakların, nehirlerin, göllerin, çepeçevre denizlerin üzerinde katledilen Ermenilerin, Süryanilerin, Rumların, Keldanilerin, Ezidilerin, hâlâ insan onuruna yakışır şekilde gömülmemiş olan ölülerin ruhları dolaşıyor. O ölüler gömülüp ruhları huzura kavuşmadan, bunu yapacak olan Müslümanlar günahlarını kabul etmeden, diz çöküp nedamet getirmeden bu topraklar gerçek barışa kavuşamayacaktır.