Her Gün Anadili Günü Olmalı

[ A+ ] /[ A- ]

Zana FARQÎNÎ
Özgür Gündem

Dünyada ne kadar dil olduğu konusu tartışmalı. Ama bir gerçek var ki bu dillerin çok ama çok büyük bir kısmının geleceği tehlike altında. Summer Institute of Linguistics’in 2000 yılında yaptığı araştırmaya göre dünyada 6809 dil bulunuyor. UNESCO’nun açıklamasına da bakılırsa, şu an konuşulan 6000’i aşkın dilin yarısı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

Bu konuyla ilgilenen uzmanlar, daha vahim bir tabloyu ortaya koyuyorlar. Belirttiklerine göre her yıl 10 dil, hatta bazılarına göre iki haftada bir dil ölüyor.

Bir dilin yaşayabilmesinin bazı kriterleri de tespit edilmiş. Buna göre, bir dili konuşanların sayısının 10 bin ile 100 bin arasında olması lazım. Eğer var olan bu durum böyle sürerse, iddia o ki 6000’den fazla olan bu dillerin % 95’inin önümüzdeki yüzyılda yok olacağı. Bahse konu olan bu diller ise dünya nüfusunun % 4’ü tarafından kullanılmakta.

Söz konusu olan bu diller her coğrafyada aynı akıbeti yaşıyor. Mesela ABD ve Kanada’da 200’e yakın dil, Latin Amerika’da 500, Güneydoğu Asya’da ise 700 dil yok olma tehdidi altında. Avrupa’da konuşulan 123 dilden 9’u ise yok olmak üzere iken 26 dil de ciddi bir tehditle yüz yüze.

İşte bu durumdan dolayı Birleşmiş Milletler Eğitim ve Kültür Örgütü (UNESCO), 1999 yılında 21 Şubat gününü Dünya Anadili Günü olarak ilan etti. Amacı ise dillerin kaybolmasını önlemek, çok dilliği desteklemek, dillerin resmi kurumlarda kullanılmalarını ve yeryüzündeki dil-kültür çeşitliliğinin devamını sağlamak, dilsel ve kültürel değerler konusunda da bilinçlendirmeyi gündemde tutmak…

Çünkü ulus devlet şeklinde kendisini inşa eden uluslar, tekçiliği esas aldıklarından ötürü diğer dil ve kültürlere yaşama hakkını tanımamaktalar. İşte bu zihniyetten ötürü de birçok dil ve kültür tehlike altında.

Sosyolojik olarak nerdeyse hiçbir devlet homojen bir yapıya sahip değil. Aslında fiili olarak çokkültürlü ve çokdillidirler. Oysa tekçi ve üniter anlayışa ve zihniyete sahip devletler farklı toplulukları, dilleri ve kültürleri kendi egemen etnik yapısı içinde eritmeyi, yani asimile etmeyi hâlâ sürdürmektedirler.

Tekçi anlayışla sürdürülen politika ve uygulamalar yeryüzünü diller, kültürler, inançlar ve kimlikler mezarlığına çevirmiştir.

Buna karşın günümüzde bazı toplumlar çeşitliliği benimseyerek diğer toplulukların dilsel ve kültürel isteklerine cevap verebilmişlerdir. Örneğin İsveç ve Norveç devletleri bu yanlış politikalardan vazgeçerek kendi içlerindeki diğer halkların birtakım dilsel ve kültürel haklarını kabul etmiş, aynı zamanda kendi ulusal bütçelerinden bu dillerin gelişmesi için de pay ayırmışlardır. O dillerle çeşitli yayınlar yapıldığı gibi eğitim ve öğretim de verilmekte bugün.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti de tekçi bir anlayışla kurulmuş ve aynı yolu izlemiştir. O yüzden bugün Türkiye sınırları içinde hangi dil ve lehçelerin konuşulduğunu tam olarak bilmiyoruz. Bir dil haritası yok ne yazık ki. Oysa Anadolu’dan söz açıldığında hemen yetkililer bu coğrafyanın bilmem kaç medeniyete beşiklik ettiğinden dem vururlar.

Gerçekten de hem Anadolu hem de Mezopotamya coğrafyası birçok uygarlığa, birçok halka, inanca, kültüre ev sahipliği yapmıştır. Ama sadece tarihten bahsedilirken bunlar rahat bir şekilde söylenebiliyor. Daha canlı, yaşayan halklara sıra geldiğinde herkesin suspus olduğu dönemler çok da eski değil bu memlekette. Bu topraklar, uygulanan monist politikalar neticesinde çorak hale geldi.

Öldürülemeyen diller, ortadan kaldırılamayan halklar, inançlar ve kültürler hâlâ özgür değiller. Ötekilerin dilleri, ki hepsinin de değil, adları artık bu ülkede “yaşayan diller ve lehçeler”dir. Sözüm ona tasada ve kıvançta bir iken, dil ve kültürde bunun böyle olmadığı bu tabirle bir kez daha net olarak ortaya çıktı.

Bu coğrafyanın açık bir müze olduğu doğru. Birçok medeniyete de yurt olduğu aşikâr. İnsanlığın geçmişine ışık tutabilecek veriler, bulgular elde etmek amacıyla dünyanın parası harcanarak arkeolojik kazılar, bilimsel araştırmalar yapılıyor. Oysa buranın kadim halklarının dilleri ve kültürleri dikkate alınarak bu tür çalışmalar yürütüldüğünde hem dünya tarihi hem de eski uygarlıklar hakkında daha çok bilgi elde edilecektir.

Buranın kadim halkları aynı zamanda bu coğrafyanın geçmiş uygarlıklarının varisidirler. Her milletin, uygarlığın mazisi biraz da dillerinde saklıdır. Her dil, her kültür, her inanç aynı zamanda birer dünya mirasıdır. Tekçilik değil çoğulculuk, çeşitlilik zenginliktir.

Egemen, resmi dillere karşı anadilini savunmak yetmiyor. Her günün anadili günü olduğu bilinciyle hareket edilmesi lazım gelir.

Dili yeni kuşaklara aktararak, çocukların öğrenmesini sağlayarak, asimilasyona karşı direnç göstererek uygulanan politikaları boşa çıkarmak olası. Bu konudaki duyarlılığı ve farkındalığı sürekli kılmak gerek. Bir dilin devlet diline karşı ayakta durabilmesinin en güçlü araçlarından biri de dilin eğitim ve öğretimde kullanılmasıdır. O idrakle mücadele edilmeli, çünkü bir halkın künyesi de, kimliği de dilidir.