“Hepimiz Birer Metin’iz” Diyebilmek İçin…

[ A+ ] /[ A- ]

METİN fatih

Fatih POLAT
Evrensel

Metin Göktepe gerçeği, aradan geçen onca zamana rağmen bir dizi önemli değeri simgelemeye devam ediyor.

Öncelikle Metin Göktepe, gönül verdiği gazeteciliğe büyük bir coşkuyla bağlanmış bir gazeteciydi. Onun açısından gerçek bir barikatın arkasında da olsa çekip alınmalı, halka ulaştırılmalıydı. Gerçeği devrimci kılan da, gazeteciliği can bedeliyle yapılacak kadar anlamlı ve değerli yapan da buydu.

Ümraniye Cezaevi’ne yönelik operasyonda yaşamını yitiren iki devrimci tutuklunun cenazelerini izlemek için gittiği Alibeyköy’de karşılaştığı polis barikatına rağmen, Metin’i, haberi izlemek için ısrarcı olmaya iten onun gazetecilik anlayışından başka bir şey değildi. Orada gözaltına alınan ve götürüldüğü Eyüp Kapalı Spor Salonu’nda polislerce dövülerek katledilen Metin Göktepe, Türkiye’de gerçek gazeteciliğin hem bedeli hem de simgesidir.

Metin’i, “Metin Göktepe olayı” haline getiren ve bir dizi başka şeyin de simgesine dönüştüren süreç de buradan sonra başlamıştır.

Devlet önce inkâr etti

Eyüp Cumhuriyet Savcısı Erol Canözkan ilk olarak Metin’in gözaltına alındığını kabul etti, ancak akşam üzeri serbest bırakıldığını, sonra Eyüp’te bir çay bahçesinde otururken fenalaşarak oturduğu sandalyeden düştüğünü ve burada öldüğünü iddia etti.

İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, gözaltına alınanlar arasında Metin’in olmadığını, gözaltı listesinde isminin yer almadığını ileri sürdü.

İstanbul Vali Vekili Rıdvan Yenişen ile İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan da, Metin’in gözaltına alınmadığını söylediler.

Yani devlet, ayan beyan ortada olan bir gazeteci cinayeti karşısında, A’dan Z’ye bütün kurumlarıyla bir yalan makinesine dönüşmüştü. Bu aslında daha önceki bütün “faili meçhul”leri de açıklayan bir devlet klasiğiydi.

Bir dava böyle kazanıldı

Ancak bu büyük devlet yalanı bu kez tutmadı. Metin’in genç meslektaşlarının, ailesinin, gazetesinin, yoldaşlarının, haberini yaptığı emekçilerin takibi bu tezgâhı bozdu. Dönemin Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Başkanı Nail Güreli’nin şahsında bütün basın meslek örgütlerinin bu konudaki gayretlerini bir kez daha saygıyla analım.

Ve çok geçmeden 16 Ocak 1996 günü İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanlığı raporunu açıkladı:

“Metin Göktepe gözaltına alınmış, gözaltında polis tarafından öldürülmüştür.”

Metin’in meslektaşları, Metin gözaltına alındığı ve öldürüldüğü günden itibaren, duruşmaları izlerken attıkları “İnadına hepimiz birer Metin’iz” sloganının gereğini yaptı. Göktepe ailesinin, gazetecilerin, avukatların ve Metin’in gazetesi Evrensel’in ısrarlı çabalarıyla İçişleri Bakanlığı soruşturma başlatmak zorunda kaldı.

17 Ocak 1996 günü 350’nin üzerinde müdahil avukat, Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı’na dilekçe vererek, İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan, İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Kemal Bayrak, İstanbul Çevik Kuvvet Müdürü ve olay günü Eyüp ve Eyüp Spor Salonu’nda görev yapan polisler hakkında “kasten adam öldürmek, cürüm işlemek için memuriyetini kullanmak, cürüm işleyenleri saklamak, suç işlemeye tahrik, iş ve çalışma özgürlüğünü tahdit, kişi özgürlüğünden mahrum etmek ve memuriyet ve mevki nüfusunu suistimal etmek” suçlarından soruşturma açılmasını istedi.

Önce “polis teşkilatı”nın suçlamamak gerektiğini savunan Cumhurbaşkanı Demirel, oluşan kamuoyu baskısı ve gazetecilerin ısrarlı soruları karşısında Göktepe cinayetinin aydınlatılmasının devlet için “namus meselesi” haline geldiğini söyledi.

Başbakan Tansu Çiller de 22 Ocak 1996’da, Metin’in gözaltına alındığını kabul etmek zorunda kaldı.

Yargı süreci sonunda, sadece altı polis az bir ceza alarak mahkûm olsa da, Metin Göktepe olayı, devlet üniformasını taşıyan kişilerce gerçekleştirilen bir gazeteci cinayetinde katillerin yargı önüne çıkarılarak mahkûm edildiği ilk dava oldu.

Metin Göktepe katledildikten sonra gösterilen güçlü tepki üzerine devlet bir süre yeni gazeteci cinayetlerini göze alamadı. Hrant Dink cinayeti, o güçlü tepkinin geride kaldığı bir dönemde gerçekleşti.

Bugün ise, onlarca gazetecinin susturulmak için cezaevlerine doldurulması gerçeği ile yüz yüzeyiz.

Metin’i katledilişinin 17. yılında bir kez daha anarken, “Hepimiz birer Metin’iz” sözünün hakkını vermek için hayat hepimize önemli sorumluluklar yüklüyor.