Nazlı Temir
Ohannes dayı İstanbul’un Yenişehir mahallesinde, lokantanın birinde öğle yemeğini yerken bir patırtı çıkıverdi. Birkaç sokak arkadaki marangozhanesine gittiğinde, dükkânının bir grup tarafından yağmalandığını gördü…
6 Eylül 1955, Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığı haberi geldiğinde, Adnan Menderes, Celal Bayar ve İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay İstanbul’da Abdullah Efendi Lokantası’nda öyle yemeği yiyorlardı. Menderes bombalanma haberinin yayılması için hemen radyo yolu ile duyurulması talimatını vermişti ve ardından ‘İstanbul Ekspres’ gazetesi de ikinci baskıya geçerek Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalanması haberini manipüle etmişti. İstanbul Ekspres gazetesi, Kıbrıs Türktür Cemiyeti Genel Sekreteri Kamil Önal’ın demecini kısa sürede halka ulaştırmıştı. Demeç şöyleydi: ‘Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz, ödeteceğimizi alenen söylemekte de bir mahzur görmüyoruz.’
Ardından ‘Ya taksim ya ölüm’ ‘Kıbrıs Türktür’ sloganlarıyla yürümeye başlayan insanlar, önce Tünel’de Rum gazetesine saldırırlar daha sonra da Taksim’de ve Beyoğlu’nda Rum, Ermeni ve Yahudi dükkânlarını talan etmeye, yağmalamaya başlarlar. Güvenlik güçleri de olaylara seyirci kalır. Dükkânlarda ne var ne yok Beyoğlu caddelerine atılır. Sokaklar, kumaşlarla, dükkânlardan çıkan çeşitli eşyalarla dolar. Bu Kristal gecede evine bayrak asanlar bu yağmadan kurtulacaklarını zanneder ama o da yetmez…
Ohannes dayı kendine acımasızca saldıranlara ‘Burası Türk dükkânı!’ diyerek kendini ve marangozhanesini kurtarmak ister fakat ‘Sus gâvur, sen gâvur değil misin…’diyerek sokaklarda kovalanmaya, hırpalanmaya maruz kalır. Sonunda kaçışı Ermeni komşularının kapılarına sığınmakta bulur.
6-7 Eylül olayları olarak tarihe geçen hadiseler, Kıbrıs sorunu öne sürülerek, tüm İstanbul’daki ve İzmir’deki Rumlara yönelik yağmaydı. Sadece Rumlara da değil tüm ‘gâvur’ lara uygulanan etnik bir tasfiyeydi aslında. 73 kilise, 8 ayazma, 1 havra, 2 manastır, 4340 dükkân, 110 otel ya da restoran, 27 eczane, 21 fabrika, 3 Rum gazetesi, 5 Rum kulübü, 2600 ev, 52 Rum, 8 ermeni okulu yağma edilenlerden kayıtlara geçenler. Olayların sorumlusu ise komünistler olarak gösterilmişti, Aziz Nesin, Kemal Tahir gibi isimler olaylardan sonra tutuklananlardandı. Oysa olayların asıl amacı bilerek ve isteyerek sermayenin Türkleştirilmesi-İslamlaştırılması politikasıydı. Zaten bu uygulamaya cumhuriyet yıllarından bu yana alışıktı gayri-Müslim halk. ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ kampanyaları ile etnik homojenleştirme politikası, 1924 yılında Rumlara uygulanan mübadele ile demografik homojenleştirme, 1944 gayrimüslimlere uygulanan Varlık Vergisi de sermayenin Türkleştirilmesi amacında olan uygulamalardı…
‘İşimde gücümdeyim, beni merak etmeyin…’ yazılı telgrafı aldığında Ohannes dayının iyi olduğunu anlamıştı Sivas’ın Hafik kazasındaki ablası. Ondan hemen önce ise komşularının İstanbul’da talan edilen dükkânlardan birinden getirilen eşyaları evine taşımasını hayretle izlemişlerdi. ‘Dükkânda ne var ne yok getirmişler, dikiş makineleri bile vardı, ’der yayam anlatırken hikâyeyi.
Bugün birçok gayri-Müslim’in ya da Türkiye’de azınlık olarak yaşayan grupların böyle hikâyeleri vardır elbette hafızalarında. Etnik homojenleştirme hareketinin halkalarından biridir 6-7 Eylül olayları da. Bir de hafızalarda bir ‘hoşgörü’ lafı vardır ki Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili bir kitap okusak, bir yazı görsek çıkar karşımıza. Osmanlı sınırları içinde gayrimüslim tebaaya eşit haklar verildiğinden, azınlıklar ‘huzur’ içinde, ‘mutlu’, ‘refah’ yaşadığından ‘hoşgörülü’ dür Osmanlı Devleti. Öte yandan gayri Müslim ler de ‘Millet-i Sadıka’ olarak adlandırılırlar, yani milletine, devletine sadık halk. Bu tutum, gelenek cumhuriyet yıllarında da sürmüştür elbette.
Yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan bir halka hoşgörülü olmak, hoşgörülü davranmak ne demektir peki? Hakim sınıfın ‘kendisi’ gibi olmayanlara yani kendisinden farklı olanlara yani azınlıklara bazı haklar tanıması, onları bu topraklarda misafir gibi görüp, iyi bir misafirperverlik sergilemesi midir? Peki kimdir misafir olan? Hangi halk diğerinden üstündür? Oysa halkların ve hakların eşit olduğu bir sistemde zaten hoşgörüden bahsetmek saçmadır. Öyle olmadığı da aşikârdır ve fakat tam tersi çok daha doğrudur belki: Bu topraklarda yaşayan azınlık halklar ne kadar hoşgörülüdürler ki ve ne kadar sadık, hala Ohannes dayının ailesi bu topraklarda yaşamaktadır onca ‘hoşgörü’süzlüğe rağmen…
(Tarihi bilgiler için referans: Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt2, YKY, 2005, İstanbul)